Fatmanur Altun: Gök kubbede hoş bir seda bırakmak

Gök kubbede hoş bir seda bırakmak
Giriş Tarihi: 30.3.2015 17:44 Son Güncelleme: 17.4.2015 10:08
Fatmanur Altun SAYI:12Nisan 2015
Ölüm hiç yokmuş gibi kurgulanmış bir dünyada ölümü hatırlatan, yürüyen bir kanıttır yaşlı! Keyifleri kaçıran, huzuru bozan bir varlıktır. Kısacası düzeltilmesi gereken bir sapmadır. Bir an önce şu yaşlı halinden sıyrılmalı, şöyle kendisine bir çeki düzen vermeli, kendisini bırakmamalıdır. İnsanın korkularından halas olduğu bir dünya, modernlik anlatısının belki de en can alıcı temalarından biridir. Buna göre modernlik öncesi hayat, tabiatın kaprisleri ve insanın cehaleti tarafından gölgelenmiş karanlık bir dönemdir. Kıtlık-kuraklık, salgın hastalıklar, vahşi tabiatın engellemeleri ve kanlı savaşlar tarafından belirlenen bu dünyada insan, yarının ne getireceğini bilmeden, büyük bir korku içinde yaşamaya mahkum edilmiştir. Bu nedenle günümüz insanı, endüstrileşme ve teknolojik ilerleme tarafından hatları çizilmiş olan modernliği büyük bir başarı hikâyesi olarak okumaya yatkındır. Artık tabiatın kaprislerine boyun eğmek zorunda olmadığını, yarınını belirsizlik içinde beklemekten kurtulduğunu ve böylece özgürleştiğini düşünür.

Tüm bu 'çok satan' özgürlük, korkulardan kurtulma söylemleri resmin bir tarafı, hakikatin bir yüzü olarak görülebilir elbette. Peki her şey bundan mı ibaret? Modern insanın sadece tabiata galebe çalmakla bütün dertlerinden kurtulduğunu ve özgürleştiğini düşünebilir miyiz? Bunu cevaplamadan önce modern insanın içerisinde yol aldığı karmaşık toplumsal ve kültürel düzenekleri konuşmak durumundayız. Modern insanın atalarınınkinden çok daha sofistike olan mücadelesini, korkularını ve kaygılarını ancak bu şekilde bir parça anlamlandırabiliriz.

'Ölüm'süz dünya!

Modern insan, ölümün olmadığı bir dünyada yaşadığı düşüncesiyle kuşatılmıştır. İnsanların güçleri, servetleri ve güzellikleri ile var olabildikleri bu dünyanın sonsuza kadar devam etmesine dair güçlü ihtiras, insan yaşantısının bütün yönlerini hakimiyeti altına almıştır. Ölümün unutulması, yokmuş gibi davranılması modern kültürel dinamiklerin, toplumsal ve kişisel ilişkilerin yürütülmesi için hayati önemdedir. Bu nedenle durup dururken ölümden bahsetmek büyük bir kabalık olarak görülür. Hele cenazeler!.. Kaybedilen çok yakın biri değilse nezaketen gidilen ve kısa sürede dönülüp, bir an önce unutulması gereken tatsız deneyimlerdir. O denli tatsızdır ki cenaze törenlerinde nispeten fazla sayıda insan olsa bile, naaşın toprağa verilmesi sırasında pek az insan mezar başında bulunur. Çoğu insan için travma ile yan yana anılan bir tecrübedir bu da. Sanki 'her nefis ölümü tat'mayacakmış gibi…

Modern kültürel ürünlerin neredeyse çığırtkanlığını yaptıkları gençlik güzellemelerinin de büyük oranda ölümün hayattan çıkarılması (!) ile ilişkisi vardır. İyi, güzel olan her şey gençlik ile bağlantılıdır. Yaşlıya ve yaşlılığa bakış da bu hakim anlayıştan bağımsız değildir.

Bir sapma olarak yaşlanma

Sonsuza kadar yaşamayı arzu eden insanı en çok ne rahatsız edebilir? Tabi ki yaşlanma ihtimali. Zira yaşlanma ölümün 'prömiyer'idir. Yaşlandığını fark eden insan, öleceğinin de farkına varmış olur. Yaşlı insanların kendilerinden bahsederken 'artık bir ayağımız çukurda' demeleri bu farkındalık sebebiyledir.

Ölüm için belirli bir yaş olmamasına rağmen bu lafı yalnızca yaşlı insanlardan duymamızın sebebi, genç insanların öleceklerini henüz fark etmemiş olmalarıdır.

Ölüm hiç yokmuş gibi kurgulanmış bir dünyada ölümü hatırlatan, yürüyen bir kanıttır yaşlı! Keyifleri kaçıran, huzuru bozan bir varlıktır. Kısacası düzeltilmesi gereken bir sapmadır. Bir an önce şu yaşlı halinden sıyrılmalı, şöyle kendisine bir çeki düzen vermeli, kendisini bırakmamalıdır. Bunun için koca bir anti-aging (yaşlanma önleyici) endüstrisi devrededir. Bu endüstrinin nimetleri olan yaşlanma önleyici kremler, kimyasal ürünler, bunların da yetmediği yerde estetik ameliyatlar emrine amadedir yaşlının.

Yaşasın yaşlılık!

Oysa insanın yalnızca bedenidir yaşlanan. Hayatın ilk günlerinden itibaren kesintisiz devam eden bir süreçtir bu. Öte yandan beden yaşlanırken, bilginin, görgünün, tecrübelerin giderek arttığı görülür. Ve bu haliyle yaşlanma denen olgu, yeryüzünde insan yaşantısının devamı için hayati önemde olan tecrübe aktarımının ana dinamiğidir. Yavaşlayan, hayatın yüklerini nispeten sırtından atan insan, artık olan bitene etraflıca bakmaya ve bunları çözümlemeye hazırdır. Yaşlıların bir parça konuşkan olmaları bu sebepledir. İşleri başlarından aşkın gençler ve orta yaşlılara göre, ihtiyarlar hayatta neyin önemli neyin önemsiz olduğunu kavramaya daha yatkındırlar.

Eğer tecrübenin kıymetinin olduğu bir vasattan söz ediyorsak, bu kavrayışın hiç değilse toplumsal planda önemli etkileri olduğu yadsınamaz. Geçmişin hatalarının tekrarlanma olasılığının azalması yahut birikimli yapısı nedeniyle birden fazla aktör, hatta nesiller tarafından oluşturulan bilginin inşa sürecine hız verilmesi, niteliğinin yükselmesi ve hikmete kapı açılması bu kavrayışın ilk akla gelen sonuçlarıdır. Tüm bunlar yaşlılığa ilişkin bugün hiç de revaçta olmayan anlayışlardır. Her ne kadar bugün özellikle Batı'da giderek hayatın tüm alanlarını kuşatan 'anti-aging' çılgınlığına karşı bir 'art of aging' (yaşlanma sanatı) akımı başlamış olsa da, bu son derece cılız bir akımdır ve içi tam olarak doldurulamamıştır.

Gençlik mi yaşlılık mı?

Tüm bu tartışmalar ışığında, gençliğe yapılan güzellemeler yerine yaşlılığa mı methiyeler düzmeliyiz? Gençliğin mi yaşlılığın mı safında yer tutmalıyız? Aslında bu noktada karar alıcı konumda olmadığımız için tüm bu sorular da nafiledir. Her insan dünyaya geldiği andan itibaren gençlik, yaşlılık ve ölüm basamaklarını bir bir ziyaret ediyor. Yaşlılığın da gençliğin de kendine göre güzellikleri ve insan yaşamına katkıları var. Burada belki de söz konusu edilmesi gereken konu, insanların algılarının, doğal işleyişi kavrayamayacakları şekilde nasıl bozulduğu ve fıtratları ile mücadele içine çekildikleri olmalıdır. Bu öyle bir girdaptır ki içinde güzellik kavramı giderek daralmış, ruhtan, kişilikten ve tabiatla olan bağlarından soyutlanmış bir kabuk haline gelmiştir. Yalnızca göz tarafından algılanan ve genç olan güzeldir. Erdem kadar geniş bir kavramın, bu daracık güzellik tanımı içerisinde yerleşebileceği alan kalmamıştır. Bu durumun doğal sonucu, ellerindeki aynalara 'Ayna ayna, güzel ayna! Söyle bana var mı benden güzeli?' diye soran ve her defasında aldığı cevaptan bedbaht, avuçlarının içinden kayıp giden gençliği ve güzelliği yakalamak için çırpınan, varoluşsal enerjilerinin büyük kısmını bu yola hasreden geniş kitleler olmuştur. Hal böyle olunca insanlığın tarih içerisinde başı dik yürüyebilmesinin yegane koşulu olan erdeme ve hikmete kapılar kapanmış, ruhsal gelişim 'yapılması gerekenler' listesinden çıkarılmıştır. Oysa yaşlanma da ölüm de birer büyük hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Tam da bu noktada şu haklı soru gündeme gelmektedir: Herkes yaşlanacak yahut ölecekse, yaşlanmaya karşı çıkmanın yahut ölüm yokmuş gibi yaşamanın kime faydası olabilir?
Yaşlanmayacağımızı vadedenlerle bu algı üzerine koskoca endüst-riler inşa edenlerin aynılığı bu noktada dikkat çekici biçimde karşımıza çıkmaktadır.

Kozmetik üretiminden, estetik ameliyatlara kadar uzanan bu endüstriler için kitleler tüketiciden başka bir şey değildir. Bozulan algıların yarattığı toplumsal ve psikolojik sorunlar ve bu sorunların insanoğlunu karşı karşıya getirdiği tehlikeler, bu endüstrilerin kurucularının ve yürütücülerinin gündeminde bile değildir.

Ne var ki bu endüstriler karşısında insanoğlunun tamamen çaresiz olduğunu düşünmek de yersizdir. Tabiatın düzenine ayak uydurmaya çalışmak, bozulan algımızı onarmanın belki de ilk ve en önemli adımı olacaktır. Yaşlanmayı yüce gönüllülükle kabul edip, ölümü hatırlayabildiğimiz takdirde, birer kobay faresi gibi içinde koşturup durduğumuz çarkların içinden çıkabiliriz. Bu dünyadaki geçici varlığımızı ve öte dünyanın imkanını düşünmeye başladığımızda, genç, gürbüz bedenlerimizin ve onların önümüze koyduğu imkanların da, yaşlı, olgun, tecrübeli zihinlerimizin de aynı şeye hizmet edebileceğini görebiliriz: Yeryüzünde insan yaşantısını anlamlı hale getirmek ve gök kubbede bir hoş seda bırakmak…

BİZE ULAŞIN