Zeynep Gemuhluoğlu: Kıssatü'l-Gurbeti'l-Garbiyye ya da kötülüğün hikayesi

Kıssatül-Gurbetil-Garbiyye ya da kötülüğün hikayesi
Giriş Tarihi: 4.3.2015 15:55 Son Güncelleme: 20.3.2015 16:13
Varlık ve akıl arasında nedensellikle mümkün kılınan mutabakat bozulduğunda, artık dünyaya ve özneye inmiş olan aklın açıklayamadığı her şey ‘kötü’nün hanesine geçer. Avrupa merkezciliğin tam da bu zamanlarda ortaya çıkması tesadüf değildir, ben ve öteki üzerinden yeni bir bakış ve medeniyet kurulmaya çalışılır. O zamana kadar kuytularda zincirlenmiş şeytanlar da farklı yüzlerle geri dönerler, hatta kötülük belki de ilk defa kendine ait ve hep ‘öteki’nin olan ‘yüz’ler edinir. Hakk şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Erzurumlu İbrahim Hakkı

'Kötülük', modern Batı düşüncesinde felsefe, politika, din, ahlak ve sanatı birbirine iliştiren sıvalar çözüldüğünde bütün ihtişamıyla ortaya çıkan 'abgrund/uçurum'dur. Kötülüğün neden Kant felsefesiyle birlikte, yani 'radikal kötülük' olarak ortaya çıktığını sorabiliriz öncelikle. Zira öyle görünüyor ki ne intikamcı Grek tanrılarında veya tragedya kahramanlarında ne Platon-Aristoteles-Plotinus merkezli metafizikte ne de 'asli günah' ve binlerce şeytan yorumuna rağmen Hıristiyan ortaçağında kötülük, modern dönemlerdeki kadar asli bir mevcudiyet kazanamamıştır. Bunun sebebi de akıl ve varlık arasında var sayılan tekâbüliyettir. Yani varlık, akla uygundur ve varlığı kavrayabilecek tek şey de akıldır. Buradaki 'akıl', her ne kadar modern dönemdekinden farklı olarak dünyanın -yani filozofların tanımıyla- kevn ve fesâd/oluş ve bozuluş âleminden ontolojik olarak üstün kabul edilse de bilgi ve varlık ilişkisini temin eden tek gerçek temel olarak tesis edilmiştir. Varlık bir kez 'bilgi' ile birlikte düşünüldüğünde ise artık 'vücut'un değil 'mevcut'un alanındayız demektir. Nitekim felsefe, politika, ahlak, sanat ve hatta din -teoloji olarak- krallığını bu topraklarda ilan eder.

Böylece, aklın temel ilkeleri olan 'özdeşlik' ve 'nedensellik' yasaları üzerine inşa edilen klasik metafizik, kötülüğü kâh -potansiyel olan/aktüelliğe kavuşmamış olan anlamında- madde, kâh 'görünürdeki' değişimin, yani oluş ve bozuluşun yeri olan dünya, kâh bu oluşun mekânı olarak tabiat veya kadında işaretleyerek gizler. Çünkü 'neden'i olan şey 'aslen' kötü olamaz. Kötülük, aklın 'neden'leştiremediğidir. Kötülük olarak nitelendirebileceğimiz tüm acılar, zulümler bir neden bulunduğunda bir şekilde meşrulaşıverirler: Bu fiillerin görünürdeki failleri henüz yetkinleşmemiş, zamana ve mekâna tabi bir maddiliğin sonucu olarak görünürler; hasta, anormal, sarhoş, sapıktırlar veya cinnet geçirmişlerdir. 'Asıl neden' olan Tanrı ise tabiri caizse imtihan etmekte olan bir öğretmendir. 'Neden'i temin eden akıl, normalliği de tesis eder.
Özdeşlik prensibiyle kötülük meselesi arasındaki ilgiyi tam da bu noktada anlayabiliriz. İnsan, özdeşlikleri nedensellik ilkesiyle birlikte kavrar. Ayrıca nedensellik ilkesi özdeşlik ilkesinin gerçekliğe uygulanmasıdır ve aklın özdeşleştirme eğilimi tüm bilgiyi ve deneyimi önceler mahiyettedir. Temel yani 'arkhe' budur. En başından beri Platon'un felsefe için 'arkitektonik' metaforunu kullanmasını da hatırlarsak 'kötü'nün kaynağını bu temelin sökülmesinde ya da aslında temelin olmadığının fark edilmesinde yani temelsizlikte bulduğunu anlarız; 'aynı'nın 'başka'sında, 'öteki'nde…

İşte Kant'la birlikte bozulan mutabakat, daha evvel var olduğu zannedilen temelin aslında uçurum olduğunu gösterir. Ancak Kant bu uçurumun üzerine yeni bir bina inşa etmeyi dener. Böylece akıl, artık özdeşliği de nedenselliği de sadece öznede kurabildiği yeni bir yol bulur. Fakat bu defa da metafiziğin evlatları analarını reddederken her biri kendi 'gayrı'lığını ilan eder, bilim, ahlak ve sanat ayrışır. Varlık ve akıl arasında nedensellikle mümkün kılınan mutabakat bozulduğunda, artık dünyaya ve özneye inmiş olan aklın açıklayamadığı her şey 'kötü'nün hanesine geçer. Avrupa merkezciliğin tam da bu zamanlarda ortaya çıkması tesadüf değildir, ben ve öteki üzerinden yeni bir bakış ve bir medeniyet kurulmaya çalışılır. O zamana kadar kuytularda zincirlenmiş şeytanlar da farklı yüzlerle geri dönerler, hatta kötülük belki de ilk defa kendine ait ve hep 'öteki'nin olan 'yüz'ler edinir.

Kant öncesi, bilgi de sanat/zanaat de mevcudu takip ettiği için ancak benzerliklerle çalışan bir taklit eylemiyle açıklanabilir. Oysa şimdi -güya- kendi sınırlarını fark eden akıl bir taraftan da varlığı nesneleştirenin kendisi olduğunu, bir anlamda yaratanı olduğunu ilan eder. Modern sanat böylece yaratıcı özne/sanatçı ve Aristotelesçi dört nedenden olan 'fail neden'in yeni yorumuyla mümkün olur. Fiili de artık taklit değil sürekli 'yeni' olandır. Sanat, Mephistopheles'e bedelini öder ve karşılığını alır. Ancak başlangıçta akla karşıt gelişen romantizmin 'yaratıcı', sevimli, çapkın 'şeytan'ı ile mümkün olan modern anlamda sanat ve edebiyatın da bir şekilde eski metafiziğin 'özdeşliği'ni tekrar ve tekrar temin eden bir aygıta dönüştüğü gizlenir bu defa da.

Ta ki İkinci Dünya Savaşı'nda bu sevimli/korkunç/ilginç/farklı görünüşlü maskelerin ardından sırıtan 'sıradanlığın' fark edilmesine kadar. Milyonlarca -ötekinin- Yahudi'nin toplama kamplarında maruz kaldıklarının sorumlularından olan Eichmann yargılanırken düşer bu maske. Eichmann, -Arendt'in tanıklığıyla- "fazlasıyla normal, ortalama, hatta sıradan bir devlet memurudur. Dünyanın en sıra dışı cinayetlerinden sorumlu olan bu adam, bunları olabilecek en sıradan güdülerle, iyi bir vatandaş olma isteği, terfi etme gayreti, görev duygusu ve nezih toplum inancıyla işlemiştir." Ne gotik kötüler gibi bir canavardır ne de yaratıcı hayal gücünün ürünü bir 'demon'… Herkes kadar 'normal' biridir. Galiba asıl dehşetin başladığı yer de burasıdır. Zira 'radikal kötü'yü ötekileştirmek mümkünken kötülüğün sıradanlığından kaçmak imkânsız görünüyor. Tam da bu yüzden 'kötülüğün sıradanlığı' özellikle son 10 yılda diğer görsel sanatlar gibi sinema, televizyon dizileri ve edebiyat alanını hem form hem de içerik olarak belirledi.

Sanat ve edebiyat kötülükle olan derin bağlarını keşfederken, felsefe, metafizikten bütünüyle kurtulabilmek için fenomenoloji (görüngübilim) ile birlikte bu defa da 'öteki'nin indirgenemezliğinde arıyor hakikati. 'Ötekinin bana apaçık bakan yüzü' ile etik tarafından öncelenen bir ontoloji ve bilgiyi hermenötik üzerinden kurmaya çalışıyor. Oysa belki de bütün mesele zaten hakikatin sadece açılan perdelerde, sahnede, apaçıklıkta aranması değil mi? Ki bu açıklık, metafiziği ve özdeşliği aşma çabasında 'gayr'a, ötekine, farka verilen bir paye olsa da... Bu yüzden belki de 'açılma' ve 'örtünmeyi' birlikte düşünmek bizi hakikate yaklaştıracaktır.

Epigraftaki Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin deyişini anlamaya yaklaştık mı? Muhtemelen hayır. Zira oradaki 'gayr' Batı metafiziğinin özdeşliğe, 'öz'e 'aynı'ya bağlı düşünülen veya kurulan 'gayr'ı değil. Bu nedenle Hıristiyan teolojisinde kötülüğün kaynağı olan 'ilk günah'a inanmamız için de sebep yok. Evet, Âdem ve Havva yasak olan ağacın meyvesini yiyerek birbirlerini erkek ve kadın olarak 'fark' ettiklerinde örtünmeye çalışmışlar ve cennetten çıkmışlardır. Ancak Şeyhül Ekber'in dediği gibi Hz Âdem, cennette değil yeryüzünde 'halife'dir. Yani yeryüzünde 'bütün ilâhî isimlerin hükmü ortaya çıkar'; her şey zıddı ile kaim olur. Ancak hayır da şer de Batı metafiziğinin iddia ettiği türden bir 'varlık' bahşetmez onlara. Aksine kendisinde varlık varmış gibi görünen her şey bu defa da 'gayret perdesi' ile örtülür. İşte bu yüzden 'kötülük kıssası'nın Batı'daki hikâyesi bu topraklarda bir karşılık bulamaz. 'Bizim batımız' (gurup, gurbet) da Yunus diliyle: "Ne var söylenen dilde varlık Hakkundur kulda / Varlıgum hep ol ilde ben bunda garîb geldüm" anlamındadır. Ve hadis-i şerifin işaret ettiği üzere 'garipler' övülmüştür.
* Kıssatü'l-Gurbeti'l-Garbiyye (Batı'ya Yolculuğun Hikâyesi) Sühreverdî'nin eserinin ismidir. Ancak burada sadece 'garb/batı' kelime anlamı referans alınmıştır.

ZEYNEP GEMUHLUOĞLU KİMDİR?

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi anabilim dalında görev yapmakta ve FSM Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü'nde 'Sanat Felsefesi ve Estetik' dersleri vermektedir.

BİZE ULAŞIN