Rahmet ve bereket kavramları nerede gündelik hayatımızda? İnsanın sonsuz acizliği ve Rabbine sığınma ihtiyacı bu arayışın neresine denk düşer? Hiç yaşlanmayacakmışız gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayarak aslında bir simülasyonun, bir aynalar oyununun içindeki döngüde kaybolduğumuzun farkında bile değiliz.
Arı sokmaya karşı soğuk cisimler değdirilir vücuttaki bölgeye. Bademcik ve boğaz ağrılarında karamış yaprağı ısıtılır ve sarılır. Bağırsak kurtlarında hastaya çiğ kabak çiviti yedirilir. Kabakulaklarda kara kabak pişirilip bölgeye sarılır. Kesiklerde tütün ve kartuli bastırılır yaraya. Uçuklarda ucu azıcık yanmış odun kullanılır...
Anneme Lacivert için şifa dosyası yapıyoruz dediğimde hemen sıralamıştı aklında kalan doğal şifa yollarını. Giresun'un Alucra ilçesinde çocukluğunu geçiren annem, diğer yaşıtlarına göre daha varlıklı bir ailenin kızı olsa da, anneannem birçok hastalığın tedavisini anneme de söylediği bu doğal yollarla yaparmış. Bir de şifa duaları vardır. Tabii bu dualar daha çok ruha şifa versin cinsinden tekrarlanan tekerlemelerden ibaret.
Karın ağrısı duası: Karnım karnım, içine yılan yavrusu, aldım eğri tahtayı, gittim eğri meşeye, ettum eğri sepeti, eğri sepet su tutmaz, Fatma'nın karnı ağrımaz, karnı ağrımaz, uğruç uğruç. Bir de romatizma hastalığına dair bir kocakarı inanışı varmış, o da şöyle: İpliği yedi kat yapıp bir düğüm atarken, üç Kulhuvallahu okunur, bu işlem yedi düğüme kadar tekrarlanır. İnanılarak yapılırsa romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenir…
Modern hayatımızın kalbine kurulan ilaç endüstrisi ve şürekâsı yukarıdaki tedavi yöntemlerine zinhar karşı olmamız gerektiğini öğütlüyor bizlere. Televizyonlarda, vesair yayınlarda görüşlerini bildiren doktorlar, vücut denilen makinenin nasıl çalışacağını harfi harfine anlatıyorlar. Şunu şöyle yaparsak şu hastalıktan kesin kurtuluruz diyen doktora diğer doktor karşı çıkıyor. Hele diyet meselesi... Baştan aşağı tartışmalı çözümlerden ibaret yaklaşımlarla dolu. Bir diyetisyen günde bir ekmeğin yenilebileceğini anlatırken, diğeri bir ekmeğin bile ölümümüzü hazırlayan yola taş döşediğini iddia ediyor.
İşin bir diğer tarafındaysa çeşitli şekillerde hayatımıza sirayet eden korkular var. Herkes ölümden korkuyor ve yine herkes içinde ölümün olmadığı bir hayat kurmak peşinde. Madrid Büyükelçiliği sırasında verdiği bir davette konukları Yahya Kemal'e Türkiye'nin o zamanki nüfusunun kaç olduğunu sorarlar. Yahya Kemal 80 milyon cevabını verir. Davetlilerden biri Türkiye'de daha geçenlerde nüfus sayımı yapıldığını gazetelerden okuduğunu ve oradaki resmi rakamın 15 milyon olduğunu söyler. Yahya Kemal ise "Ben ölülerimizi de saydım, zira biz ölülerimizle beraber yaşarız" der. İçinde ölümün barındığı bir hayatın insanıydı Yahya Kemal. Bizse ölümden uzak bir hayat yaşıyoruz ve yaşadığımız hayatın en iyi koşullarda geçmesi için önümüze sürülen imkânlardan birini seçmek zorunda kalıyoruz. Çok sağlıklı ve çok mutluyuz. Denize yakın evlerde ferah içinde yaşıyoruz. Yaşlanmıyoruz, yüzlerimize senelerin geçişinin bırakacağı izlerin sinmesini istemiyoruz. Mükemmel bir şimdinin, mükemmel insanları olmak niyetindeyiz. Tüm çalışma hayatımızı da ona göre dizayn ediyoruz, çocuklarımızı ona göre yetiştiriyoruz. Çok kazanıyoruz ve doğal besleniyoruz. Her şeyin çoğunu istiyoruz.
Gazetelerde, TV'lerde sürekli cinsellikten bahsediliyor ve bunalan insanın çıkış kapılarından birisi olarak gösteriliyor. Haz üzerine odaklı bir zaman dilimi seçmemiz isteniyor. Haz duymadığımız şeyler öcü gibi gösteriliyor. Gönül ve kalbin işaret ettiği duygular bile direkt olarak cinselliğe bağlanıyor. Bedenlerin pornosunu izliyoruz her yerde. En açık giysiyi giymek, en iddialı ve en cesur davranış biçimi olarak gösteriliyor. 'Bugün çok çalıştın artık rahatlamalısın' diyor açıkgöz reklamcı. 'Senin için bazı seçeneklerim var. Bu seçeneklerden birini seç ve buhrandan kurtul.' 'Dar boğaza girmiş hayatını neşelendirmelisin' diyor terapistin. Hayata dair en doğal şeyler bile rayından çıkarılmış durumda. Metropollerde ultra güvenlikli, ultra steril bir hayatçık pay ediyorlar bize. 'Kirlenmek güzeldir' diyorlar, 'çünkü çözümü bizde.' Reklam filminde önce korkutuyor bizi senarist. 'Eğer bu ürünü kullanmazsanız evinizi böcekler basar.' Böceklerden yani doğal hayattan uzaklaşmamızı istiyorlar. Her şeyin ilacı var artık, hatta ölümün bile. Facebook profilleri ölümden gün çalıyor. Binlerce ölünün profili apaçık duruyor artık. Arkadaşlarının ölüm yıldönümlerinde üzgün yüz smile'ını kullanarak en güzel fotoğrafının altına yorum bırakıyorlar. Kimsenin kimseye dua okuduğu yok. Kar, bir taşra kasabasına gerçekten kar olarak yağarken, bir metropole sorun olarak yağıyor. Çocuklar yerden ısıtmalı anaokullarında yağmur kokusunu teneffüs etmeden yağmurun bulutlarda nasıl oluştuğunu öğreniyorlar. Plazalarda en alt kata itilmiş mescitlerde geçiyor 'Allahümmse salli ala seyyidina' nidası. Cuma gelince beyaz yakalılar plazalarından çıkıp kendini laik olarak tanımlayan semt camiinin imamının arkasında namaz kılıyor. Modern hattat diye bir canlı çıktı. AVM'lerin ortasında hat ve ebru satıyorlar, alttan alta muhakkak bir ney sesi yükseliyor ve tam karşısındaki iç çamaşırı mağazasından Amy Winehouse'un hırçın sesi karışıyor kalabalığın uğultusuna. Kanserden üçer beşer değil biner iki biner ölünüyor ve check-up endüstrisinden birileri her gün cep telefonunuza 'check-up yaptır ölümden kurtul' diye mesaj atıyor.
Con Ahmet'in devridaim makinesi
"Con Ahmetlik yapma!" deyimini hiç duydunuz mu? Bu deyim daha çok hiçbir işe yaramayan buluşlar için kullanılıyor. Uzun yıllardır deyimler ve atasözleri hakkında düşündüğüm için bu deyimi ilk duyduğumda gerçekten şaşırmıştım. Deyimin bir de hikâyesi var: Bir zamanlar Con Ahmet isimli bilgisi kıt bir kişi, bedava enerji üreten bir makine yapacağım diye tutturmuş. Demiş ki, "Bir aküyle bir motoru çalıştırır, bu motorla da bir dinamoyu ve dinamodan alacağım elektriğin bir kısmını da yine akü ve motora vererek geri enerjiyi de ben kullanırım ve sonsuza kadar mutlu yaşarım."
Con Ahmet'in bu buluş merakı zamanla bir deyime dönüşmüş. İşin ilginç tarafı ise geçenlerde gazetelerde çıkan bir haberde saklı idi. Erke Dönergeci adıyla üretildiği söylenen makine Con Ahmet'in makinesiyle benzerlikler taşıyordu. Fizik biliminde sonsuz enerji üretmenin imkânsız olduğunu biliyoruz. En azından enerji üreten bir makinenin kendi enerjisinin altında enerji üretebildiğini... Bu başka bir tartışmanın konusu elbet. Fakat Con Ahmetlik yapma ikazı bir milletin hayal kurabilme yeteneğini elinden almak için bulunmuş bir deyim gibi gelir bana hep.
Con Ahmet'e gösterilen kadirşinaslık (!) bugünlerde yeniden moda olan kocakarı ilaçlarına da gösterilmeye başlandı. Kurtuluşumuzun doğal hayatta olduğunu vazedenler o sahayı da boş bırakmadılar. Oysa gelişmeci, ilerlemeci teknolojik hayatımızın içindeki tüm veriler şehirli bir hayat üzerine kurulu. Ve şehirli hayatın içinde sağlıklı olmayan bireylere yer yok. Con Ahmetlik yapma diyenler, eskiden kocakarı ilaçlarına bel bağlanmaz diyorlardı. Günümüzde ise neredeyse her semtte bir aktar dükkânı açıldı ve hepsinin de farklı tedavi önerileri var. Taşlardan, sihirli bitkilere kadar metropol insanı şifa arıyor.
Fikirde ve siyasette sürekli tekrarlanan 'gelişmecilik' diskurunun hayatımızın içindeki diğer alanlara da sızmış olması gerçekten korkutucu. Kişisel gelişim meselesi mesela. Son yıllarda daha çok duyduğumuz bu kelimenin altında insanın bir 'hayvan' olarak tanımlanmasının kodları gizli. Zaman tasarrufu ve verimlilik çalışmalarını düşünün. Bu kodların etkisiyle yazılan gelişim kitaplarının büyük kısmı Batılı bir hayatın getirdiği iş hayatı enerjisinin kaybolmaması için yazılmış metinler. 'Sınırsız güç', 'içindeki devi uyandır', 'duygusal zekâ…'
NLP'nin tanımına baktığımda şunu görüyorum: 'NLP, insanın yaratılıştan sahip olduğu mükemmelliğini, kabiliyetini ve insan davranışlarını şekillendiren şuurlu veya şuuraltına ait durumları inceler. Böylece daha iyi düşünebilme yollarını göstererek, kendini keşfedebilmesini sağlar.' Sihirli kelime burada işte, 'kendini keşfedebilmek…' Sanki insan kendinden uzakmış gibi. Peki ya insanın içindeki dev nedir? O da sınırsız gücü elinde tutan canavar, bu kitapların yazarlarına göre. Bir gün Amerika'yı uzaylılardan kurtaracak olan efsanevi kahraman o. Uyanışını sağlamak için itici bir güce ihtiyacı var. İş hayatındaki sınırları geçmeli, rakipleriyle savaşarak çalıştığı şirketin kârlılığını artırarak kendi başarısını tamamlamalı o canavar. Böylece kendini ispat edecek. Çocuklarına ve yakınındaki insanlara da 'başarmış' bir insan olarak anlatılacak. Çünkü o, hayatını kurtaranlardan birisi. Kurtulmuş ve feraha ermişlerden biri.
Bir de işin 'mistik fanteziler' üretilen yanı var. Mutsuz, umutsuz ve kendini kaybetmiş bu insanın 'kayıp kendini' aramasına Hinduizm, Budizm, Brahmanizm ve Tao gibi öğretiler eşlik ediyor. İşi 'Taocu seks'ten 'çocuk yetiştirmenin Tao'su'na kadar vardırdılar. Her ihtiyaca bir Tao, her eksiğe bir Budizm iyi gidiyor. Nasılsa bu insanlar sert yaşamlarının içinde bu öğretilerle kurdukları temas sayesinde kurtulanlardan oldular. Bir de yeni bir bilgelik türü icat ettiler. Kitabı bile var: Ferrari'sini Satan Bilge. Oysa gerçekten bilge olsaydı Ferrari'sini satmazdı, bağışlardı.
Hoşça bak zatına
'Her şeyi başarabilirsin çünkü güç sende' diye diye insanın yaratılıştan gelen özelliklerinin üzerine giden ve insanı hayvana yaklaştırmak isteyen bu öğretilerin hiçbirisinde öz ve hikmet yok hâlbuki. Çünkü öz ve hikmetin insanı götüreceği yoldan rahatsız oluyorlar. Şeyh Galip ta 18'inci yüzyılda şöyle diyor o meşhur beyitinde:
"Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
Kendine iyi bak ki, alemin özüsün sen. Kâinatın gözbebeği olan insansın sen. Merkez tasavvurunu insan üzerinden ele alan bu anlayış, içindeki devi uyandırmayı değil, onu öldürmeni istiyor senden. İşte o zaman gerçekten insan olabileceğini, kâinatın özü olanı o zaman yakalayabileceğini söylüyor. Hayatın zihni bir macera ve disiplin olduğu fikrinin üstünü çiziyor Şeyh Galip'in beyiti. Rahmet ve bereket kavramları nerede gündelik hayatımızda? İnsanın sonsuz acizliği ve Rabbine sığınma ihtiyacı bu arayışın neresine denk düşer? Hiç yaşlanmayacakmışız gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayarak aslında bir simülasyonun, bir aynalar oyununun içindeki döngüde kaybolduğumuzun farkında bile değiliz. Oysa kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'in Nahl Suresi'nin 97'nci ayeti yaşadığımız bu simülasyonu tüm açıklığıyla aydınlığa kavuşturuyor: "Erkek olsun kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz."