Lokomotifler, fabrika bantları, gemi vinçleri, hepsi kadınların bilek gücü ile yol alıyordu. Kadınlar; araba tamir etmeyi, motosiklet kullanmayı, asker olmayı, devasa bir duvarı boyamayı, sabahın beşinde sokakları süpürmeyi, ordu için buğday çuvallarını tahliye etmeyi hatta hamallığı öğrenmişlerdi.
Yapacak işlerimin bir türlü bitmediği bir akşam, ofiste, oturduğum yerde topuklu ayakkabılarımı çıkarıp kenara koyuyorum. Sızlayan ayaklarımı rahatlatmak için topuksuz yere basmaya çalışıyorum. "Günlerdir topuklu ayakkabı giyiyorum, yarın spor ayakkabı ile işe geleceğim", diye geçiriyorum içimden, bir de "ne çok zorunluluklarımız var" diye söyleniyorum.
Aslında bu zorunluluklardan bir tanesi topuklu ayakkabı giymek mi, bu çok netameli bir konu… "Modern hayatın içinde insan doğasını zorlayan ne çok şey var" diye düşünüyorum. Belki de aslında "toplumsal cinsiyet rollerini zorlayan ne çok şey var" diye düşünmek lazım. Modern hayatın 'zorlaştıran' her detayı gözümüze bata dursun, toplumsal cinsiyet açısından kadınlara dair 'geleneksel rollerin' de birer 'kolaylık geçidi' olduğunu söylemek çok zor. Bu problemli düalizm bizi iyi/kötü; zor/kolay algısından ziyade rollerin kabul edilirliği noktasına götürüyor. Bu kabul edilebilirlik ise çoğu zaman ikna edilmiş algılarla ilintili. Mesela, topuklu ayakkabı giyen bir erkeğin çok acayip, kadının ise çok estetik göründüğü algısı ancak zihinlerde imaja biçilen konumlanma ile ölçülebilir. "Bir erkeğin ayağına da topuklu ayakkabı gider miymiş" demeyelim, şartlar ve koşullar gerektirseydi, zihnimizde bir değer biçilseydi, imajın hakkı verilseydi bu pekâlâ mümkün olabilirdi.
İngiliz kraliçesi Victoria, 19'uncu yüzyılda, İngiltere'nin Sanayi Devrimi'nden sonra en parlak dönemlerini yaşadığı yıllarda toplumsal hayata, rol dağılımlarına, aile kurumuna dair çok tutucu öneriler getirmişti. Bu dönemde ortaya çıkan ailenin kutsallığı, kadının anne ve eş olarak konumlandırılması, muhafazakâr bir yapının altının çizilmesi kendisine geniş bir taban buldu. Dahası, Viktoryen dönemde kadınları toplumsal hayatta bir role büründürme, bir yere yerleştirme ve kadın rollerinin keskin olarak etrafını çizme çok geniş bir coğrafyaya yayıldı, Avrupa'yı etkilediği gibi Amerika'da da kabul gördü. Hızlı sanayileşmenin, iş gücü ihtiyacının nüfus artışına ihtiyaç duyduğu İngiltere'de kadınlara çizilen bu çerçeve; çok değil, Viktoryen dönemin son bulduğu 20'nci yüzyıl başından 15 sene sonra Büyük Savaş'ın patlaması ile hızla kalıbını değiştirecekti.
Aralarında 15-20 sene gibi bir farkla Batı dünyasında görülen bu zihniyet değişikliği birbirinden farklı mekanizmalarla topluma aksetti ve her iki ihtiyaca dönük söylem çok hızlı bir şekilde geliştirildi. Bu ihtiyaçlardan ilki yukarıda izah ettiğim gibi, sanayileşen İngiltere'de aile düzeninin tesis edilmesi, nüfusun artması için yürütülen aile politikalarıydı. İkincisi ise çok kısa bir süre sonra uzun süren savaşın etkisi ile fabrikalardan çıkıp, cephelere giden askerlerin yerini almak üzere kadınlara yapılacak 'işe hatta savaşa çağırma' propagandasıydı. Bu iki zihniyet birbirini takip etmiş ve çok hızlı bir şekilde diğerinin yerini almıştır.
Hem Amerika'da hem de Avrupa'da sanayileşen ve fabrika üretimine geçen ülkelerde hâlihazırdaki işleri doldurmak, üretimi devam ettirmek üzere I. Dünya Savaşı boyunca kadın nüfusunun en az yüzde 30'u istihdam edilmişti. Savaştan evvel bu istihdam ortalama yüzde 5-6 gibi bir rakama denk geliyordu. Bu istihdamın bir kısmı ordunun geri hizmetlerini yapmakta kullanılırken bir kısmı ise daha evvel kadınların hiç ayağını atmadığı sektörlerde -pilot olmak gibi- ve çalışma alanlarında gerçekleşti. Üstelik hemen hatırlayalım, ulus devlete doğru giden yolda 'faydalı vatandaşlar' üretmek isteyen Batı düşüncesine göre daha çok kısa süre evvel kadının çalışmasının uygun bulunmadığı alanlardı bunlar. Mesela erkeklerin cephede olduğu dönemlerde 'itfaiye teşkilatı' genellikle kadınlardan oluşuyordu. Tarımsal alanda çalışmak zaten bir kadın mesleği de olduğu için bunu belirtmeye gerek yok ama yol ve köprü yapımında hatırı sayılır bir kadın istihdamı vardı.
Cephede savaş devam ederken, şehirlerde asayişin sağlanmasında da kadınlardan istifade edildiğini söylemek mümkün. 1917 yılında Avrupa'nın pek çok yerinde polis kadın sayısı arttı. Kadınları evde oturmaya çağıran Viktoryen dönemden sadece 20 sene sonra 1916 yılında tarihinin hiçbir döneminde erkek hamal dışında kimseyi görmemiş olan Londra'daki Viktorya İstasyonu'nda hamal kadınlar görmek eminim pek çoklarını epey şaşırtmış olmalı. Hemşirelik zaten eski bir kadın mesleği ama bununla beraber ambulans şoförlüğü de kadınların bir iş kolu haline gelmişti.
Lokomotifler, fabrika bantları, gemi vinçleri, hepsi kadın bilek gücü ile yol alıyordu. Kadınlar, yeni yeni ortaya çıkan arabaları tamir etmeyi, motosikletleri kullanmayı, hatta asker olmayı, silah fabrikalarındaki barut kokusuna aşinalığı, atölyelerdeki kaynak sıcaklığını, devasa bir duvarı boyamayı, sabahın beşinde sokakları süpürmeyi, büyük el arabaları ile buğday çuvallarını ordu için tahliye etmeyi, hatta kömür madenlerinde çalışmayı, kendileri için imkânsız bulunan bu işlerde çalışmayı ve üretmeyi öğrenmişlerdi. Kadınların pilot olmaya davet edildiğini, teşvik edildiğini ve bu amaçla bedava eğitim verildiğini de yine bu dönemde yayınlanan propaganda posterlerinden anlıyoruz.
Kendine özgü naif bir edebiyatı da olan Viktoryen dönem ihtiyaçlarının iptal olduğu bu dönemde yeni ihtiyaçlar, yeni propaganda yolları ve yeni yöntemlerle gündeme geldi. Kadınları eve döndürmek veya evden çıkarmak, toplumsal hassasiyetleri buna göre acayip veya normal kabul etmek elbette bir propaganda sürecinin halkasıydı.
Bu propaganda halkaları kadınlar için üç halka halinde yürütüldü. Birincisi; dediğim gibi savaş öncesi dönemde zaten evde olan kadınlara 'eve dönüş çağrısı', ikincisi; savaş koşullarında 'vatanı için çalışma ve savaşma' çağrısı ve savaş bitip erkekler 'eve döndükten' sonra kadınlara tekrar 'eve dönüş' çağrısı… Hiçbir eve dönüşün birbirine benzemeyeceği aşikâr bu süreçlerden ikincisine yani kadınların 'vatan için çalışmaya' çağırıldığı propaganda posterlerine bir bakalım…
Bu posterlerde zaman zaman Fransız İhtilalinden esinlenerek ve bazı ressamların tablolarından alıntı yapılarak İngiliz bayrağı elinde bir kadın görebiliriz. Bu imajlarda kadın bir özgürlük savaşçısı gibi resmedilmiş ve vatan vurgusu ile savaşmaya davet edilmiştir.
Amerikan olmanın her vesile ile altının çizildiği propaganda posterlerinin birinde Jan Dark benzetmesi ile Jan Dark'ın Fransa'yı kurtardığı vurgulanarak Amerikalı kadınların da Amerika'yı kurtarması istenir. Bu kurtarma, hazine tarafından satılan tasarruf pullarının satın alınması ile olacaktır.
Amerika'nın her savaşı için özgürlük söylemini kullanması Irak savaşları ile ortaya çıkmış bir şey değil. Birinci Dünya Savaşı için hazırlanan propaganda posterlerinden birinde Amerikan bayrağına sarılı Romalı bir gladyatör görünür. Kılıcından, başına taktığından ve zırhından gladyatör olduğu anlaşılır. Poster 'insanlık için özgürlük' sloganı ile hazırlanmıştır ve gladyatör de bir kadındır.Poster 3
Amerika'nın savaş işleri şirketinin posterleri genellikle cephe gerisinde hizmet vermesini beklediği kadınlara savaş çağrısını, 'erkeklerin savaşına' kadınları da ortak ederek yapar. Şirketin yayınladığı kartpostallardan birinde, kadınların savaş işleri şirketine dâhil oldukları takdirde Amerika'nın zafere kürek çekeceğinin altı çizilir.
Ülkeler savaşa girmeseler bile ekonomileri savaş ortamından etkilenmiştir, bu konuda gördüğüm en ilginç örneklerden biri, Kanada kadınlarını ülkelerini yardıma teşvik etmek için Fransa kadınlarını sabana koşulu şekilde örnek gösteren bir poster. Posterde aynen şöyle deniyor: [saban sürerek] onlar Fransa'ya hizmet ediyor, peki ya sen Kanada'ya nasıl hizmet edebilirsin? Önerilen hizmet şekli ise kadınların bono tahvili almaları yönündedir. Bu postere baktıkça Fransa kadınlarını yüceltmiş mi aşağılamış mı, yoksa ağır iş yapmayı vurgulamak için saban sürmekten daha iyi bir yöntem mi bulamamış, hayret etmemek mümkün değil.
Son olarak, Batılı devletler tarafından orduya, çalışmaya, donanmaya, fon almaya, zafere, fabrikada çalışmaya, hamallık yapmaya çağrılan kadınlar savaştan sonra erkeklerin 'eve dönmesi' ile kendilerine yönelik başka bir 'eve dönüş' çağrısı ile karşı karşıya kaldılar. Zira savaş sonrası tepetaklak olmuş ekonomiler için kadın gücü artık 'fazla iş gücü' sayılmaktaydı. Elbette bundan sonrası için eve dönüş bir başka propagandanın hatta altı kalın çizgilerle çizilen bir gerekliliğin konusu olsa bile kadınlar için bambaşka mücadelelerin, hak taleplerinin, grevlerin ve örgütlenmenin kapısını aralayacaktı.