Erkekler ağlamaz
Bir erkek; iyi tahsilli, yüksek gelir getiren bir işte çalışan, iyi bir araba sahibi, birkaç hobi ve yetenekle donanımlı, ama yetmez, kaslı ve atletik yapılı, bekârken rezidansta oturan, aşk meşk işlerinin süper inceliklerinden anlayan, ama evli iken mevki makam sahibi olmanın yanında sadık ve iyi aile babası, şirin zaafları olan ama zayıf olmayan, futboldan, siyasetten, seyahatten tabii ki anlayan, eşinden en az beş santim uzun, illa ki yaşça büyük ve elbette daha iyi tahsil görmüş olan… Liste uzayıp gider… Listeyi tamamlayabildiğiniz ölçüde erkeklik beklentilerini karşılamış olursunuz…
Biz kadınlar, bu normların modern dünyada bizler için acımasızca (çok) olduğunu düşünürüz… Kıyafetimize uygun çanta ve saat bulamayıp bir türlü evden çıkamadığımızda, her yere kot ve tişörtle giden erkeklerin işinin çok kolay olduğunu tekrarlarız. Bizim için üretilen hareket alanları için bu böyledir. Ama yukarıdaki listenin uzayıp gittikçe dokunacaklarını düşünürsek bambaşka alanlarda da erkekliğin içini doldurmanın o kadar da kolay olmadığını görürüz.
Kadın, erkek veya çocuk hayatlarımızı disipline eden standartların kuşatması altındayız. Hayatımızı sınırlayan, tercihlerimizi belirleyen bir kuşatma… Sadece tek bir farkla, kadınlar için bu kuşatma daha görünür bir halde. Kadınlar, hem kendileri ile ilgili meseleleri daha çok konuştular, itiraz ettiler, talep ettiler, hem de zaten toplum, kadın üzerinden tartışma yürütmeye, kadınlık rollerini sorgulamaya, görevlerini hatırlatmaya pek eğilimli olduğu için tekrar tekrar bu konular gündeme geldi. Çocuk bakımı, ailenin devamı, değişen kadınlık rolleri didik didik edildi. Hatta siyasette bile yer almak isteyen kadınlar önce partilerin kadın kollarından başlayarak ancak cinsiyet üzerinden bir ifade imkânı bulabildiler, zira geri kalan her şey zaten erkekti…
Peki, hiç tartışılmayan, ailedeki, hayattaki pozisyonu ile incelenmeye gerek görülmeyen erkeklik, ezelden beri değişmez bir öze mi sahip? Tarihsel perspektif içinde hep iktidar ilişkileri ile hareket ederek her kültür ve ortamda kendi hegemonyasını kurarak, güç ve zenginliği elinde tutarak tahakküm yaratıyor ve bu tahakkümü tekrar üretiyor diyebilir miyiz?
Bu genellemeci erkeklik tanımları erkeği suçlayan, canavarlaştıran, bütün belaların müsebbibi gibi gören bir literatürle, makro güç ve iktidar ilişkileri ile sorunları açıklamaya çalışan bir düşünce sistemi ile ve erkeklikle ilintili sorunları bir yetiştirme problemi olarak yine annenin sorunu gibi gören -genellikle- gelenekle çeşitleniyor.