Remzi Kopar: Moda güzelin değil, yeninin peşinden koşar

Moda güzelin değil, yeninin peşinden koşar
Giriş Tarihi: 5.08.2014 16:34 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:52
Remzi Kopar SAYI:04Ağustos 2014
İslami camiada pek çok kişi, kendisine mahrumiyetten imkâna açılan bir hayat hikâyesi inşa etmeye çalışıyor. Ama bu çabalar esnasında hiçbir ahlaki sınır kalmayınca ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ manzaralar çıkıyor karşımıza. Sizce modanın tartışılamaz ve eleştirilemez gücünün sırrı nedir? Modacılar toplumun hislerinin tercümanı mı gerçekten?

Nazife Şişman: Modacıların toplumun hislerine tercüman olmak gibi bir iddiası olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade hisleri yönetmek, bu hisleri sermayenin istediği doğrultuda arzuya, hiç tatmin edilemez bir arzuya dönüştürmek gibi bir hedefleri var. Bunun için de tüketim ekonomisinin kendini eşyalar üzerinden tanımlama zeminine yaslanıyorlar. Modanın otorite oluşuyla tüketim ekonomisi arasında bir bağ kurmazsak bu süreci anlayamayız. Kişiler, tükettikleri nesneler üzerinden bir kimlik kurabildikleri için, bu kimliğin hikâyesini yazan 'uzman'lara, yani modacılara mahkûm hissediyorlar kendilerini.

Fatma Barbarosoğlu 'kamusal alanın mübarekleri' diye adlandırarak vurgulamıştı modacıların bu tartışılmaz konumunu. Ona göre modacılar adeta din adamlarından boşalan yeri dolduruyor. Ve bu nedenle de buyurgan dilleri hiç eleştirilemiyor. Herkesi estetik bir denetlemeye tabi tutan, şık/rüküş ölçeğine yerleştiren bu mübareklerin otoritesi tartışma dışı kalıyor.

Tüketim açısından eleştiriyoruz çünkü moda dendiğinde üst sınıf olma arzusu şeklinde ortaya çıkan, taklitten beslenen, tek tipleştiren, sonra bu tek tipleştirme sıkıcı hale geldiğinde yeniden bir tek tipleştirme oluşturan bir döngü var. Ama sosyal açıdan bakarsak; bugünkü tek tipleştirme, modernite öncesini düşünürsek, bir miktar da insanları birbirine yakınlaştırmıyor mu? Ortak bir payda oluşturduğundan bahsedemez miyiz?

Nazife Şişman: Modanın döngüsü yukarıdan aşağıya doğrudur hep. Alt sınıflar moda olan bir eşyaya, giysiye ulaştığında, o üst sınıflar için çoktan demode olmuştur. Yeni bir moda furyası gerekir. Alt sınıflar o furyaya katılana kadardır moda olanın ömrü. Bu döngü böyle devam eder gider. Son dönemlerde geç kapitalizmin hızı ile görsel kültürün hızı birleşerek güçlü bir ivme oluşturdu. Bu ivme moda-demode şeklindeki döngüyü gittikçe daha da hızlandırıyor. Yani bir eşyanın demode olma süresi gün geçtikçe kısalıyor.

Böyle olunca hangi insanlar birbirine yaklaşıyor? Üst sınıf sürekli kaçıyor, alt sınıf kovalıyor. Alttakiler de kendi içinde bulunduğu gruptan ayrıştırılmak isteğiyle her daim moda olanın peşinde koşarak üst sınıfa dahil olmaya çabalıyor.

Modernizmle birlikte 'güzel' kavramının artık bireyden çıkıp, kitlelerin tahakkümüne girmiş olduğundan bahsediliyor, peki modernizm öncesi nasıl bir güzellik algısı vardı ve onu belirleyen gerçekten bireylerin kendisi miydi? Bugün eleştirdiğimiz 'güzel' anlayışını modanın var olmadığı zamanlarda üreten şey neydi peki?

Nazife Şişman: Eğer magazin düzeyinde kalmayacaksak, güzelin tanımını felsefi bir temele yaslanarak yapmamız gerekir. Öncelikle şunu bilelim; etikten, estetikten, dinden, felsefeden bağımsız bir güzellik tanımı yapılamaz. Tabii ki güzelliğin toplumsal algılanışında izafilik hep olmuştur. Aşığın "güzelliğin on par'etmez, bu bendeki aşk olmasa" ifadesinde kendisini gösterdiği gibi, esasında bakmayı ve görmeyi bilmektir güzelliğin ölçüsü. Efendimizin herkesin yanından geçerken iğrenerek baktığı ölü bir köpeğin inci gibi dişlerinin güzelliğine dikkat çekmesi, güzellikle ilgili zihniyet dünyamızı şekillendiren işaret taşlarından biridir. Ama modern öncesi ve sonrası diye güzelliğin tanımı ve algılanışı ile ilgili çok genel, bu nedenle de yüzeysel cümleler kurmak istemem.

Bugüne dair yapabileceğimiz en genel tespit: günümüz güzel ile iyinin, iyi ile doğrunun birbirinden ayrıldığı, ayrıştırıldığı bir dönem. O yüzden medyalaştırılan bir ortamda görsel kültürün sunduğu, sadece göze hitap eden, görüntü çokluğu üzerinden baskıyla oluşturulan bir güzellik anlayışı hâkim. Günümüzde popüler kültür ve moda, birlikte belirleme iddiasında güzelliğin sınırlarını ve ölçüsünü. Ama moda doğrudan sadece güzeli belirleme üzerinden almıyor gücünü. Biraz önce de bahsettiğim gibi bu gücü, kişilerin ancak tüketerek kimlik belirledikleri, eşyaların hakimiyetindeki kültürden alıyor.

İbn Haldun'un 'yenilgiye uğrayanın yeneni taklit etmesi' tespitinden yola çıkarak, bugün modaya yön vermeyen bir ülkenin dünyaya kendi tarzını pazarlaması mümkün mü?

Nazife Şişman: Modaya yön verenler ülkeler değil. Siyasete bile artık uluslar ve ülkeler bazında açıklamalar getiremiyoruz. Geç kapitalizmde üretim coğrafyadan bağımsızlaşırken tüketim de ulus-aşırı artık. Nepal'de üretilen, üzerinde bir İngiliz firmasının etiketi olan malı Nişantaşı'ndaki bir mağazadan bütün sembolik anlamıyla birlikte satın alıyoruz. Geçen yıl kitap fuarı vesilesiyle gittiğim Londra'da Harrods mağazasına, özellikle gözlemlemek üzere gitmiştim. Gördüğüm; dinden, ırktan, etnisiteden bağımsız bir tüketim kardeşliği idi. Şöyle yazmıştım günlüğüme: Dünyanın en üst krema tabakasının, rengi, dini, milliyeti, etnik grubu, hiçbir özelliği belirleyici değil. Hepsi tek bir millete mensup. Başörtülü, hatta yarı peçeli Arap kadınlar karşısında, beş-on bin liralık çantalar satan mağazanın tezgahtarları hizmette kusur etmiyor. Zaten pek çok ürünün üzerinde fiyat bile yok. Çünkü sormadan alıyor insanlar. O ezildiği söylenen Hintli gençler de başları dik, dünyanın hâkimi edalarında gezebiliyorlar küçücük cüsseleriyle. Aynen Çinli çiftler gibi. Para gurbeti vatan eylemiş...

Moda olarak çıkan ama kullanışlı olduğu için 'adet' haline gelip yerleşen giyim-kuşam, alet-edevat var. Mesela 'bel çantası'... 80'lerin sonunda moda olmuş bir eşya. Ama bugün özellikle parklarda koşu yapan insanların belinde rastlarsınız. Çünkü pratik açıklaması; koşarken eller serbest olsun, ama kimliğim, param da üzerimde olsun. Bir yandan da işe bel çantası takıp gitseniz 'demode' olursunuz. Sürekli yenilenme, yenilenirken oluşturulan yıkıcı kültür, eski olanı lanetleme... Sorun nerden kaynaklanıyor, ne dersiniz?

Nazife Şişman: Moda olanla fonksiyonel olan çakışmayacak diye bir kaide yok. Bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir . Ama moda fonksiyonellikten ziyade eşyalara yüklediği anlamlar üzerinden avlar muhataplarını. 20'nci yüzyılın başlarında Freud'un yeğeni Edward Bernays ilk defa reklamı ihtiyaç üzerine değil arzu üzerine kurarak modern reklam ve halkla ilişkilerin temellerini atmıştı. Bir şeye ihtiyacı
olduğu için değil, arzuladığı için sahip olma isteğinin meşrulaşması, yeni yaklaşımdaki en temel farklılıktı. Moda da aynı kodları kullanıyor. Bu yüzden mesela sağlık açısından çok zararlı olduğu halde beli ve göbeği açıkta bırakan düşük bel pantolon yaygın bir moda olabiliyor. Eğer işlevsellik, sağlık vb. kıstaslar söz konusu olsa böyle bir moda sunulmamalı, sunulsa bile uygulayıcı bulmamalıydı.
#Sayfa#
Moda dergilerinde sık tekrarlanan bir söz var: "Kendinizi baştan aşağı yeniden yaratın." Artık bu 'yeniden yaratma' için ne gerekirse yapmak gerekir… Üstelik bu ifade giysileri değiştirmek olarak da anlaşılmaz, temelde kişinin bedeninden hoşnutsuzluk yaratıp, ardından bedenini de tepeden tırnağa değiştirmesini telkin eder. Bu kadar detaylı bir değişim tanımı ve telkini bir nevi şiddet değil mi?

Nazife Şişman: Bu şiddeti en fazla kadınlar, özellikle de yaşlı kadınlar üzerinde gözlemleyebiliriz. Hâkim kültürdeki gençlik ve güzellik vurgusu sebebiyle kadınlar ciddi bir baskı altında. Mesela yaşlanmak yaşam döngüsünün doğal bir aşaması olarak görülmüyor artık. Ve kadınlar kendine bakım üzerinden bir sorgulamanın muhatabı.

Beklentiler yüzünden kadınların ununu eleyip eleğini duvara asma, çoluğunu çocuğunu yetiştirdikten sonra manevi yönden kendini beslemeye teksif olma gibi bir hakkı yok. Çünkü antiaging programlarıyla mümkün olduğunca genç görünümlü bir yaşlı olmak zorunda. Ve bu şiddet ve baskı asla sorgulanmıyor. Biraz provokatif gelebilir ama her şeyin haklar üzerinden konuşulduğu bu çağda 'yaşlanma hakkı'nı konuşmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Kadınların yaşlanma hakkı olmalı ki bedenlerine hapsolmaktan kurtulup kemalata dair çabaları olabilsin.

Biraz dönüp dindarlara bakalım, 'modaya uymanın kaçınılmazlığı' israf hassasiyetini etkiledi mi, ne dersiniz?

Nazife Şişman: İsraf hassasiyetini etkileyen husus sadece moda değil. Modanın da içinde olduğu bütün bir hayat tarzı stratejisi. Bir ürüne ulaşmak, hayata anlam katan bir eylem artık. Zaten gelişmiş dünyada temel insan ihtiyaçlarından bahsedilmiyor pek, daha ziyade kültürel olarak inşa edilmiş arzulardan bahsediliyor.

Gösterişçi tüketim ve israf hiçbir dinde hoş görülmez. Müslümandan da sade bir hayat sürmesi, israf etmemesi istenir. Ama tüketim toplumunda yaşıyoruz. Nasıl ki güneş herkesi ısıtıyor, yağmur herkesi ıslatıyorsa teknolojik gelişmeler, kapitalist ekonominin yükselişi vs. herkesin hayatını hızlandırıyor. İslami camia da buna dahil. Gösteriş ve israf bu çağa mahsus bir hastalık değil elbet. İnsanlığın kadim sınavlarındandır bu ikisi. Ama günümüz tüketim kültürü bu sınavı daha da zorlu kılıyor, Müslümanlar da bu sınavı kaybetmek üzereler.

Türkiye'de kamusal alandan dışlanma ve mahrumiyetler günümüzde nimetlere kavuşma ve her şeyin sahibi olma şeklinde uç bir tepkiye evrildi denilebilir. Sadece tüketerek var olunabilen ve hayat tarzlarının tüketim eksenli olarak belirlendiği bir kültürde, kendisini dindar diye tanımlayan insanlar da 'kirli'ler, 'münasebetsizler' arasında yer almak istemiyor. Böylece tüketim sarmalının içine çekiliyorlar. İslami camiada pek çok kişi, kendisine mahrumiyetten imkâna açılan bir hayat hikâyesi inşa etmeye çalışıyor. Ama bu çabalar esnasında hiçbir ahlaki sınır kalmayınca 'bu ne perhiz bu ne lahana turşusu' manzaralar çıkıyor karşımıza.

Moda dendiğinde daha çok kadın üzerinden bir tartışma yürütülüyor. Hâlbuki erkekler üzerinde de göz ardı edemeyeceğimiz bir etkinliği var... Sizce moda kadınlık ve erkeklik algısını nasıl etkiliyor?

Nazife Şişman: Dindar camiada moda eleştirisi daha ziyade kadınlar üzerinden yapılıyor. Bu yaklaşımı modernleşme tarihi boyunca bütün toplumsal sorunların kadın üzerinden tartışılmasının bir devamı gibi görebiliriz. Esasında hızlı toplumsal değişme yaşayan bütün toplumlarda kadınlar üzerinden dile getirilir söylemler. Neden? Çünkü kadınlar ve kadın bedeni, toplumların ahlaki düzenlerini inşa ettikleri sembolik ve kültürel zeminlerdir.

İşte bu yüzden 20'nci yüzyıl başlarında asrileşme, aşırı batılılaşma kadınların giysileri üzerinden eleştiriliyordu. Günümüzde de kamusal alanda dini kimliğin varlığı mesela kadınların jip kullanması üzerinden eleştiriliyor. Kentsel mekanlarda jip kullanmanın şatafatlı tüketim olarak kodlanması elbette isabetlidir. Bu açıdan eleştiriyi hak ediyor. Ama eleştirinin başörtülü kadınlar üzerinden yapılması, odak kaymasına yol açıyor. Başını örten bir kadının daha ahlaklı olmasını beklediğimiz için, tüketim konusunda da daha tutarlı bir davranış bekliyoruz ondan. Hâlbuki sosyoekonomik eşitsizliklerin, kent yaşamında uygunsuz davranışların, gösterişçi tüketimin eleştirisini böyle kimlikler üzerinden yaparsak, sloganik bir düzeye hapsoluruz ve eleştiri baştan iptal edilmiş olur. Kentsel mekanlarda jip kullanmak yanlış ise bu herkes için yanlıştır. Eleştiriyi kadınlar üzerinden yapmak, 'Müslüman kadınlar her şeyin en iyisine layık' klişesine çarptığı için emri bil ma'ruf, nehyi anil münker zeminini ortadan kaldırıyor.
#Sayfa#
Muhafazakâr kadın ve erkekler bağlamında da düşünecek olursak, sizce moda hem erkek hem de kadınların tesettür
algısını nasıl etkiliyor?

Nazife Şişman: Bence modanın verdiği zayiatı tesettür alanıyla sınırlı görmekle hata ediyoruz. Evet, piyasada sunulan kıyafetler (şeffaf, strech vb) tesettür açısından sakıncalı birtakım durumlara yol açabiliyor. Ama bence asıl mesele fazla tüketmek. Üstümüzdeki giysiler, evimizdeki eşyalar eskimeden demode oluyor. Bu da bizi sürekli bir yenileme ihtiyacına gark ediyor. 'Sanki yedim' diyerek bir kenara ayırdıklarından cami yaptıran bir kültürün mirasçıları iken, geleceğe borç erteleyerek yaşayan bir yaşam kültürünü hiç tartışmasız nasıl kabul eder hale geldik? Asıl soru ve sorun bu.

Modanın güzelin peşinde koşarken ahlakı ötelediğinden bahsedebilir miyiz? Eğer öyleyse bu hali ile tesettür ve moda nasıl yan yana gelecek? Yahut gelmeyecek mi?

Nazife Şişman: Moda güzelin değil yeninin peşinden koşar. Zaten kelime kökeninde tamamlanmamışlık ve yenilik anlamlarınasahiptir. Modanın ahlakla işi olmaz. Böyle bağlılıkları olmayan, yüzer-gezer bireydir modanın muhatabı. Tesettür ise ahlaki ve dinî bir bağlanmanın tezahürüdür. Bu sebeple tesettür ile modanın yan yana gelmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Fatma Barbarosoğlu yıllardır tesettür modasının yanlışlığını anlatmaya çalışıyor. Eğer bu ikisi yan yana gelecek olursa kazanan moda olacak ve tesettürü geçici bir form olarak kullanacaktır bu her daim tüketimin ve değişimin izini süren endüstri.

Tesettürlü kadınlar belli ölçüleri koruyarak modaya uygun giyinebilirler tabii ki. Bu bazen kaçınılmaz oluyor zaten. Zira artık kimse kendi giysisini üretmiyor, konfeksiyon olarak üretilen ne varsa onunla yetinmek zorundasınız. Bu yüzden moda olan bir şeyi tüketmekten ziyade modanın rüzgârına esir olmaktır problem teşkil eden.

Tesettürün de genel kuralları dışında içine doğduğu toplumun coğrafi, kültürel, ekonomik koşullarından etkilendiğini düşünürsek kendi sınırları içinde bir moda geliştirebilir mi?

Nazife Şişman: Giyim tarzı ile modayı birbirine karıştırmamak gerekir. Kültürel, coğrafi, ekonomik koşullar giyinme tarzlarını elbette etkiler. Bu yüzden tabii ki günümüz kentsel ortamında yaşayan dindar insanların giyim tarzının beş yüz yıl öncesi gibi olmasını bekleyemeyiz. Osmanlı döneminin feracelerinden günümüzdeki iğnelerle başa sabitlenen başörtü ve tunik altı pantolona geçişte,kadınların sokakta geçirdiği sürenin artışı ve taşıtlara binme gibi gündelik hayat farklılıklarının etkisi var. Ama bu değişimi yeni tesettür modası olarak nitelemek doğru olmaz.

Haddi zatında pek çok dini uygulamanın toplumsal ve kültürel katmanlara sahip olduğunu görürüz. Örtünmek dini bir pratik. Kaynağı din de olsa toplumsal, siyasal ve iktisadi koşullardan etkilenerek şekillenmesi çok normaldir. Zaten bizatihi başörtüsünün merkezi bir dinî sembol haline gelmesi de toplumsal/siyasal sürecin etkisini gösteriyor. Ama moda bir endüstri ve günümüz geç kapitalist sisteminde bir tarz oluşturmaya izin vermeyecek şekilde totaliter bir yapı arz ediyor. Bu yüzden tesettürün bir moda oluşturmasından bahsedersek eğer, bir süre sonra demode olmasını da kabul etmek zorunda kalırız.

Türkiye'de tesettürlü kadının sistemli bir biçimde dışlandığı geçmiş konjonktür düşünüldüğünde moda dergilerinde ve moda sektöründe artan görünürlük bir normalleşme midir, bir kabullenme midir? Nasıl değerlendirirsiniz?

Nazife Şişman: Bu dışlanmaya verilen tepki, ne olursa olsun her yerde olma şeklinde sağlıksız bir savrulmaya sebebiyet vermiş görünüyor. 80'li yıllarda okul kapılarından döndürülen tesettürlü genç kızların hafızamızda yer ettiği fotoğrafa, iki binlerde, güneş gözlüğü gece bile ipek şalının üzerinde duran ve seçkin bir kulübe giremediği için şikayet eden genç kız eklendi. Evet artık tesettürlü kadınlar moda dergilerinde bile görünür oldular. Gerçi başörtülü desek daha doğru, çünkü tesettür sadece örtünmek değil belli bir vücut diline ve onun gerektirdiği edebe de sahip olmak, en azından dışın sınırlaması ile içi de eğitmek ve derinleştirmek anlamına gelir.

Peki böyle görünür olmak hangi savaşı kazanmış olmak demek? Bir moda dergisinde başörtülü bir kadının makyajlı yüzüyle fotoğrafının olması, hangi başarı hanesine yazılabilir? Kazanan kim? Örtünen kadınları da tüketici hanesine kaydeden piyasa. Kaybedense öncelikler sıralamasında karmaşa yaşayan, ahlakı, adaleti, vakarı ve insanlığı öncelemesi gereken dilini yitiren, 'olmak'tan vazgeçip 'sahip olma'ya 'fit olan' Müslümanlar.

Nazife Şişman kimdir?
Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi'nde ekonomi okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji yüksek lisansı yaptı. Kadın, örtünme, kamusal alan gibi konular üzerine dikkat çekici çalışmalara imza attı. 'Emanet'ten 'Mülk'e: Kadın Beden Siyaset, Küreselleşmenin Pençesi İslam'ın Peçesi, Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı Başörtüsü, Yeni İnsan: Kaderle Tasarım Arasında gibi dikkat çekici kitaplar yazdı. Kendi yazdığı kitapların yanı sıra Martin Lings - Hz. Muhammed'in Hayatı gibi önemli eserleri Türkçe'ye çevirdi.



BİZE ULAŞIN