Bir erkeklik hikâyesi
Bugün durduğumuz yerden baktığımızda, bu düstura sahip bir inançtan gelmelerine rağmen seküler erkeklerden çok da farklı olmayan muhafazakâr erkekler görüyoruz. Bu denli büyük aynılığın sebepleri çok farklı noktalardan incelenebilecekken, yakın tarih üzerinden, 28 Şubat sonrası bir okuma yaparsak kendi söylemleri ile ortaya attıkları 'yıkılan bir erkeklik algısı' olduğunu söyleyebiliriz. Kendi tarihlerine baktıklarında, ülkenin işgal altında olduğu dönemde kadınların peçesine el uzatıldığı için canını hiçe sayarak onları koruyabilen erkek örnekleriyle yetiştirilmişlerdi. 28 Şubat dönemine geldiklerinde ise o zamanın işgal kuvvetlerinin yaptıklarını yapan bir devlet ile karşı karşıyaydılar. Birden, kendilerinden daha güçlü ve hiçbir şekilde söz geçiremedikleri bu güç ile karşılaşmışlardı. Öyle ki, yetişme tarzları itibarı ile de devlet önemli ve çoğu kez itaat edilmesi gereken bir merciydi, çünkü o da devlet babaydı. Eşleri, kızları okullara, işlere gidemiyor, toplumdan bir bir soyutlanıyor ve varlıkları neredeyse yok sayılmaya çalışılıyordu. Öte yandan, devlete güç yetiremeyen erkekler gittikçe çaresiz ve güçsüz hissettikçe, bir şey yokmuş gibi davranıp durumu atlatmaya çalışırken ilk olarak kendi gözlerindeki erkeklikleri yerle bir olmuştu. Elbette bu dönemde hiçbir şey yapmadıklarını söylemek haksızlık olur. Bir kısmı okullar açıp buralarda kadınlara iş ve eğitim sağlamaya çalışırken, güçle var olan bu kimlik kendinden daha güçlü olan öteki yani devlet ile bir kez daha karşı karşıya gelip silah bırakmak zorunda kalmıştı.
Daha derinlere inildiğinde Cumhuriyetin ilanına kadar giden 'muhafazakâr erkek kimlik oluşumu' yakın tarihte geçirdiği büyük evrim hasebiyle büyük önem taşıyor. 28 Şubat'ta iş ve sosyal hayattan devlet eliyle soyutlanan, istenmeyen vatandaş ilan edilen muhafazakâr kesim bu dönemin beklendiği üzere bin yıl sürmemesinin ardından kendine toplumda yeniden yer edinmeye başladı. Sosyal hayatta var olabilmeyi isteyen muhafazakâr erkekler bunu nasıl yapacaklarını pek bilemediler. Bu kabul edilme ve onaylanma isteği, toplum içerisinde var olma biçimi ve sosyal adaptasyon süreciydi. Adaptasyon yeterince kafa karıştırıcı ve zorken, adaptasyon öncesi bu konuda düşünmemiş erkekler için daha da karışık bir hal almıştı.
Kabulün ilk şartı olan ötekine benzeyerek toplumda var olabilme isteği erkekleri ilk olarak kendi evlerinden uzaklaştırdı. Evlerden uzaklaşıp yalnızca para getiren birer bireye dönüşen erkekler aile içerisindeki varlıklarını devam ettirme biçimi olarak tüketimi gördüler.
Daha ilginç olansa, bir neslin dışarıdaki babaları ve evde bekleyen annelerinin kızları, sıra kendilerine geldiğinde artık evde bekleyen kadın olmak istemediklerine karar vererek bugün birçok noktadan eleştiri oklarına hedef olan kadınlar oldular. Dışarıdaki varlığı evdeki babalığa tercih eden birçok erkeğin çocukları da dışarıdaki varlığı ve ötekinin değerlerini öncelemeye ve farklı yaşamlar ortaya koymaya başladı. Aslında çoğu kez bu tercihler farkında olarak yapılmadıysa da uzun vadede değişen cinsiyet rollerine neden olduğu da su götürmez bir gerçek. Söylem olarak kullanılan koruma, kollama, lider olma vasıfları artık yalnızca dışarıda sosyal statü kazanıp eve para getiren bir erkekliğe dönüşmüştü erkek için bu yeni rol dağılımında.
Peki, yıkıldığından bahsedilen bu erkeklik nasıl bir şeydi ve tam olarak oluşmasına, beslenmesine, daha da önemlisi yıkılmasına sebep olan kaynaklar nelerdi? Muhafazakâr dediğimiz bu erkeğin erkeklik algısının sekülerleşmesini neye borçluyduk? Sahip olduklarını söyledikleri inanç, kimliklerini oluştururken hiç etkili olmamış mıydı?
Erkeklik dediğimiz kavram ne genlerle gelir ne de sosyal olarak tek bir gerçekliğe dayanır. İçerisinde bulunulan sosyal yapının kaynaklarının kullanılması ve oluşturulan stratejiler ile var edilmiş bir kimlik biçimidir. Cinsiyet çalışmalarında, erkeklik kavramının erkek çocuklarının sosyal olarak kabul gören erkeklere dönüşmesi için yapılandırılmış bir kimlik olduğundan bahsedilir. Ve bu kimliğin en önemli unsurları aile, iş, eğitim ve karşı cinsle olan ilişkiler noktasında rekabetçi, karizmatik, başarılı ve güçlü olmalarıdır. Çağımızda gücün en büyük temsili ise popüler kültürün istediği güç öğelerine sahip olmaktan geçer. Çünkü ancak bu şekilde kabul görür ve kendinizi ispat edersiniz. Toplumda kabul görmenin bir belirtisi olan 'sözün dinlenilmesi' de ancak toplumun beklediği tarzda bir güce ve etkiye sahip olmakla mümkün olabilir. Ve bu toplumda bu güce sahip olabilmeniz için var olan kaynaklardan ötekiler kadar yararlanmanız ve en iyiyi başarmanız gerekir. Bu güç kaynakları kimi zaman paradır, kimi zaman sosyal statü, kimi zamansa kariyer... Yani Müslüman olma kriterlerinden daha önemli ve daha önce gelen kriterler ve kimlikler vardır sizi siz yapmasını istediğiniz.