Şimdilerde tüm Avrupa’nın su terapisi (Hydrotherapy) adıyla sunduğu tedavinin çıkış yeri Edirne’deki II. Bayezid Külliyesi’dir. Su sesinin yanı sıra güzel kokularla da psikolojik hastalıklara çözüm bulunan darüşşifada ücretsiz tedavi verilirdi ve haftada iki gün boyunca şehirdeki tüm hastalara yine ücretsiz ilaçlar dağıtılırdı.
Bebekler kulaklarına okunan ezanla hem isimlerine kavuşmuş hem de musikinin şifasıyla tanışmış olurlar. "Eee eeee eeeee e" diye söylenen ninniler ağırlıklı olarak ilahilerden oluşur ve hicaz makamı tercih edilir. Hicaz; dinginlik veren, rahatlatan, dinlendiren, kalbi yumuşatan, siniri alan bir makamdır. "Dandini dandini dastana/danalar girmiş bostana" ninnisi hicaz makamındadır. Doğar doğmaz çocuklar hicaz makamıyla ve dolayısıyla musikimizle tanışmış olurlar. Bu ninninin kıta geçişlerinde söylenen "Huuu, Huuu, Huuu, Hu" ise esasen 'şarkıların neyi söylediği' konusuna girmektedir, yani hakikate.
Çocuklar bilhassa Osmanlı toplumunda musikiyle oldukça erken tanışırlar. Sıbyan mektepleri bu konuda ilk eğitim ayağıdır. Âdet üzere çocuklar, dördüncü yaşının dördüncü ayının dördüncü gününe girdiklerinde sıbyan mekteplerine başlamışlardır. İlk gün âmin alayları düzenlenir. Okunması diğerlerine göre daha kolay olan makamlardan seçilen 'Şol cennetin ırmakları' ve 'Allah emrin tutalım rahmetine batalım' gibi ilahilerle çocuklar yola koyulurlar. Alay merasimi bittikten sonra evine götürülen çocuğa bir ilahi okutturulur, gülbank çektirilir, sesi güzelse mevlit ödevi verilir ve elifba cüzüyle derslerine başlanırdı. Kadim geleneğimiz çok küçük yaştan itibaren çocuğa musiki bilinci kazandırır, o yaşlardan itibaren güzel sesin ve bu sesten gelecek şifanın manasını da keşfetmesini sağlardı.
Akıl hastalarına özel hassasiyet
Her devirde 'güzel sanatlar akademisi' görevini üstlenmiş olan tekkeler, Batı'nın 'alla turca' olarak tanımladığı askerî müziğin çıkış okulu mehterhaneler, saray okulu Enderun, musiki hocalarının yönetimindeki meşkhaneler, Selçuklu döneminde tohumu atılarak Osmanlı döneminde geliştirilen darüşşifalar, musiki gibi birçok yolla akıl hastalıklarının tedavi edildiği yerlerdir.
Avrupa'da bilhassa 15'inci yüzyılda akıl hastalarının sorgusuz sualsiz 'deli' denerek bir kenara atıldığı dönemde toplumlarındaki 'delilere' hassasiyet göstermişlerdir. Batı'da "Bunların içine şeytan girmiş!" denilerek yakılan akıl hastalarına darüşşifalar birçok farklı yöntemle çözüm aramış ve bulmuştur. Modern psikiyatrinin kurucularından Richard von Krafft-Ebing (1840-1902), 1897'de yayımlanan Traité Clinique de Psychiatrie adlı kitabında şunları yazmıştır: "Hıristiyanlık, akıl hastalarına ilgi göstermiyordu. Onları şeytan tarafından ele geçirilmiş yaratıklar şeklinde algılıyordu. Avrupa, akıl hastalarını tedavi etmesini Türklerden öğrendi. Türkler, bizden çok önce akıl hastalarına mahsus hastaneler kurdular."
İşte bu şifahanelerden biri II. Bayezid'in emriyle Mimar Hayrettin'e yaptırılmış, 1484'te temeli atılmış ve 1488'de hizmete açılmıştır. Edirne II. Bayezid Külliyesi olarak bilinen bu şifahanede altı kışlık ve dört yazlık odayla birlikte büyük bir musiki sahnesi yer almakta, burada icra edilen eserler darüşşifanın her yerinden aynı etkiyle dinlenebilmektedir. Şifahanenin mimarisindeki bu tip şaşırtıcı örnekler sebebiyle Mimar Hayrettin için 'Mimar Sinan'ın müjdecisi' denmiştir. 10 kişiden oluşan musiki heyeti hekimlerin raporları doğrultusunda her hasta grubuna farklı makamda eserler icra etmiş ve hastalıklarına kesin çözüm bulunmuştur. 1682'de Edirne'yi ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatnâme'sinde külliyeden "Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif (edilemez) ve kalemler ile yazılmaz" diye bahsetmiş ve burada musiki yoluyla yapılan tedaviyi şöyle anlatmıştır: "Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi hususunda bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı; hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletir, kalp atışlarının hızlanıp yavaşlamasına bakar, uygun makamı belirler ve ondan sonra tedavi başlar."
Haftada en az üç kez verilen musiki konserlerinin yanı sıra Mimar Hayrettin'in büyük bir incelikle düşündüğü şadırvanla da su vasıtasıyla tedavi uygulanırdı. Şimdilerde tüm Avrupa'nın su terapisi (Hydrotherapy) adıyla sunduğu tedavinin çıkış yeri Edirne'deki bu II. Bayezid Külliyesi'dir. Su sesinin yanı sıra güzel kokularla da psikolojik hastalıklara çözüm bulunan darüşşifada ücretsiz tedavi verilirdi ve haftada iki gün boyunca şehirdeki tüm hastalara yine ücretsiz ilaçlar dağıtılırdı.
Darüşşifa, kıyısında bulunan Tunca Nehri'nin neden olduğu sel taşkınları nedeniyle bir dönem çok zor bir duruma düşmüş, oldukça fazla maddi hasar meydana gelmiştir. Bugünleri yansıtan belge, sonradan sadrazamlığa yükselen Safvet Paşa tarafından dönemin sadrazamına yazılan mektuptur. Safvet Paşa şöyle der: "Tunca nehrinin suları kabararak taştığında sular, darüşşifadan içeriye girmekte ve bu zavallıların dizlerine kadar gelerek onları rahatsız etmekte. Edirne'de görev yapan valiler, halk arasında yayılan 'Edirne valileri eğer darüşşifayı görmeye gelirlerse, hemen görevlerinden azledilirlermiş' rivayetine inanarak darüşşifanın bu durumunu düzeltmek için en ufak bir çaba sarf etmedikleri gibi orayı ziyaret bile etmezler. Bu konuda söylenecek sözlerin pek etkisi olmayacağından, hoş olmayan bu durumun düzeltilmesi için hemen acilen bir çare bulunması lüzumlu ve gereklidir." [2 Muharrem 1292 (1875)]
Safvet Paşa'nın bu mektubundan kısa bir süre sonra çıkan 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Edirne ikinci kez Rusların işgaline uğramıştır. Rusların Edirne'yi boşaltmasından sonra da hizmete devam eden darüşşifa, 1883'te kapatılarak içindeki tüm akıl hastaları İstanbul'daki Topbaşı Bimarhanesi'ne gönderilmiştir. Zamanla İstanbul'daki akıl hastalarının oldukça fazla artmasıyla yeniden hizmete açılması gündeme gelmiştir. Hem tabip yetersizliğinden hem de odaların vaziyetinden dolayı hastaların yalnızca tecrit hayatıyla şifa aradığı Edirne Külliyesi'ni 1909'da modern Türk psikiyatrisinin kurucusu Dr. Mazhar Osman da ziyaret etmiş ve bazı hastaları yeniden İstanbul'a götürmek zorunda kalmıştır. "Ben artık Edirne için yaşıyorum." diyecek kadar Edirne aşığı olan merhum Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver de 1973 senesindeki bir Edirne ziyaretinde hayalini kurduğu Tıp Tarihi Enstitüsü Müzesi için bu külliyeden daha iyi bir yer olamayacağını düşünmüştür. 1916'ya kadar kısıtlı imkânlarla hizmet veren külliye, cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde 1950'lere kadar harap bir vaziyette kalmış, mahallelilerin koyunlarını bıraktığı bir yer olmuştur. 1960'larda ise Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce ciddi bir restorasyondan geçirilerek neredeyse yıkılmaktan kurtarılmıştır.
Külliyelerin müzeye dönüştürülmesi faydalı
Edirne II. Bayezid Külliyesi; günümüzde Sağlık Müzesi olarak kullanılıyor. 2004 yılında 'Avrupa'nın En İyi Müzesi' ödülü alan Sağlık Müzesi, sık sık kendi ziyaretçi rekorunu kırıyor. Külliyelerin metruk bir şekilde bırakılmasındansa müze olarak halkın ziyaretine açılması ve tanıtımının yapılması; tarihimizle olan kadim bağlantılarımızın yeniden keşfedilmesi yönünde büyük bir önem taşıyor. Külliye, restorasyon gördükten sonra Trakya Üniversitesi'nin ve İstanbul Ruh Hastalarını Readaptasyon Derneği'nin iş birliğiyle mankenler kullanılarak canlandırılmış, eski günleri yeniden yaşatılmaya çalışılmıştır.
Her makamda ayrı bir şifa
İmam Gazzâlî, İhya adlı eserinde "Mûsikînin kalp üzerinde hissedilir derece aşikâr bir tesiri mevcuttur. Mûsikînin etkisiyle harekete geçmeyen kişinin yaratılışında eksiklik vardır" der. "Ben göklere ve yere sığmam fakat mümin kulumun kalbine sığarım" kutsi hadisi ve "Mümin kulağından sulanır" hadis-i şerifi; insanın kulağından kalbine akan musikinin de şifa sunması ve hakikati işaret etmesi için bir ilham kaynağı olmuştur. Sadece darüşşifalarda değil çocuklara ve yetişkinlere verilen musiki eğitiminde de bunlara dikkat edilmiştir zira bazı makamlar bazı insanlara iyi gelmemekte, ters tepki yapabilmektedir. Çocuklara verilen eğitimlerde de onun ritim, nefes ve kalp reaksiyonları dışında mizacı, meşrebi ve merakı da önemli rol oynamıştır.
Akıl hastalıklarına rast, sinire ırak, hafızaya isfahan, boyun ve bel ağrılarına buselik, baş ağrısına revaî, kadın hastalıklarına nevaî, kalbe egule, üremeye hicaz, sindirime uşşak, kan dolaşımına nihâvend, sıkıntı ve bunalım hâllerinin yanı sıra otizm gibi hastalıklara hüseynî gibi makamların önemli oranda çözüm sunduğu tespit edilmiş ve birçok ünlü musikişinas icra ettikleri eserlerle hastalara şifa sunmuştur.
Hükümdar çocuklarının müzikle uyumaları önerilmiştir
Cevâmi'l-İlmi'l-Mûsıkî adlı kitabından ve düşüncelerinden çağlar boyunca yararlanılan İbn Sina, Şam'daki Nurettin Hastanesi'nde hastalarını musiki yoluyla tedavi etmiştir. Osmanlı sarayının hekimlerinden Musa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede tedavi yöntemi olarak müziği seçmiştir. Hükümdar çocuklarının beşikte müzikle uyutulmasını tavsiye etmiştir. Bir çocuğun tasavvur, tefekkür ve tahayyül dünyasının zenginleşmesi için müzik en önemli araçlardan biridir.
Son söz, Platon'dan: "Müzik en önemli eğitim aracıdır. Çünkü ritim ve makam ruhumuzun derinliklerine kadar sokularak bizi çepeçevre sarar, davranışlarımıza soyluluk kazandırır. İnsan doğru müzik eğitimi alırsa ruhu da güzelleşir, aksi hâlde tersi olur. Layıkıyla müzik eğitimi almış bir insan sanattaki ve doğadaki hatalarını ve eksiklerini bir bakışta sezer, güzel şeyleri sever ve ruhunu onlarla besler. Böylece güzelleşir."