Sosyal medyanın beden inşası
Çok soğuk bir kış günü, ilk yarıyıl, final haftası, her gün sınav var. Uykusuz ve yorgun geceler birbirini takip ederken sabah 6'da uyanılıyor, fön çekme eylemi gerçekleştirilip okula öyle gidiliyor. Yani bu iddia zannederim bu şekilde gerçekleşiyordur.
Bedenin sosyal faktörler tarafından etki altına alınması, doğasından koparılması ve kontrol edilmesi yeni bir şey değil. Bu sosyal faktörler tekrar tekrar üretiliyor ve yeni kontrol mekanizmaları oluşturuyor. Çok sık tekrar edildiği üzere burada amaç; zamanla diyet, spor, yaşam tarzı, kozmetik cerrahi gibi alanlarda işlevsel ve tüketim halinde bir beden üretmek, bu bedeni insan ve toplum arasında kurulan bağ içinde var etmek ve bedenin topluma dönük yüzünü gerçekleştirmek... Ne yazık ki bu gerçekleştirme araçları insanı gittikçe köleleştiren bir düzleme savurmakta ve çeşitlenmekte.
Foucault'un tarihsel beden ve iktidar ilişkisine göre insanoğlu 20'nci yüzyılda köleleştirme, otoriter müdahaleler veya zorunlu beden politikalarından kurtulmak ve özgürleşmek arzusundadır. Ve bu arzusunu, çeşitli tahakküm araçlarına karşı direnerek iktidarla olan ilişkisini gözden geçirip, farkındalık oluşturarak başarabilir. Her tür iktidar ve beden arasında kurulan klasik tahakküm ve müdahale yöntemlerini bir kenara bırakırsak, günümüzde iktidar ve müdahalenin doğası sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile bütünüyle değişmiş gözüküyor. Var olan birçok sosyal kodu kaldıran, ama hiç var olmamış pek çok şablon ve sınırlandırma getiren sosyal medya ile insan bedeni arasındaki ilişkiyi Foucaultyen bir analiz ile okumak mümkün.
1995 yılında Almanya'da sergilenen Gunther von Hagens'in 'Body Worlds: Orijinal Vücut Dünyası-Yaşam Döngüsü' sergisi büyük ilgi gördü, dünyanın çeşitli memleketlerini dolaştı ve 2010 yılında Türkiye'de de uzun süre sergilenerek büyük beğeni topladı. Body Worlds sergisi, insan bedenini dış hatları ile sergilemiyor, yani beden için sınır kabul edilen ve iç/dış algısı oluşturan deriyi kaldırarak, deri altındaki yapıyı sergiliyordu. Teknolojik imkânlar kullanılarak hazırlanan sergide deriden ustaca sıyrılan vücut; kas, organ, damar yapı bütünlüğünde sergileniyordu. Sergilenen vücutların yasal olmayan yollardan elde edildiği, bedenlerin çoğunun bağışlanmış değil, sahipsiz olduğu iddiaları ile sergi aleyhinde pek çok dava açıldı. Lakin sonuçta milyonlar, bütün dünyayı gezen bu sergiyi hayranlıkla izledi ve çocukları en çok etkileyen okul gezilerinden oldu.
Sergi ile ilgili tartışmalar bir yana, insan bedeni deriden ayrıldığı zaman estetik bağlamı dışına çıkıp tıbbi bir nesne olabiliyordu. Dolayısıyla kas-kemik-damar bütünlüğü, Lacan'ın deyimi ile bir ortopedik bütünlük değil ve dolayısıyla bir beden de değil. Beden aslında deri ile sınırlandırılmış ve sosyal bir anlam yüklenmiş bir var olma şekli. Bu yüzden hiçbir beden, kendisine yüklenmiş anlamlar dışında tahayyül edilemez. Bedene derinin koyduğu sınır onu salt sosyal bir varlık haline dönüştürmüyor, aynı zamanda sınırları dışına çıkılamayan bir alan yaratıyor insana.
Koşarken, görme eylemi içinde iken, duyarken, yerken, içerken alt ve üst limitler ile hareket ediyor. Bu hali ile beden, sosyal alan içinde kurgu oluyor ve biz eylem yapmaya başladığımız anda bir kurguyu gerçekleştirme eylemi içinde bulunuyoruz. Beden bu bağlamda sadece maddi olarak incelenebilecek bir varlık olmaktan ziyade sürekli değişen bir metafizik yanın ve oluşun da izdüşümünü oluşturuyor. Yani varoluşun haz, arzu, ölçülülük gibi parçalarını bütünlerken, beden olarak var olmadığı ortamlarda bile bu varoluşun metafizik izdüşümünü belirliyor. Bu anlamda sosyal medya bedenin metafizik izdüşümü ile benliğin varoluşu arasında kurulmuş bir sahne gibi.
Yaşam tarzı yeni disiplin nesnesi
Bugüne kadar biyo-politikalar bedenin arızi davranışlarını tespit ederek ona göre çözümler üretmek ve politikalar geliştirmek gayretinde oldular. Hâlbuki bu durum arızi davranışları hiçbir zaman azaltmadı. Bugünün dünyasında artık çok çeşitlenmiş tahakküm araçları ile insan/iktidar/birey ilişkisi çok karmaşıklaşmış bir düzlemde duruyor. Bazen iktidarın bir parçası, bazen tahakküm altındaki nesne oluyor.
Günümüzde bedeni kontrol altında tutma formları genellikle mutlu bir yaşam vadediyor. Bunu yaparken daha evvel öğretici mesajları çekinmeden veren otoriter sistemlerin disiplin kurma araçlarının aksine, özgürlük vaadi ile yapıyor. Yani yaşam tarzı, yeni disiplin nesnesi oluyor. Üstelik yaşam tarzının sosyal medyadaki uzantıları bu kontrolü daha açık bir kitle için mümkün hale getiriyor. Yani bize bir bakıma bütünüyle bireyselleşmenin imkânsız olduğu bir ortam sunuyor.
Bedenler siyasal iktidarların askerlik, hapis, eğitim, sağlıklı beslenme, kürtaj gibi müdahale alanlarının dışında artık moda ve estetik çılgınlığının müdahale yörüngesine girmiş durumda. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hızla artan tüketim toplumunun nesneleştirme kültürünün keşif kolunu ise, son yıllarda sosyal medya üstleniyor. Artık tahakküm; eğitmenler, bürokratlar, medya eli ile değil, sınırları belirli alanlarda üretilen; ait olma, gözükme ve fark edilme çabasının kıskacında gerçekleşiyor.
Mesela Instagram'a bakalım, kendilerine verilen alanda bir özne olarak var olmuş kimseler aslında sayısız denklemin nesnesi ile kendi olmanın dışında bir sosyal âlemin içinde yaşıyorlar. Her istendiğinde ulaşılabilen ve genellikle esrarengiz bir kurgu ile sunulan bedenler aslında hiç var olmamış gibi.
Doğruluk, yanlışlık, ahlak ve etik gibi disipline edici bağlayıcılardan ari kılındıkça özgürleşeceği düşünülen bedenler o Instagram profilinde bu bağlayıcılar olsun ya da olmasın aslında bir kıskacın içindedir. Denetim mekanizmalarından kurtulmuş olmak, bedenin özgürleşeceği ve bireyin gerçekleşeceği anlamına gelmez. Bedenin değil ama bir haz duygusunun (mesela bir yemeğin) veya arzunun teşhir edildiği sunumlarda ise insanın kendisi ile kurduğu haz ilişkisine verilen bir değer vardır. Mesela hiç kimse kendisini elleri ile pişmiş bir tavuğu parçalayıp yerken fotoğraflayıp paylaşmak istemez. Ama bu şekilde bir yemek yeme performansından çok haz alıyor olabilir. Veya Ege'de küçük bir balıkçı kasabasında derme çatma kurulmuş bir masa üzerindeki köhne bir tabaktaki kızarmış balık ve yanında biçimsizce doğranmış bir çoban salatası lezzet olarak haz duygusunu göklere çıkarmış olabilir. Ama bu durum, haz duygumuzun sansürsüz sunum nesnesi haline geleceğini göstermez. İşte bu yüzden sosyal medyada her şey güzel, her şey tam ve düzgün, bütünlük içinde, maddeleşmiş ve mutludur. İlla ki mutludur. Çünkü aslında çağımızın disipline edici öğesi olan yaşam tarzının vadettiği kadar mutludur, vadettiği gibi mutludur. Gerçekte bu duyguların nasıl yaşandığı kimseyi etkilemediği gibi alınması istenen bütün mesajlar da müdahale ve tahakküm ile dikte edilmektedir. Bir sonbahar günü yaprak dökümünün hüzünlü olduğu; yorgunluğun çay, kahve, battaniye ve kitap ile geçeceği belli bir erk tarafından dağınık mesajlar halinde verilmektedir.
Bu dağınık mesajlar içinde talepler bir toplanma yeri gibi resim altı beğenileri, paylaşımlar, yorumlar olarak kendini gösterir. Bu şekilde erk tarafından istenenler ve istenmeyenler hem açıkça ilan edilir hem de bireylere bir yol gösterilir. Paylaşılan fotoğrafın aldığı beğeni, bir sonraki fotoğraf için bir kontrol kaydı oluşturur.
Bir cezalandırma metodu olarak takibi bırakmak
Sosyal medya, hepimizin sosyal normlar açısından kişisel devrimimizi yaptığımız bir yer. En güçlü kozu ise insanın yalancı varlığı. Kimlik ve kişilik arasındaki ilişkiyi koparmak ve bu ilişkinin kurulduğu kullanıcılarda bile muhakkak normlar dışında hareket alanı tanımlamaya çalışmak…
Bedenin gözükmediği mecralarda bile gizli kimlik ile kişiliğin performansı, statü, benlik, öznelik, birey olma mücadelesini yürütmeye çalışmak.
Peki, normların ve öznelerin flulaştığı bu ortamda bedenlerimiz salt metafizik bir izdüşüm olarak mı var oluyor? Bu noktada sosyal medyanın sanal olandan gerçek olana sıçraması devreye giriyor. Modern hukukta kocaman bir boşluk olan, gerçekte kanun dışı olanın sanalda da kanun dışı olmasının sağlanamaması sorunsalı sosyal medya aracılığı ile küfür, hakaret, intihar gibi sonuçlar doğurabiliyor. Tabii sık sık gazetelerde okuduğumuz gibi Facebook üzerinden mutlu evlilikler de bu sıçramaya dâhil. Lakin sanal olanın ekrandan çıkıp hayatımıza dokunan bu yanı bir gerçekse eğer, hayatımız üzerinde kontrol de oluşturuyor ve aslında hangisi gerçek hangisi sanal veya rüyanın kaçıncı katmanındayız hissini uyandırıyor.
Sosyal medya bu hali ile yerleşik doğruları yanlışlayan, sınırları yok eden, mahremiyeti öldüren, kırmızı çizgileri silen -güya- bir özgürleştirme alanına sahip ama yeni doğrular belirleme ve yeni sınırlar çizme konusunda başka bir potansiyele sahip. Önce alışkanlıklar kazandırıyor sonra bu alışkanlıkları doğrulara transfer ederek kendi estetik ve ahlak alanını oluşturuyor. Bu formda beğenilmeyen, hoşlanılmayan, 'unfollow' edilmek, 'bloklanmak' gibi yeni cezalandırma biçimleriyle karşılaşıyor.
Sözde yerleşik kalıplara aykırı, klasik özgürlük tanımı içinde toplumla muhakkak kavgalı, dinin oluşturduğu alana mesafeli ama sosyal medya ana çizgisine bütünüyle uyumlu bir formda insanın fabrika ayarları tekrar şekilleniyor. Sosyal medya, bir üst kimlik kuruyor ve özneyi karakter sınırı, profil alanı, boyutlar, şekiller, beğeni ve bloklanma kalıplarına dökerek denetim altına alıyor ve aslında öznelliğe boyun eğdiriyor. Görüşlerin karşılık bulması, onaylanması, reddedilmesi aslında çok dar süreçlerde belirleniyor.
İnsanın huzur arayışı, paylaşma arzusu, sığınma ihtiyacı, beğenilme isteği sadece bir teşhir alanında zavallı bir şekilde takdir edilmeyi beklerken benlik kurgusu da gri çizgilerini kaybedip kutuplaşıyor. Üstelik bütün bunlar herkesin her dediğinin 'Kral çıplak' olduğunu zannettiği bir ortamda gerçekleşiyor. Bu fütursuz özgürlük alanı gerçeklikle her zaman rasyonel bir eylem alanında buluşmuyor. Mesela kendi hayatında hiç suç işlemeyen birisi sosyal medyada hakaret, küfür, taciz sayılabilecek bir sürü yasal olmayan işe karışmış olabiliyor. Çünkü burada beden için başta bahsettiğimiz sınırlar kalkmış ama insan, bedenin rasyonalitesi ve gerçekliğinin imkânsızlıkları içinde müthiş bir ölçüsüzlük haline düşmüştür.
Zira özgürlüğü sınırlandıran bütün dışsal eylemler sanal dünyada sınırlandırılmıştır. Beden burada kendi sınırlarını iç dünyasında aşmış olmanın keyfini sürmektedir. Benlik inşasında, iletişimde, haz almada, erdemde ve etkileşimde… Tutumlar açısından kaybedilen sınırlar insanların cep telefonları ve bilgisayarları ile kurduğu beden ilişkisini hatta başparmağın kullanımını dahi etkilemiştir. Ve belki de insanı sonu gelmez bir özgürlük alanı/talebi fasit dairesine sokmuştur. Bir fotoğraf ile profile hapsolmuş bedenler kendilerine zaman ve mekânın dışında yeni sınırlama alanları oluşturmayı başarmıştır. Yani Foucault'un dediği gibi özgürlük talebi, dışsal sınırlamalardan bağımsız bir özgürlük ve direnme olsa bile insan sosyal medyada etkinlikleri aracılığı ile kendisini gerçekleştiremez hatta normların dayattığı söyleme tabi olmaktan kaçarken şablon kurallara, çizgilere, açılan pencerelere tabi olur. Doğadan bütünüyle kopmuş, bedenin sınırlarını ihlal etmiş, kanaat ve kural tasarımını yıkmış ama beden inşasında imaj kültürünün, tanımlamaların, yaşam tarzının ve dar bir estetik perspektifin iktidar olma çabası ile karşı karşıya kalmıştır.