Raşit Ulaş: Peygamberimizin gözünden tabiat

Peygamberimizin gözünden tabiat
Giriş Tarihi: 7.6.2016 11:48 Son Güncelleme: 7.6.2016 11:49
Raşit Ulaş SAYI:25Haziran 2016
Peygamberimiz, Mekke’nin fethi sırasında, yavrularını emzirmekte olan anne bir köpeği rahatsız etmemek adına 10 bin kişilik ordusunun yönünü değiştiriyor. Yalnız bu olaydaki insan şerefinin aldığı en yüksek hali anlasak bugün yaşadıklarımızın birçoğunu yaşamayacağımız kesin.

İnsanlık Peygamber Efendimizin dünyaya gelişinden sonra, tabiat ve insan arasındaki ilişki noktasında tamamlanmış bir zihni yapıya kavuştu. Bu noktada ise, "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" diyen Allah Rasûlü hayatın bütün alanlarında olduğu gibi insanın, yaratıldığı kâinatta nasıl var olması gerektiğini, gerek yaşayışı gerekse söyledikleriyle bütün insanlığa gösterdi. Bütün bu söylenen sözlerin arasında "Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin" hadis-i şerifi bütün insanlığa rehber olabilecek büyüklük ve derinlikte bir söz. Ekolojik denge, çevre korunması, bazı hayvan türlerinin yok olması, küresel ısınma, deniz kirliliği, ormanların yok edilmesi gibi konuların son yıllarda iyiden iyiye gündemimize girmesi ve her gün bambaşka bir çirkinlikle karşılaşmamız bugün bu kutlu söze ne denli ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. Evvela kendine merhamet etmeye başlaması gereken biz insanların kendinden sonra, var olduğu âlemin canlı cansız bütün varlıklarına merhametle yaklaşması insanın insanlığını tekâmüle erdirecek en önemli etkenlerden birisi.

Cansıza nasıl merhamet edilebilir ki? Bir şehri ele alalım: Şehir kendi başına cansızdır, ruh sahibi değildir, nefes almaz gibi görünse de aslında yeryüzünde insanın ruhunu ferahlaştıran yahut daraltan en başat karakterlerden biridir. Şehrin imarı ve bayındırlığı insanların ruhunun şekil almasını sağlıyor. İnsan yeryüzüne gönderildiğinde yaptığı ilk işlerden biri imardı. Hz. Âdem'in dünya üzerinde ilk barınağı yapması bir bakıma insanoğlunun dünyayı imar görevinin ilk adımı olarak görülebilir. Bu sebeple insan evler, mabetler, sokaklar, mahalleler ve şehirler imar etti. Böyle geçen bin yılların sonucunda ise, kendine verilen emanetin mukaddesliğini hiçe sayarak tabiata efendi edasıyla yaklaşan bir karaktere büründü. Gerektiği zaman tabiatı koruyacak, gerektiği zaman ise kendisinin emri altında yaratıldığı ve efendisi olduğunu düşündüğü tabiatı, istediklerini yapabilmek için yok edecekti fakat hepsi bir yana koyulduğunda kaçırdığımız çok önemli bir şeyin olduğunu görebiliyoruz. Yeryüzünün son peygamberinin hayatı ve söyledikleri…

Ayet ve hadislerde geçen insanın tabiat ile olan ilişkisinin temel ekseni temizlik, israf, şefkat ve insani ilişkiler konuları etrafında şekilleniyor. Elbette bütün bunların çıkış noktası ise imar etmek ve bayındır bir şehre kavuşmak. İslam'ın açıktan tebliğ yapmaya başlamasından sonra Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmak için Mekke'den Yesrib'e hicret etmek durumunda kalan Müslümanlar, Yesrib'de yeni bir şehir imar ettiler. Şehrin inşasında, zaman zaman taş taşıyarak bizzat yer alan Allah Rasûlü, dostlarıyla beraber Yesrib'i kendinden sonra kurulacak şehirlere en iyi örnek olacak ve Medine adını alacak olan bir şehir haline getirdi. Medine'nin hem maddi olarak şehirleşmiş hali hem de manevi olarak Medine'deki insan ilişkileri göz önüne alındığında bugün bu iki yapının nasıl oluşması gerektiği ve şehrin insan ruhuna nasıl dokunabileceğini göstermesi noktasında bize mükemmel bir örnek teşkil etmekte. Kardeşlik evvela şehre merhamet etmeyle başlayacak. Keza Ebu Davud'un Kitabü's-Sünen adlı eserinde geçen bahiste, Peygamber Efendimiz Medine ve Taif'i harem bölgesi (bugünün değimiyle sit alanı) ilan etmiş, orada ağaç kesmeyi, avlanmayı ve cihat esnasında, çok zorunlu olmadıkça düşmanlara ait olan ağaçlara, hayvanlara, tarla ve bağlara, dini mekânlara zarar vermeyi yasaklamıştır. Savaş hukuku için inen "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez" kelamında geçen 'aşırıya gitme' ifadesini Hasan Basri hazretleri hayvanları öldürüp ağaçları yakmak olarak tefsir eder. Ölüm kalım mücadelesinin verildiği meydanda ağacı, tarlayı, bağı düşünmek bugünün insanının idrak kapasitesinin çok üstünde.

Haddi aşmamak

Kâinata baktığımızda eksiğin ve fazlanın olmadığı müthiş bir denge görürüz. Kur'an-ı Kerim'de kâinatın belli bir ölçü ve dengede yaratıldığı anlatılır. Bu denge içinde insana düşen ise dünyadan faydalanmak ama haddini aşmamak. Haddi aşmanın en bariz işareti ise insanın kanaatsizliği ve israfa olan düşkünlüğü. Zaten doğanın tahribinin altında da insanın bu israfa düşkünlüğü yatıyor. Elindekiyle yetinmek istemeyen ve arzularının elinde esir olan insan gerektiğinde doğayı tahrip etmekten hiç çekinmez ama bununla beraber dünyada olanlar adına şikâyete de devam eder.

İslam'ın ve özelinde Allah Rasûlü'nün tabiat noktasında verdiği hükümler ve tavsiyeler, her gün hava ve içme suyu kirliliğinden, ekolojik dengenin bozulduğundan, yeşil alanların azaldığından, betonlaşmadan, ozon tabakasının inceldiğinden ve benzeri sıkıntılardan dert yanan bizler için bir ufuk olarak kitaplarda duruyor ve yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Gölleri kurutan, bazı hayvanların soyunu tüketen, denizleri kirleten, ormanları yok ederek büyük ve çirkin yapılar yapan ve bunu talep eden yine biziz. Arz talep dengesi gözetildiğinde modern dünyanın bütün nimetlerinden faydalanmak isterken aynı zamanda şikâyet edilen sorunların tam göbeğinde fail olarak yer almak büyük bir tenakuz. Dönüp 1400 sene evveline baktığımızda ise bu tenakuzu giderecek; tabiat, insan ilişkileri, çalışanların hakkı, hayvanların insan üzerindeki hakkı, adalet gibi hayatın doğrudan içinde olan ve insanı daha insan, dünyayı da daha yaşanılır kılacak olan bütün sözleri görmemiz mümkün. Hz. Peygamber'in hadis-i şerifleri arasında bu konuyla ilgili tabiri caizse birkaç tane 'kilit' olanı vardır ki bugün her şeyi bırakıp bu sözlere sarılsak yaşadığımız problemlerin hepsini bertaraf edebiliriz.

"Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin." Aslında ne büyük bir söz olduğunu üzerinde biraz düşündükten sonra idrak etmeye başlıyoruz. Belki hadiste yalnızca ağaç diye geçiyor ama ağacın yalnız bir metafor olduğu görülüyor. İmar ile dünya hayatına başlayan insan, kıyamet günü dünyaya veda ederken dahi imar etmekle mükellef kılınıyor fakat bugünkü anladığımız betonlaşan ve çirkinleşen bir imar şekli değil elbette. İmar yalnızca yeşil alan da değil, Allah'ın insana emanet ettiği tabiatı kardeş bilerek yaşamak... Bu durum kimi zaman bir ağacı kesmemekle olurken kimi zaman ağaç dikmekle oluyor. Keza yine on dört asır evvelden söylenmiş olan "Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için ağaçtan hâsıl olan ürün miktarınca Allah sevap yazar" ve "Her kim, yerine yenisini dikmeden bir sidre ağacını kesecek olursa, Allah ona cehennemde bir ev yapar" hadisleri bunun önemini yeterince anlatıyor.

Tabiat köle değil kardeş

Tabiat deyince yalnızca yeşilliği anlamak modern bir kavrayış şekli. Ağaç tabiatın kendisi olduğu kadar, bir şelale de tabiatın kendisi. Bir çiçek kadar bir taş da tabiata dâhil. Karınca ne kadar tabiat ise bir kâğıt parçası da o kadar tabiat. İçinde yaşadığımız mahalle, top oynanan sokak, otobüse binilen durak… Bütün bir kâinatın içinde tabiata dâhil olmayan herhangi bir nesne yok ve bizim Hz. Peygamber'den öğrendiğimiz en önemli haslet, merhamet. Taşa da, toprağa da, çiçeğe de merhamet… O en büyük zaferi olan Mekke'nin fethi sırasında, yavrularını emzirmekte olan anne bir köpeği rahatsız etmemek için on bin kişilik ordusunun yönünü değiştiriyor. Yalnız bu olaydaki insan şerefinin aldığı en yüksek hali anlasak bugün yaşadıklarımızın birçoğunu yaşamayacağımız kesin. Bir varil petrol için milyon insan kanının döküldüğü bu çağda böyle büyük bir ufka sahip olabilmek ancak güzel bir hayal olarak görünüyor.

"Nehrin kenarında dahi olsa suyu israf etmeyiniz" diyerek yaratılmış olana saygısını gösteren Hz. Peygamber, bugün elindeki imkânı hovardaca ve hoyratça kullanan bizler için ne ifade ediyor biraz düşünelim. Sahip olduğu hayvanların yapraklarını yemesi için, bir ağaca sopayla vurarak çırpan adama "Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurup, onu kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!" diyen güzelden bize düşen pay ne? Bir insana gösterdiği şefkati bir ağaca gösteren kim kaldı? Hatta insana şefkat gösteren kaldı mı diye sorsak daha doğru olacak. Kâinatın insan için yaratıldığı, tabiatın ve tabiata ait her şeyin insanın emrine verildiği küstahlığında yaşayan bizler, hayvanat ve nebatatla, hatta taşla, toprakla kardeş olmayı değil ona hükmetmeyi ve onu yok etmeyi düşlüyoruz. Büyük bir kibirle, dünya hiç yok olmayacakmış, insan hiç ölmeyecekmiş edasıyla yapılan büyük büyük yapılar, bütün kâinat tarihi için ancak bir damlacık önem taşıyan grostonlarca petrol için öldürülen insanlar, yok edilen şehirler, yaratıldığı günden bugüne kadar geçen süre arasında insanda yalnızca kirli bir leke olarak kalacak.

Bütün bunları bir kenara koyduğumuzda elbette son peygamberin ümmeti ve son dinin müntesibi olan Müslümanın tabiat ile olan ilişkisinin diğer bütün insanlara nazaran çok daha dengeli olması gerekiyor. Müslümanın kendine, diğer insanlara ve Allah'a karşı sorumlulukları olduğu gibi dâhil olduğu tabiata karşı da görevleri ve sorumlulukları Hz. Peygamber'in yaptıkları ve söyledikleri ile açık ve sabit. Sudan, köpeğe, mescitten, insana kadar bütün yaratılmışa muhabbet besleyen Allah Rasûlü kulluk adına yapılabilecek en pratik örnekleri asırlar evvelinden bize söyledi. Öncelikle insanın, kul olduğunun bilincini her an üzerinde taşımasıyla başlayacak olan bu bilinç, bu sayede dünyanın kendisinin olmadığı ve kendi gibi her canlı ve cansızın da yaşama hakkına sahip olduğunun farkına varacak. Bu şekilde sürdürülen bir hayat, insanın eşref olarak yaratılmış olmasına halel getirmemekle beraber, önündeki en büyük ufuk olan Hz. Peygamber'in yaptığını yapmış olarak şerefini katlamış olacaktır.

BİZE ULAŞIN