Gönül Taban: Öl ama şişman olma!

Öl ama şişman olma!
Giriş Tarihi: 30.3.2015 17:38 Son Güncelleme: 17.4.2015 10:07
Gönül Taban SAYI:12Nisan 2015
Hiç ‘normal’ bir anım olmadı, ne çocukluğumda, ne ergenliğimde ne de genç kızlığımda. ‘En güzel’ diye nitelenen yaşlarımı şişman bir insan olarak geçirdim. Bir otobüse biniyorsunuz ve insanların dik bakışlarına maruz kalıyorsunuz, ‘neden iki kişilik bilet basmıyorsun’ der gibi. Zaten toplum içinde yemek yemek ayrı bir işkence, çünkü ‘normal’ insanlar kadar hatta daha az yeseniz bile, ‘onların’ gözünde çok yiyor oluyorsunuz. Doktora gitmek ise ayrı bir mesele. Basit bir grip bile olsan, onun suçlusu da kilolarındır. Öl ama şişman olma! Atalarımız "bir dirhem et bin ayıp örter" demişse de günümüzde sıfır beden furyası almış başını gidiyor ve asıl ayıbı belli bir kilonun üzerine çıkmış olanlar yapmış sayılıyor. Şişman olmanın bir ayıp, hatta bir kusur olduğunu ilkokula başladığımda öğrendim. İlk ezberlediğim ve kulaklarımda çınlamaya devam eden şarkı 'şişko patates, yarım kilo domates' oldu. O zamana kadar top top yanakları sürekli öpülen, makas alınan, boğum boğum etli kolları ve bacakları hemen hemen her gören tarafından ısırılan, sıkıştırılan bir çocuktum. Sevimli olduğumu hissederdim, okula başlayıp acı gerçekle karşılaşıncaya kadar.

Kaç kavgaya karışıp kaç çocuk dövdüm hatırlamıyorum bile, ama artık benimle dalga geçilmesi ve benim onları yakalayıp dövmem gündelik bir ritüel haline gelmişti. Avustralya'da doğmuştum, ama bir dönem ailem anavatana dönüş yapmayı denediğinden ilkokul birinci sınıfı Denizli'nin bir köyünde okudum. Kilolarımla ilk dalga geçilmeye başlandığında çareyi öğretmenlere şikâyet etmekte aramış ama büyük bir hüsrana uğramıştım. Ağlayarak şikâyet için gittiğimde öğretmenimin yüz ifadesini hiç unutmuyorum. Hafif gülümseyerek, 'ama şişmansın, bu yalan değil ki, arkadaşına ne diyebilirim!' deyip, zaten kırılmış kalbimin parçalarını alıp tamamen tuz buz etmişti.

O günden sonra hiçbir ortama rahat adapte olamadım. Daha sonrasında zaten Avustralya'ya döndük ve aynı zorlukları -Türkiye'de olduğu kadar olmasa da- orada da yaşamaya devam ettim. Okulun en şişman öğrencisiydim. Her ne kadar şimdi Avustralya'da obez sayılan insan sayısı nüfusun yüzde 60'ını aşmış olsa da, o zaman yok denecek kadar azdı.

Dalga geçilmeden, bir şişman yorumu almadan günü bitirmek neredeyse imkânsızdı. Evde akşam yemeği genelde işkence olurdu. Beni 'normal' insanların arasında 'normal' görmek isteyen anne ve babam tarafından lokmalarım sayılırdı. Belli bir zaman sonra zaten en acımasız eleştirmenlerim onlar olmuştu. Özellikle rahmetli babacığımın kilolarımla ilgili söylediği her biri beni derinden etkileyen sözlerinin aslında beni toplumun acımasızlığından koruma isteği olduğunu yeni anlıyorum. Bunu günümüzde başka anne ve babalarda da görür oldum. Küçük yaştan eğitilmeli tabii ki, doğru beslenmeye en baştan başlanmalı, ama o çocukların aşağılanarak, şişmanlık korkusuyla yetiştirilmesi içimi parçalıyor her şahit oluşumda.

Benim hiç 'normal' bir anım olmadı, ne çocukluğumda, ne ergenliğimde ne de genç kızlığımda. 'En güzel' diye nitelenen yaşlarımı şişman bir insan olarak geçirdim.

Demesi kolay tabi, 'az yeseydin'. İnanılanın aksine, şişman insanlar sabah akşam tıka basa yemez. Ben de aşırı yiyen bir insan değildim. Sadece küçük yaşlardan itibaren yanlış beslenmenin kurbanıydım. Hayat boyunca edindiğiniz alışkanlıkları yenmek kolay değildir. Ben kendimi bildim bileli, yani çocuk yaşlarından itibaren hep diyetteydim. Her Pazartesi yeni bir diyete girerdim. Mecburdum çünkü standartlara uymaya.

Hiç unutmam, çocukluk dönemimde, bir düğün dernek ya da bayram olduğunda anneciğim bana kıyafet bulamazdı. Kadıncağız hiçbir zaman çocuk reyonundan cicili bicili kıyafetler alma keyfini tadamadı. Daha 8-10 yaşlarında kadın reyonundan giyinirdim. Liseyi bile eşofmanla bitirdim, çünkü giymeyi deli gibi arzuladığım kot pantolonlara sığamıyordum. En büyük hayalim kot pantolon giyebilmekti.

Sanırım kilo bakımından beni en yıpratan dönem 2000'li yıllarda Türkiye'ye ilk geldiğim zamanlar oldu. Artık bir yetişkindim ve çalışmam gerekiyordu. İş ilanlarında belirtilen 'prezantabl' tabirinin benim gibi birisine 'sakın ama sakın başvurma' anlamına geldiğini bilmiyordum o zamanlar. Beni ilk defa gören insanların hiç çekinmeden büyük bir rahatlıkla kilolu oluşumdan, kendime ne kadar yazık ettiğimden bahsetmelerine, bu yaşta 'böyle' olmamın ne kadar kötü olduğunu söylemelerine, kaç kilo olduğumu sormalarına hiç alışamadım. Bir mağazaya adım atar atmaz 'burada size göre bir şey yok hanımefendi' ya da 'büyük beden kıyafetlerimiz en alt katta' sözlerini duymaktan bıkmıştım. Hatta bir defasında hiç unutmam, bir mağaza çalışanı elime alıp baktığım bir bluzu hiç istifini bozmadan 'nazikçe' elimden alıp geri yerine koymuş ve 'o size olmaz' demişti. Kulaklarım nasıl kızarmıştı, nasıl gelmişti ağzıma bildiğim bütün kelimeler ve nasıl çıkmıştım tek bir söz bile edemeden o mağazadan, hâlâ hatırlarım.

Zamanla en iyi şeyin dışarıya mümkün mertebe çıkmamak olduğuna karar verdim. Artık 25-26 yaşlarındaydım ve kendimi eve kapatmıştım. Çevirmenlik yaptığımdan, iş konusu da sıkıntı değildi. Gece gündüz evden çeviri yapıyordum. Ne kimseyle görüşmem gerekiyordu ne de bir yerlere çıkmam. Tahmin edersiniz, bu durum 'sorunu' çözmekten öte kilolarıma kilo katmama sebep oldu. Altı senenin sonunda canıma tak etmişti Türkiye'de yaşıyor görünüp de yaşayamamak. Pılımı pırtımı toplayıp doğduğum ülkeye dönmüştüm, çünkü ne anlamı kalıyor yaşayamadıktan sonra? Bir otobüse biniyorsunuz ve insanların dik dik bakışlarına maruz kalıyorsunuz, 'neden iki kişilik basmıyorsun' der gibi. Zaten toplum içinde yemek yemek ayrı bir işkenceydi, çünkü 'normal' insanlar kadar hatta daha az yeseniz bile, 'onların' gözünde çok yiyor oluyordunuz. Doktora gitmek ise ayrı bir mesele. Basit bir grip bile olsam, onun suçlusu da kilolarımdı. Öl ama şişman olma! Sanki düşünce yapısı buydu. Sonunda çareyi çok sevdiğim İstanbul'dan kaçmakta buldum.

Hep farkındaydım kilolu olduğumun. Kilolu olmayı hiç istemedim. Genelde neşeli ve mutlu bir insandım ama bedenimle hiç mutlu olmadım. Kilolarım yüzünden 1-0 yenik başladığımı düşünürdüm hep hayata, dolayısıyla o açığı farklı yönlerde kapatmaya çalıştım. Okul dönemimde en iyi öğrenci olmaya, iş hayatında en iyi çalışan, sosyal ortamlarda ise hep en iyi arkadaş olmaya çalıştım. Ama ne yaptımsa, kaç türlü diyet denedimse üzerimden bir türlü atamadığım o kilolar bir yerlerde mutlaka çıktı karşıma. Hayatımdan çalmasına izin verdim. Gerçi hayatımdan çalan kilolar mıydı yoksa beni olduğum gibi kabul edemeyen insanlar mıydı çok emin değilim.

Şimdi ise, otuz küsur yaşlarında (yaş otuzu geçtikten sonra küsuratların bir önemi kalmıyor), 149 kg'dan 65 kiloya inmeyi başarmış bir insan olarak hayatımın her anlamda değiştiğini söyleyebilirim. İnsanlar artık daha kibar, daha anlayışı, daha iyi. Mağazalar artık nazik ve yardımsever satış elemanlarıyla dolu. Hayır! Sadece ben artık şişman değilim, insanlar hâlâ kilo takıntılı ve kilolu insanlara karşı hâlâ aynı. Ne zaman kilolu birini görsem ve benim yanımda insanlar o kişi hakkında alaycı bir şeyler dese içim cız eder, çünkü o kilolu insan bendim ve 80 kilo gibi bir kilo kaybından sonra benim görüntüm değişmiş olabilir, ama ben hâlâ aynı insanım. Özelliklerim, düşüncelerim ve hissettiklerim değişmedi. Ne daha zekiyim ne de daha güzel.

Kilo verdikten sonra hayat kalitem arttı. Aşık olduğum şehre geri döndüm ve geçmişe inat, her yeri karış karış gezmeye çalışıyorum. Yapamadığım her şeyi yapmaya çalışıyorum. Artık çeşit çeşit, renk renk kot pantolonlarım var. Kimselerle tanışmaktan çekinmiyorum. İstediğim yerde istediğimi yiyorum ve hatta 'al bunu da ye' diyorlar. Ama her ne kadar kilo vermiş olsam da, ben değişmedim, 'ruhum şişman'. Hâlâ dar bir alan gördüğümde sığamayacağımı düşünürüm, hâlâ göbek yağlarımın kıyafetlerden taştığını düşünerek elbisemi sürekli çekiştiririm, aradan seneler geçmesine rağmen her defasında uçağa bindiğimde ek kemer istemek zorunda kalmadan, standart koltuk kemerlerini takıp sıkabildiğime sevinirim ve hâlâ banyoda aşağı baktığımda ayaklarımı görebildiğime şaşırırım.

Hayatımda hiç 'keşkelere' yer olmamıştır ama bu kuralı sadece kilo konusunda bozuyorum. Keşke çok daha önce verebilseydim kiloları ve keşke çok daha önceleri başlayabilseydim hayatı yaşamaya, ama 'zararın neresinden dönülürse kârdır' elbet.

Şişman insanlar zaten kendileriyle sürekli savaşıyorlar. Emin olun 'onlar' 'sizlerden' daha ağır eleştiriyorlar kendilerini. Kimilerimiz kendisiyle barışık görünürüz, mutluyuzdur da aslında, ama kilolu olmaktan memnun değilizdir, bunu bilin. O yüzden kilolu bir insan gördüğünüzde, ona yeme-içme ve spor tavsiyesinde bulunmadan önce bir durun ve düşünün. Çünkü ağzınızdan çıkabilecek bir söz, size her ne kadar zararsız gelse de, büyük üzüntülere neden olabilir. Sonuçta herkesin bir eksiği, memnun olmadığı ya da değiştirmek istediği şeyler olabilir kendisiyle ilgili, ama kilolu bir insanın 'kusuru' olarak gördüğünüz o 'eksiklik' (ya da fazlalık) bariz diye bu size yorum yapma ya da açık açık hakaret etme hakkını vermez.

GÖNÜL TABAN KİMDİR?
Daily Sabah'ta editör.

BİZE ULAŞIN