Helal tatil köylerinde sahil şeridinin çok ufak bir kısmı kadınlara ayrılmıştır. Kocaman karma plaj bir yanda, kum tanesi başına sekiz çocuk düşen küçücük kumsal diğer yanda…
Geçtiğimiz Eylül ayında Arjantin'de 2020 yılı Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapacak şehrin final oylaması yapılıyor. İstanbul ve Tokyo yarışıyor ve olimpiyatların ev sahibi Tokyo oluyor. O esnada TV kanalları arasında geziyorum. Her başarısızlığımızın ardından olduğu gibi, Olimpiyat şehri seçilemeyince de hep bir ağızdan spor konusundaki eksikliğimiz, spor yapma kültürüne sahip olmadığımız, spora yapılan yatırımın azlığı konuşulmaya başlanıyor. CNN Turk TV'de spor yorumcusu İlker Yasin var. Konu yüzmeye geliyor. Yıllardır şu cümleleri duyarız hep: Üç tarafımız denizlerle çevrili ama yüzmeye düşkün bir millet değiliz. Yüzme sporuna ilgi göstermiyoruz, vesaire vesaire… İlgimi çeken, o esnada Yasin'in yaptığı yorum: "Hâlâ kadın erkek ayrı havuzlar yapıyoruz, önemli olan, biz kadın ve erkeğimizi aynı havuza sokabiliyor muyuz? Mesele bu…" diyor.
Herhalde, kadın-erkek ayrı havuzlarla ilgili olarak belediyelerin son zamanlarda yaptığı havuzları kastediyor. Spor konusundaki eksikliklerimizden birisini kadın erkek ayrı havuza girmeye bağlıyor. Ne garip… Demek kadın erkek bir havuz yapmanın, sayfiye yerinde plajda giyilecek kıyafeti homojen bir kültür ile dayatmanın asıl ve özellikle kadınlarımızı yüzmekten alıkoyduğunu bilmiyor.
Yüzmek, evet toplumumuzun içine işlemiş bir spor değil. Öncelikle kamu için biraz pahalı bir spor, yaz kış yapabilmek için tesis gerektiriyor. Nitekim bu yatırım ancak son yıllarda yaygın ve ucuz bir imkâna dönüşebildi. Bu da hâlâ İstanbul veya Ankara için geçerli. Türkiye genelinde hâlâ her ilçede ulaşılabilecek ve profesyonel yüzme imkânı sunacak havuzlar yok. Bu bir vaka… Lakin ikinci bir vaka var ki, daha vahim. Bu havuzlarda kim yüzecek? Türkiye halkı. Yüzde 68'inin başörtüsü taktığı bir topluma karma havuz, plaj giysisi dayatmaya çalışan zihniyet, bu havuzların karma olmamasını da eleştiriyor.
Kendi tecrübemi aktarayım. İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum ve büyüdüm. Benim çocukluğumu geçirdiğim 90'larda Moda Plajı denen bir şey kalmamıştı, İstanbul'un denizleri artık girilemeyecek kadar kirliydi. Bize en yakın havuz Burhan Felek Spor Salonunda idi: karma, yani benim için bir seçenek değildi.
Son iki senedir Kurtköy'de yaşıyorum. İstanbul Büyükşehir Belediyesi buraya tam olimpik bir havuz yapmış. Havuzun üyelik ücreti, 15 TL. (Özel tesislerde havuz üyelik ücretlerini hatırlayalım). Bu ücret karşılığında iki ay boyunca haftada iki saat havuzu kullanabiliyorsunuz. Tesis gıcır gıcır, havuz şahane…
#Sayfa#
Hizmet götürdük, peki ya ilgi nasıl? Bir sene boyunca düzenli devam ettiğim havuzun sabah 8:30 seansında ortalama 45-50 kadın oluyor. Gençler o saatte okulda oldukları için çoğu orta yaş üstü. Lakin sekiz kulvarlı havuzun ilk ve son kulvarlarını kullanıyor büyük çoğunluk. 2.75 m derinlikteki havuzun orta kulvarlarında yüzerek gidip gelen az. İlk ve son kulvarlarda ise yine belediye hizmeti olarak yüzme öğretiliyor. Katılımcılar bir hayli istekliler, hem doktorlar belli bir yaştan sonra bel ve boyun fıtıklarına yüzme veriyor, herkes halinden memnun.
Hasılı kelam, bu ülkedeki sosyolojiye uygun hizmet götürdüğünüz zaman ilgi de var alâka da… Yıllarca spor açısından alamadığımız sonuçları işte biraz da bu sosyolojide aramak lazım. Havuz çıkışında yol üstünde evlerine bıraktığım bir grup kadın var. Bir tanesi Sancaktepe'deki fabrikadan gece mesaisinden geliyor. Sabah yüzdükten sonra dinlenmeye çekildiğinde çok rahat ediyormuş. Örnekleri çoğaltabiliriz. Söylemek istediğim, toplumsal yatırımlarımızı, planlamalarımızı toplumumuzun sosyolojisinden bağımsız yapmak merakı bizi bir şeylerden geri bırakıyor. Bu fikr-i sabiti salt yüzmede değil, pek çok alanda görebilirsiniz. Batı toplumlarının 'normallerini' alıp bizim toplumumuza uygulamak zorunluluğu külfetinden, hissinden çıkmak lazım.
Kışın havuzlar güzel de yazın insanın canı denizde yüzmek istemez mi? Yine aynı sorun, nerede yüzeceksiniz? Bir yanda dindar kadının yüzme talebini beş yıldızlı otel adı altında fahiş fiyatlarla ve çok kötü hizmetlerle karşılamaya çalışan oteller, diğer yanda taşlık, kayalık, dalgalı en kötü deniz kenarlarında yer bulabilmiş kadın plajları.
#Sayfa#
Tesettürlü olsun olmasın, toplumumuzda bazı kadınların tatil yaparken 'mahrem' plajlar kullanma talebi bulunmaktadır. Bu talep, meşru bir kamu talebi olarak görülmemiş ve yıllarca göz ardı edilmiştir. Buna karşılık İslami tatil, helal tatil şeklinde gelişen ve çoğu beş yıldızlı tesis olan oteller bu ihtiyaca cevap vermeye çalışmış. Bu otellerde de kadınlara verilen hizmetler de alınan fiyatlarla karşılaştırıldığında kıyas dahi edilemez nitelikte. Seçeneğin sınırlandırılmış olması, hitap edilen kitlenin tatil alışkanlıklarının olmaması, işletmelerin özellikle kadınlara çok büyük bir rahatlama sunduğu söylenemez.
Genellikle çocukları ile tatil yapan kadınlar, 'kadın plajı' var diye bu tarz tesisleri tercih ederler. Aynı şekilde arkadaşları ile denize girerek tatil yapmak isteyen genç kızlar da bu tarz bir tesise gider. İşletmeciler gelen herkese ortalamanın çok altında bir eğlence ve dinlenme vaat eder. Yapılan en büyük hata, gelen herkese homojen muamelesi yapmaktır. Daha da kötüsü sahil şeridinin çok ufak bir kısmı kadınlara ayrılmıştır. Hâlbuki dediğim gibi çoğunlukla kadınlar çocukları ile tatil yapmaktadırlar. Özellikle İstanbul'a yakın tesislerde, eşini ve çocuklarını hafta sonundan getirip, işe dönüp, diğer hafta sonu gelip alan erkekler mevcut. Hal böyle iken kocaman karma plaj bir yanda, kum tanesi başına sekiz çocuk düşen küçücük kumsal diğer yanda… Kadınlara yüzme imkânı sunan otel havuzlarında, tekne turlarında ve plajlarda çalan korkunç müzikleri hiç hesaba katmıyorum. Bu tarz otellerin hepsinde, kaplıcada, kapalı ve açık havuzlarda biraz rahat etmek için erkenden gelip yer tutmak şeklinde bir gerçeklik vardır. Her durumda erkeklerin havuzları, tesisleri daha geniş ve daha ferahtır.
Yani şöyle bir deniz kenarına gideyim, kitabımı alıp okuyayım, insanlardan biraz uzak durayım, kafamı dinleyeyim demenize imkân yoktur. Çünkü her ortamda -camilerde de olduğu gibi- kadınların hareket alanları çok küçük bir mekânla sınırlandırılmıştır. Üstelik de tekrar altını çizmekte fayda var, bütün bu debdebeye fahiş fiyatlar ödeyerek… 24 saat açık büfe yemek verilen otellerde israfın ve lüks görünmeye çalışılan saçmalıkların arasında, asgari ücretle geçinen bir ailenin bir aylık kazancını 2-3 günde harcayarak… Neymiş, denize gireceğiz.
#Sayfa#
Başka yolu yok mu? Halk kadın plajları var. Sayıları Türkiye genelinde beş on tane. Genellikle dağlık bayırlık yerlerde… Çakıllı, taşlı, kayalık sapa plajlar, dalgalı denizler. Mahrem bir ortamda denize gireceğim diyorsanız iyi yüzücü olmanız gerek, zira bu kayalık dalgalı denizlerde yüzmek kolay değil. Hoş zaten yazının girişinde değindiğim gerçeklikler yüzünden yüzen kadın sayısı da çok az. Genellikle derinliğin boyu geçtiği noktadan bir ip çekiliyor, zaten kadınların yüzde 90'ı ve çocuklar bu çizginin gerisinde. Pek çok kadın ya kumsalda, ya çocuğu ayrı, kendisi ayrı bir simitin içinde sahil kenarında…
Peki, ne yapalım, yüzmeyelim mi? O da bir seçenek… İslam'ın tatil yapma anlayışının seküler hayatın dayatmaları ile şekillenmemesi, bu sebeple bir otele gittim, dinlendim şeklinde olmaması yönünde yaygın görüşler var. Hele de işin içine lüks ve israf girince… Tartışma tatil yapma şekilleri üzerinden yürüyor, hiç kimsenin helal dairede güneşten ve denizden istifade etmeye, yaz-kış yüzmeye itirazı yok. Meselemiz de bu zaten. Neden dindar kadınlar ya kayalıkların tepesinde, çakılın taşın içinde yahut fahiş fiyatlarla hem de kötü hizmet alarak bir avuç deniz arıyor? Türkiye sık sık altını çizdiğimiz gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke değil mi? Neden tatil beldelerinde kadınlara uygun, gerekli tedbirlerin alındığı plajlar açılmıyor? Ankara'dan tatile gelen bir kadın grubu, istedikleri bir otel veya pansiyonda kalıp, halk plajından yararlanarak tatillerini yapıp geri dönemiyorlar? Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer vatandaşlarının yaptığı gibi; kaldıkları oteli sevmezlerse, bir başkasına geçerek değiştirebilerek, yani bir otele kapanıp kalmadan, tek bir hizmet tipine mecbur olmadan? Neden yapamıyorlar biliyor musunuz? Çünkü yok. Çünkü Türkiye'de kamusal alan, homojen ve seküler değerlerle belirleniyor, sosyolojiye göre değil. Çünkü bu talepler dile getirdiğiniz anda reddediliyor, kabul edilemez, gerici talepler olarak karşılanıyor… Her zaman bir azınlık olarak kazanılmış hakları olduğunu düşünen, bu hak gördüğü menfaatlerini eğer üç kişi bile olsa toplumun menfaatine üstün gören eski Türkiye'nin eskide kalmasını umduğumuz yüzleri kıyameti koparıyor da ondan…
#Sayfa#
Hatırlayalım, Hürriyet'ten Ayşe Arman, İzmir'de bu şekilde kapatılan bir plaj yüzünden evinin önü kapanıyor diye tek bir ailenin şikâyetini 'utanç duvarı' şeklinde köşesine taşımıştı. Gerekçe: Sahilden istifade edememek, İstanbul'da yüzlerce metre sahili kaplayan yalılar bu minvalden bakılırsa kimsenin sahilini işgal etmezken, kadınlar için yapılmış bir plaj, insan hakkı ihlali olarak gündeme geliyor. Türkiye'de 'ana akım medya' işte bu yüzden çok problemli bir kavram. Demokratik toplumlarda kamu, toplumun taleplerini, ihtiyaçlarını göz ardı edemez. Asıl utanç verici olan, bu talebin yıllarca ihmal edilmiş olması ve bu insanların belli otellere, tesislere, tatil köylerine mahkûm edilmesidir. Ayrıca bu mahkûmiyet kamuda gözetilmesi gereken 'eşitlik ilkesi'ne de aykırıdır. Bu bizleri, parası olanların bazı mekânlarda denize girebildiği, olmayanların ya tepe bayır gezip denize girmeye yer aradıkları veya hiç giremedikleri bir toplum olmaya iter ve hali hazırda manzaramız da budur.
Yapılması gereken, her tatil beldesinde bir kadın plajı açılmasıdır. Tıpkı İstanbul'da belediyenin götürdüğü imkân gibi cüzi miktarlarla hizmet verecek, yeteri genişlikte ve ulaşılabilir plajlar olması gerekir. Mesela bir beldede on tane plaj varsa, hiç olmazsa bir tanesi kadın plajı olsun. Diğer dokuzu yine karma plaj olarak kalsın. Çok şey mi? Değil. Tabii birileri gene "on seçeneğimden bir tanesi kayboldu" diye yaşam tarzına müdahale edildiğini düşünecektir, o ayrı… Zira bu insanlar, kamusal alanı kendi evleri gibi görmektedirler. Kamusal alanda her yer açma talebinde 'hanelerine taciz edilmiş' gibi ağlamaklı oluyorlar, çare yok…
Böyle bir plaj yapıldığında kapısına gelip utanç duvarı diye bağırıp, yazan çizen meslektaşlarımın sesi de biraz çok çıkıyor olabilir. Buna karşılık, yine arzu edilen bir durum olarak değil ama sosyolojik bir gerçeklik olarak, toplumumuz, hele de kadınlar, taleplerini bu şekilde bağıra çağıra dile getirmeye alışık değil. Öncelikle bu talepleri dile getirdiğinizde aldığınız tepkilerden, ikincil olarak aile yapılarından, geleneğin ve erkeklerin tutumlarından sebep. Lakin hal böyle iken kadınlarımız, sessiz bir direniş gibi, imkân oluşturulduğunda icabet etmesini de, sahiplenmesini de biliyor. Plajları yapalım, göreceksiniz, tıklım tıklım dolacak!