Çarpıtılmış bir kamusal alan tanımlamasıyla birçok toplumsal alandan tecrit edilen başörtülüler, bir yandan en temel vatandaşlık hakları için mücadele verirken; diğer yandan kamusal alanda daha kabul edilebilir görünürlük biçimleriyle var olma stratejileri geliştirdiler.
Yaklaşık 20 yıl evvel tesettürlü kadınlara kıyafet üreten bir firmanın ilk kez podyumda tanınmış mankenlere ürünlerini sergiletmesi, büyük tartışmalar eşliğinde yeni bir döneme girildiğinin işaretlerini vermişti. En temel dinî terimlerden birini markalaştıran firmanın sahibi, gelen eleştirilere dinî söylemle mukabele etmiş; özellikle her tür kostümü sergileyebilen mankenlere birkaç saatliğine bile olsa başörtüsü taktırabildiği için duyduğu mutluluğu cihadının(!) semeresi olarak görmüştü. Bu esnada toplumda tesettür defilelerine yönelik farklı yaklaşımlar da gündeme gelmişti. Seküler yaşam tarzını genelgeçer bir norm olarak benimseyenler, dindar kitle içindeki farklılaşma ve yer değiştirmeleri zaten bir süredir şaşkınlık ve endişe içinde seyrediyorlardı. Tek tip modernlik anlayışını benimseyen bu çevreler, kendilerinden farklı hayat tarzlarının kamusal yüzlerinin belirginleşmesinden duydukları rahatsızlığı dile getirirken defilelerle gündeme gelen dindarların rüküşlüklerinden, zevksizliklerinden, kısaca modadan hiç anlamadıkları ve anlayamayacaklarından dem vuruyorlardı. En insaflıları "Onlar da kadın! Güzel görünmek onların da hakkı!" söylemi üzerinden tesettürlülerin şık görünme isteklerini makul karşılıyor gibi görünseler de kullandıkları dildeki üstten bakışı gizlemek için hemen hiçbir gayret göstermiyorlardı. Öte yandan söz konusu defileler dindar toplum kesimlerinde de farklı değerlendirmelere konu oldu. Bir kısmı Müslümanca ölçülerin gözetilmesi kaydıyla şık giyinmenin sadece dinin izin verdiği bir durum değil aynı zamanda bir gereklilik olduğunu dillendirirken; önemli bir kısmı İslami değerlerin kapitalizme kurban edilişi olarak gördükleri defilelere karşı pozisyon aldı.
Geçen zaman içinde defilelere paralel olarak tesettürlülere hitap eden moda dergilerinde, tesettürlü modacıların sayısında ve tüm bunları ilgiyle takip eden üst-orta sınıf yeni muhafazakâr genç ve orta yaşlı kadınların oranında hızlı bir artış oldu. Bu durum, aslında Türkiye'nin uzun şehirleşme ve sanayileşme hikâyesini takiben küresel kapitalizme dahil olma süreçleriyle alakalıydı. Ancak saplantılı bir laiklik anlayışını benimseyen sivil-askerî-siyasî elit uzunca bir süre toplumdaki dönüşümü anlamakta zorlandı ve dindar kesimleri muhtelif kısıtlamalarla kamusal alandan uzaklaştırdı. Buna rağmen eğitim ve ekonomi sahalarına nüfuz ettikçe kendilik bilincini pekiştiren dindarların hareketliliğine engel olunamadı.
Uzlaşı stratejileri
Çarpıtılmış bir kamusal alan tanımlamasıyla sadece üniversitelerden değil aynı zamanda kimi devlet hastanelerinden ve hatta restoranlardan, kısaca birçok toplumsal alandan tecrit edilen başörtülüler, bir yandan en temel vatandaşlık haklarından olan eğitim vesaire hizmetler için mücadele verirken; diğer yandan kamusal alanda daha kabul edilebilir görünürlük biçimleriyle var olma stratejileri geliştirdiler. Böylece seküler giyim anlayışının uzağına düşen 1970 ve 1980'lerdeki pardösüler yerine daha uzlaşmacı çağrışımlara sahip olan gömlekler, hırkalar ya da pantolonlar tercih edilir oldu. Başörtüsüne yönelik ön yargıları giderme bağlamında zımni bir ikna çabasının hissedildiği bu yeni tarz giyim kuşam anlayışı zamanla çalışma hayatında var olmak isteyen başörtülü kadınların giyim tercihlerini belirler hale geldi. Nitekim bugün çalışan başörtülü kadınların çok küçük bir kısmı pardösü giyinmekte; çoğunluğu ceket etek, pantolon ceket ya da gömlek kombinlerini tercih etmektedir. Bu tercihte belirleyici olan önemli bir diğer etken ise, işverenlerin modern hayatla uzlaşıya açık olduğunu düşündükleri giyim tarzına sahip olan kadınları daha muhafazakâr mesaj verdiğini düşündükleri pardösülü kadınlara tercih etmeleridir. Böylece, dindar kadınlar sadece geliştirdikleri uyum stratejileri nedeniyle değil aynı zamanda toplumsal beklentiler nedeniyle de moda etkisine açık hale gelmişlerdir.
Ancak şüphesiz muhafazakâr-dindar toplum kesimlerinde modadan etkilenenler sadece iş hayatındaki kadınlar değildir. Yükselen orta sınıflaşma, refah düzeyinin artışı ve küresel ekonomik sisteme entegrasyon, toplumun tüketim paradigmasından her geçen gün daha fazla etkilenmesine yol açmış; dindar toplum kesimleri de bu sürecin dışında kalamamıştır. Böylece profesyonel iş hayatında yer almasa da eş-dost-akraba merkezli sosyalleşme kanallarıyla topluma katılan kadınlar gösterişçi tüketime daha fazla yönelmiş; modaya duyulan ilgi, bir toplumsal statü göstergesi olarak öne çıkmıştır.
T. Veblen'in henüz 20'nci yüzyılın başında işaret ettiği üzere emek ve üretimden uzak duran; buna karşın tüketimi saygınlığa layık oluşun bir ifadesi olarak gören toplum kesimleri, saygınlık için sadece servet ve güç sahibi olmanın yeterli olmadığını aynı zamanda bunların tüketim üzerinden kanıtlanması gerektiğine inanmışlardır. Tam burada tüketim toplumuna eleştirel yaklaşımıyla dikkat çeken J. Baudrillard'ın modern zamanlardaki tüketimin ürün tüketiminden ziyade sembol tüketimi olduğuna yönelik saptamasını hatırlamak gerekir. Zira günümüzde değeri yüksek bir çantayı taşımak sadece bir çanta taşımanın ötesinde anlamlara sahiptir ve bu anlamların başında o çantaya sahip olan kişinin statü göstergesi ya da saygınlığının ispatı olacak yüksek statüye sahip olma arzusu gelir. Bu arzu, tüketim toplumunda öyle şiddetli hale gelir ki üst sınıf markaların ürünlerini satın alabilmek için cüzi miktarlardaki maaşlarını biriktirenlere ya da öğlen yemeğinden feragat edenlere rastlanıldığı gibi doğal afetler sonrası gelen yardımları temel ihtiyaçlara değil de lüks tüketime harcayanlara bile rastlamak mümkün olur. (Medyaya yansıyan haberlere göre ABD'deki Katrina kasırgasından sonra devlet yardımını üst sınıflar için üretilen marka çantalar için kullananlar olmuştur). Gündelik davranışlar üzerinde bu derece güçlü etkiye sahip olan ürün tüketiminin sembolik anlamı, maddi refah düzeyi yükselen dindar kesimleri de etkisi altına almıştır. Bu etki, markası dışarıdan görünecek şekilde başörtü bağlayanlarda gözlenebileceği gibi en açık biçimini tesettürlüler için tasarlanmış moda dergilerinde bulur.
#Sayfa#
Gelenekselden MODA'ya
Günlük yaşamı etkisi altına alan moda, geleneksel norm koyucuların iktidarının çözüldüğü yerlerde küresel bir kural belirleyici olarak görev ifa ediyor. Artık nerede nasıl davranılacağı, neyin nasıl yenilip içileceği, nerede nasıl giyinileceğine dair buyruk ve tavsiyeler din ve gelenek gibi istikrarlı kural koyucular tarafından değil; her an değişen ve eskiyen, dolayısıyla sürekli tetikte olmayı gerektiren ve bu haliyle güven duygusunu örseleyen, istikrardan yoksun bir norm koyucu olan moda tarafından belirleniyor. Her ne kadar sözünü ettiğimiz olgu tüketim toplumunun bir belirleyicisi olarak yaşamın pek çok sahasını şekillendiriyor olsa da kılık kıyafet üzerindeki etkisinin görünürlüğü diğerlerine galebe çalıyor. Her sezon belirlenen yeni giyim kuşam biçimleri, renk ve modelleriyle; ayrıca bunların kullanımı açısından üretilen 'modaya uygun' ve 'demode' gibi değer bağımlı yargılarla toplumu trendleri takibe zorlayan moda, kapitalist ekonomik sistemin sürekliliği açısından son derece önemli bir vazife üstleniyor.
Bu normatif tutum dindar kesimleri de etkisi altına alıyor ve başörtüsüne yönelik önyargılarla mücadele etmek zorundayken bir de 'demode' damgası yemek istemeyen orta sınıf yeni muhafazakârlar modayı takip etmenin gereğine ikna edilmiş oluyor. Ancak bu etki sadece kadınlar üzerinde kalmıyor; artık daha fazla sayıdaki orta-sınıf dindar erkek mesleği ya da sosyal çevresi dolayısıyla eşinin ya da kızının başörtülü olsa bile (modaya uygun olma anlamında) modern görünümlü olmasını istiyor.
Moda ve dindar erkek
Modanın tesettürlü kadınlar üzerindeki etkilerini tartışırken dindar erkeklerdeki değişim gözden kaçıyor. Halbuki kadın tesettüründeki farklılaşma yukarıda sözünü ettiğim gibi erkeklerin beklentilerinden bağımsız değil. Ayrıca yeni-muhafazakâr erkekler sadece kadınlarla ilgili konularda değil; aynı zamanda kendi tesettür anlayışlarında da dönüşüm yaşıyorlar. Bugün geçmişteki yargıların aksine vücut hatlarını belli eden jean pantolonlar dindar erkekler arasında son derece yaygın olarak kullanılırken; renk seçimi bakımından da geleneksel dini anlayışın hoş karşılamadığı tercihler dikkat çekiyor. Sakal ve bıyık artık geleneksel dinî referanslar nedeniyle değil; moda olduğu için tercih ediliyor.
Dindar erkekler arasında -kıyafetten teknolojiye, arabadan aksesuara kadar- modayı takip edenlerin oranında gözle görünür bir artış varken; yaşanan dönüşümü yalnızca kadınların tercihleriyle açıklamaya çalışmak yetersiz kalıyor. Kanaatimce dindar kadının tüketim davranışını içinde bulunduğu bağlamdan kopartarak tek başına değerlendirmek, durumu anlama sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açar.
Refah düzeyinin artışı ve post-modern tüketim toplumuna yöneliş genel olarak toplumun, özelde ise dindar kesimlerin dinî-geleneksel kavram ve ilkelerle olan bağını gevşetiyor. Cömertlik, israftan ve gösterişten uzak durmak, tevazu gibi temel prensipler, hızlı bir dönüşüm sürecinin içinde olan yeni muhafazakârlar tarafından yer yer göz ardı ediliyor. Ancak değişimin süratiyle ortaya çıkan anomi hali, yine dindar kesimler tarafından tespit edilip eleştiriliyor. Kanaatimce ilkeler üzerinden yapılacak sağlıklı bir öz eleştiri ve iletişim süreci yeni-muhafazakârların modern hayat karşısında tutum belirlemedeki kafa karışıklığını azaltabilir. Bu süreci bilhassa sivil girişimlerin dini ve sosyal alanlardaki eğitim ve sorumluluk projeleriyle güçlendirmesi gerekir. Zira sınırsız alternatifler karşısında vicdanı ve nefsiyle baş başa kalan bireyler, yeterli fikrî ve manevi desteğe sahip olmadıklarında çoğu zaman ilkelerden değil, arzulardan yana tercihte bulunabiliyor.