Betül Tansel: Charlie Hebdo üzerine: Üst akıl, tabu ve duyarsızlık

Charlie Hebdo üzerine: Üst akıl, tabu ve duyarsızlık
Giriş Tarihi: 4.3.2015 15:23 Son Güncelleme: 20.3.2015 10:42
Betül Tansel SAYI:11Mart 2015
FriedrIch Nietzsche, Batı medeniyetinin büyük tutkulardan ve bağlılıktan yoksun bir ‘son adam’a dönüştüğünü uzun zaman önce fark etmişti. Son adam; hayal kuramayan, hayattan bıkmış, hiçbir risk almayan, sadece kendi rahatını ve güvenliğini düşünen, hoşgörüden pek nasibini almamış insandır. CharlIe Hebdo’nun yazarlarına yönelik tepkiye yol açan şey, onların bu ‘son adam’ tavırlarıdır. Charlie Hebdo dergisinin dünyada geniş kitleler tarafından tanınması 2006 yılına kadar uzanır. Danimarka'daki Jyllands-Posten dergisinin yayımladığı Hz. Muhammed karikatürü nedeniyle dünya çapında oluşan tepkiye karşı dergiye destek vermek isteyen Charlie Hebdo, kapağında peygamberin "Muhammed şeriatçılarla başa çıkamıyor" üst başlığı eşliğinde elleriyle yüzünü kapatmış ağlarken "Aptallar tarafından sevilmek zor şey" diyen bir karikatürünü yayımladı. Benzer tepkilerin odağına yerleşen dergi, bir yandan pek çok açıdan eleştirilip protesto edilirken bir yandan da tehdit edilmeye başlandı. Dergi, yayınladığı karikatürlerle gündeme gelmeye devam etti. Son olarak gerçekleştirilen saldırı sonucunda 12 kişinin ölümü ile sonrasında yaşananlar birçok kişi için gerçekleşebileceği hayal bile edilemeyen bir eylemler silsilesiydi. Tüm bunları anlamlandırmak içinse ilk önce derginin tarihine ve yayın politikasına, sonrasında ise yayımladığı karikatürlere ve onların günümüz dünyasında dokunduğu yerlere değinmek gerekiyor.

Derginin çalkantılı tarihi ve yayın politikası

Charlie Hebdo dergisi, onun öncülü olan ve 1960 yılında yayımlanmaya başlanan Hara-Kiri dergisinin Fransa eski Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'ün 1970 yılındaki ölümüyle dalga geçen karikatürü nedeniyle yasaklanması sonucunda, çizerlerin başka bir adla yayın hayatlarına devam etme kararı almaları ile doğdu. 'Sorumsuz Dergi' alt başlığı ile yayımlanan hiciv dergisi karikatür, yorum, polemik ve şakadan oluşan içeriği ile kendisini 'seküler', 'ateist', 'sol kanatta' ve 'ırkçılık karşıtı' olarak tanımlıyor. Hiciv konuları ise aşırı sağ, dinler, politika, kültür, hayvan hakları vs.
1981 yılında tirajı nedeniyle derginin yayınlanması durduruldu. Ancak 1992 yılında yayın hayatına geri döndü. O günden bu yana ele aldığı konulara ve yayımladığı karikatürlere farklı kesimlerce değişik zamanlarda tepki gösterildi, dergi protesto edildi ve haklarında davalar açıldı. Derginin yayınlarından en çok tepki çekenleri; Fransız aşırı sağı, Katolik mezhebi özelinde Hıristiyanlık ve Hz. Muhammed hakkında yayınlanan karikatürlerdir.

1990'lar derginin Fransız aşırı sağına dair yayınladığı karikatürler ve bu karikatürlere açılan davalarla geçti. Derginin çizerleri 1996 yılında, Fransız aşırı sağ partisi 'Ulusal Cephe'nin, İnsan Hakları Bildirgesi'ni çiğnedikleri gerekçesi ile yasaklanması için yaklaşık 175 bin imza topladı. 2006 yılında yayınladıkları Hz. Muhammed karikatürleri Fransa dahil olmak üzere birçok ülkede geniş katılımlı protesto gösterilerine sebep oldu. Fransa'daki Müslüman derneklerinin 2006 ve 2007 yıllarında dergi aleyhine 'halkı kin ve nefrete tahrik' suçlaması ile açtığı davalar, karikatürlerin 'düşünce özgürlüğü' kapsamında olduğu gerekçesiyle reddedildi.

2008 yılında ise antisemitizm tartışmaları gündeme geldi. Derginin karikatüristlerinden Maurice Sinet, Fransa'nın eski sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin oğlu Jean Sarkozy'nin ünlü zengin Yahudi Darty ailesinin kızıyla yapacağı evlilik öncesi Yahudi olacağına yönelik iddialarla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: "Yahudi ve Darty'nin kurucularının mirasçısı olan nişanlısıyla evlenmeden önce (Jean Sarkozy) Yahudi olmak istediğini açıkladı. Bu ufaklık yolunu yapacak." Bu yorum nedeniyle oluşan tepki sonrası editör Philippe Val, Sinet'i antisemitizmle suçlayıp kovdu.

2011 yılında Tunus'ta Ennahda Partisi'nin iktidara gelmesine tepki göstermek amacıyla derginin adı Charia (şeriat) Hebdo olarak değiştirildi. Hz. Muhammed'i hem bir sayılık 'yazı işleri müdürü' yapıp hem de kapakta onun karikatürüne yer verilerek ona 'Gülmekten ölmeyene 100 kırbaç' dedirtildi. Dergi, sayının yayınlandığı gün molotof kokteyli ile saldırıya uğradı. El Kaide, fetva yayınlayarak Genel Yayın Yönetmeni Charb'ı 'İslâm'a karşı işlediği suçlar nedeniyle ölü ya da diri arananlar' listesine eklediğini ilan etti.

2012 yılında ABD yapımı İslam karşıtı Müslümanların Masumiyeti adlı filme verilen tepkiyi kapağına taşıyan Charlie Hebdo, Fransa'da çok izlenen Dokunulmazlar adlı filme ithafen Yahudi ve Müslüman karakter çizip "Dokunulmazlar 2: Dalga geçmemek lazım!" üst başlığını taşıyan karikatüre yer verdi. İç sayfasında da filmi destekleyen bir bildiri ve Hz. Muhammed'in karikatürünü paylaştı. Genel Yayın Yönetmeni Charb, "Bu karikatürler, hiç okumadıkları bir dergiyi okuyarak şok olmak isteyen herkesi şok edecek. Ben camiye gidip onları dinlemiyorum, onlar da dergiyi almasınlar. Basın özgürlüğü provokasyon değildir" diyerek karikatürü savundu. Fransa'daki çeşitli Müslüman dernekleri karikatürlere dair büyük üzüntü ve kaygılarını dile getirip Müslümanları provokasyonlara karşı uyardılar. Bundan bir ay sonra ise Hıristiyanların teslis (baba-oğul-kutsal ruh) inancıyla dalga geçen bir karikatür yayınlayan dergi, Katoliklerin tepkisini çekti.

Aralık 2012'de 64 sayfalık 'Muhammed'in Hayatı' adlı özel sayıya başlayan Charlie Hebdo, bu sayının ikincisini de Haziran 2013'te 80 sayfalık bir dergi ile yaptı. Charb'ın bu seriye dair yorumu ise "Eğer insanlar şok edilmek istiyorlarsa, şok olacaklar" şeklindeydi.

Aldıkları tehditler nedeniyle polis koruması altında olan dergiye, 7 Ocak 2015'te gerçekleştirilen saldırı ile Charb dahil 12 kişinin öldürülmesi ve sonrasında devam eden saldırı silsilesi ile tüm dünyanın gözleri Fransa'ya ve dergiye çevrildi. Fransa'da dünya liderlerinin de katıldığı teröre karşı birlik yürüyüşü gerçekleştirilirken, saldırının 'Batılı değerlere, düşünce ve ifade özgürlüğüne' yönelik olduğunun altı çizildi. Bu nedenle aynı doğrultuda yayın yapmaya devam eden dergi, saldırı sonrası ilk baskısında kapağa "Her şey affedildi" başlığı altına Hz. Muhammed'in karikatürünü yerleştirip "Ben Charlie'yim" dedirtti. Bu kapak Müslümanların tepkisini çekip protesto gösterilerini de beraberinde getirirken dergi insanları kışkırtmaya devam etmekle suçlandı.

Genel çerçeveye bakıldığında, evrensel olarak kabul gören tüm değerler üzerinde istediği yorumu yapmaya hakkı olduğunu düşünen ve bunu da Fransa yasaları ve ifade özgürlüğü hakkı üzerinden gerçekleştirdiğini ifade eden bir dergi Charlie Hebdo! Tepkilere bakıldığında ise karikatürleştirilen kişileri ya da kavramları kendi dokunulmazlarına karşı yapılan bir saygısızlık olarak kabul eden bir kitle ile bunun fazla abartıldığını ifade eden ve dergi politikasını savunan bir başka kitle karşımıza çıkıyor. Peki küreselleşen ve birbirine benzeyen toplumlarda, günümüzde sık sık bahsedilen bu görüş farklılığı ve uzlaşmazlığın temeli nereden geliyor?

Çatışma kriterlerin değişimi ve din algısındaki farklılaşma

Soğuk Savaş'ın 1991 yılında bitmesi ile uluslararası alanda yeni bir döneme girildi. Siyaset Bilimci Francis Fukuyama, ortaya koyduğu 'Tarihin sonu' tezi ile modern liberalizmin bütün ideolojiler karşısında zaferini ilan ettiğini ve onun çözemediği sorunları çözebilecek ikinci bir ideolojinin olmadığını dile getirdi. Diğer bir Siyaset Bilimci Samuel Huntington, yayımladığı makalede 'Medeniyetler Çatışması' fikrini ortaya attı. Ona göre; "Yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ekonomik ve ideolojik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak. Milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global politikanın asıl mücadelesi farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Bu çatışma global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasındaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai safha olacak." Huntington, medeniyetleri Konfüçyanizm, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika uygarlıkları olarak adlandırıp ilerde çıkacak çatışmaların bu kültürler arasındaki kültürel fay kırıkları boyunca meydana geleceğini ifade ediyordu. Bunun sebebinin 'daha az değişme istidadı gösteren kültürel hususiyet ve farklılıklardan' kaynaklandığını belirterek ileride yaşanacak çatışmalar için Batı'yı bir cepheye, 'ona karşı meydan okumak için doğmuş' olarak tanımladığı İslam ve Konfüçyanizm'i bir diğer cepheye oturmayı da ihmal etmiyordu.

Küresel çapta farklı yorumlar eşliğinde dünya şekillenirken, bir yandan da özellikle Batılılar, gittikçe yalnızlaştıran ve sekülerleştiren bir süreç içinde buldular kendilerini. 1755 Lizbon Depremi ve İkinci Dünya Savaşı'nda kamplarda yaşananlar, sonrasında kilisenin tanımladığı Tanrı'nın öldüğüne karar veren insanlar metafizik öğelerle bağlantılarını kesip dünyevi olgulara yüzlerini döndüler. Friedrich Nietzsche, Batı medeniyetinin, büyük tutkulardan ve bağlılıktan yoksun bir 'son adam'a dönüştüğünü uzun zaman önce fark etmiştir. Son adam, hayal kuramayan, hayattan bıkmış, hiçbir risk almayan, sadece kendi rahatını ve güvenliğini düşünen, hoşgörüden pek nasibini almamış insandır. Kendilerini bir davaya adamazlar. Sadece kendi medeniyetlerine karşı değil, diğer medeniyetler ve onların değerlerine karşı da bir o kadar umursamazdırlar. Bu yüzden diğer toplumların dokunulmaz yani tabu olarak gördükleri konulara ve/veya kişilere karşı bu denli aldırmaz bir tavır içindedirler. Charlie Hebdo'nun yazarlarına yönelik tepkiye yol açan şey, onların bu 'son adam' tavırlarıdır. Bu tutum nedeniyle Müslümanların tabu saydığı şeylerin ihlalini mütemadiyen ve aldırış etmeden tekrarlamaktadırlar. Peki, tabunun toplumları mobilize edecek kadar güçlü olmasının nedeni nedir?

Sigmund Freud, yeryüzünde var olan tüm toplumların tabularının olduğunu söyler. Tabu, kişilerin ya da şeylerin kutsal (ya da kirli) içeriğini, bu içerikten çıkan yasağın türünü ve bu yasağın çiğnenmesinden çıkan kutsallığı (ya da kirliliği) anlatır. Tabunun Tanrı ve şeytan kavramlarıyla birlikte bulunduğu yerlerde büyük Tanrı'nın erkinden otomatik bir biçimde ceza beklenir. Tanrı'nın öldüğü kabul edildiğinden, cezalandırıcı figürün ortadan kalkması, tabunun insanlarda oluşturduğu saygı/korku hislerinin de yerini kayıtsızlığa bırakmasına sebep olur. İnsanoğlu yeryüzündeki tek otoritedir ve her şeyin kendisinden başladığı ve yine kendisine döndüğü bir 'son adam'dır. Birilerinin emir ve yasaklarına uymak zorunda değildir. Bu da beraberinde tabu yıkıcılığını getirir. Ve kendi yasalarını kurmak için öncekinin ikonlarını kırıcıdır. Onu yapabilmiş olmanın getirdiği haz ile muktedir olma hali ise beraberinde 'son adam'ın kibrini taşır. Tabuları yıktıkça kibir duygusu güçlenen insan bu hazdan yoksun kalmamak için bulabildiği her tabuyu yıkmayı kendine görev bilir ta ki yıkacak bir şey kalmayana kadar!

İçinde bulunduğumuz Batı-Doğu, Hıristiyanlık/Ateizm-İslam karşıtlığında çatışmaların yürütüldüğü, liberal ekonominin kaçış yolu bırakmadan tüm sisteme hakim olduğu, Batı'da insanların yüzlerini dünyaya döndükleri ve etik ile teolojik temellere dayalı tabuları birer birer yıkmayı kendilerine şiar edindikleri dünyada, Charlie Hebdo dergisi bir yandan tam da bu süreçlerin ürünü, bir yandan da bizzat bu süreçlerin yönetenidir.
Dergiye verilen tepkilere bakıldığında ister yaşanılan bölge ister inanılan dinler bağlamında olsun, homojen bir tepkiden söz etmek zor. Bunların etken olduğu ama verilen tepkilerde daha çok kişilerin kendi kararlarının geçerli olduğunu görüyoruz. Hatırlatmak gerekir ki, her ne kadar bu konuda hep akla Müslümanlar gelse de iktidarlar, Yahudiler, Katolikler vs. de tepki gösterenler arasında! Bizzat Katolik Kilisesi'nin ruhani lideri Papa Francesco'nun yaptığı açıklamalarda bunu görmek mümkün. Tabularına/kutsallarına sahip çıkan ve tepki göstermelerine rağmen bunun yok sayıldığını gören insanların gösterdiği tepki, radikal olan ve olmayan olarak gruplandırılabilir.

Radikal tepki gösterenler, sistemi tanımayan, bu nedenle de sorunlarının çözümlerini onda aramayıp geriye kalan tek yolla yani şiddet ve yok etmeyle bu konuyu halledeceğini düşünen insanlardır. Onlara göre bu durumun müsebbibi olan kişi ya da kişilerin öldürülmesi, sorunu ortadan kaldıracağı gibi verdiği güçlü gözdağı ile aynı durumun tekrarlanmasını da engellemiş olacaktır. Yani burada yok etmeye yönelik intikam odaklı güç gösterisine sahne olan eylemlere şahit olmaktayız.

Radikal olmayan tepkiler ise iki türlüdür. Bunlardan ilki, tepki veren kişi kendini bulunduğu sistemin bir parçası olarak görür ve haklarının aranacağına inandığı yasal yollara başvurur. İkincisi ise, olup biteni ne bir tehdit ne de bir özgürlük olarak gördüğü için duyarsız değil ama sessiz kalır.

"Biz değişmek istemiyoruz, yoksa bu teröristlere hak vermek gibi olur. Gülmeye ve her şeyle dalga geçmeye devam edeceğiz. Muhammed, İsa, Buda… Aktüalite bizi yönlendiriyor. Biz saplantıların esiri değiliz" diyen yeni yayın yönetmeni Gérard Biard, aslında yayımladıklarını sonuna kadar haklı ve meşru gören bir 'üst aklın' temsilcisi olarak duruyor karşımızda. Bir yandan 'bağnaz'ları ötekileştirerek onlarla arasına mesafe koyarken, bir yandan da aldıkları tepkiyi, herkesin karşısında sustuğu 'terör' vurgusunu kullanarak görmezden geliyor. Bunun oluşturduğu olumsuz hava sadece yayınlayanlar değil, buna tepki gösteren kimliklere sahip insanlar için de tehdit oluşturuyor. Günümüzde sıkça duymaya başladığımız 'nefret suçları' bunun en büyük kanıtı. ABD'de Kuzey Karolina'da başlarından tek kurşunla vurularak yani infaz yöntemiyle öldürülen üç Müslüman genç ve katilin sosyal medyada paylaştığı mesajlar işin ne boyutlara varabileceğinin göstergesi!

Yüzyıllar boyunca süren ama son dönemde daha belirgin hale gelen bir kültürel çatışma ile karşı karşıyayız. Üst akıl ve bağnazlıktan uzak olduğunu düşünen kişilerin yaptıkları eylem ve sonrasında etkileşimle zincir halinde devam eden diğer eylemler birbirlerinin tamamlayıcısı ve çoğaltıcısı olmaya devam ediyorlar. Kibir halinin insana sağladığı doğruluk, güç ve iktidar duygusu, ötekileştirdiği taraftan bir 'kötü' oluşturuyor. Ancak bu 'kötü' sadece ötekini ya da 'suçlu'yu değil, etrafında iyi ya da kötü ne varsa yutan bir kartopu şeklinde büyüyüp bumerang gibi kendisini oluşturana geri dönüyor. Ve bakış açısı değişmediği sürece bu herkesi vuran kötülük, her defasında daha da büyüyerek devam edeceğe benziyor!

BETÜL TANSEL KİMDİR?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi 'Genel Sosyoloji ve Metodoloji' alanında doktora öğrencisi.

BİZE ULAŞIN