Dijitalleşme furyasından en fazla nasibini alan sektörlerin başında müzik sektörü geliyor. İcrasından dinlenmesine, çeşitlenmesinden sunumuna dek müzik piyasası hızlı bir mutasyon içerisinde… Bu evrimin olumlu yönlerinden biri dinleyiciyi ve müzisyeni besleyen, özgürleştiren bir alan açışı oldu. Geçmişte kolay kolay kanal bulamayan birçok müzik türü ve müzisyen dinleyicilere çok daha kolay ulaşabiliyor artık. Dijital platformlar sayesinde tanıdığımız piyanist-besteci Büşra Kayıkçı da bunlardan biri. Ülkemizde olduğu kadar yurt dışında da birçok başarıya imza atan Büşra Kayıkçı ile bu değişimi ve dönüşümü konuştuk.
CD ve kaset sisteminin kalkmasıyla Unkapanı'nda yapımcı yapımcı dolaşma zorunluluğu kalktı. Artık Youtube'da herkes müzik yapabiliyor, Spotify sayesinde insanlar sizleri çok daha ucuza ve kolayca dinleyebiliyor. Bu, birçok yeni sanatçının keşfedilmesi anlamına da geliyor. Siz bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün bu platformlar olmasaydı albüm yapma cesaretim ve girişimim olur muydu emin değilim. Çünkü özellikle yolun başındaysanız, bahsettiğiniz sistem bir noktada çok yorucu ve kısıtlayıcı olabiliyor. Dijital bağımsız yayın sayesinde ise belli bir süre fikirleriniz ve stiliniz şekil alıncaya dek özgürce bir sürü denemeler yapıyorsunuz, farklı sanatçılarla herhangi bir bağımlılık olmadan çalışıyorsunuz; "Sözleşme" baskısıyla değil, üretme dürtüsüyle! Sosyal medya ülkeler arasındaki sınırları da ortadan kaldırıyor. Çok büyük bir dinleyici kitlesi potansiyeli var orada. Bu da büyük bir motivasyon. Kendi adıma konuşayım, bence müthiş bir imkân. Herkese de şunu söyleyebilirim; üretmek için büyük şirketlere, kilit isimlere ihtiyacınız yok. Kendi vizyonunuza ve içgüdünüze güvenin. Bol bol gözlem yapın. Gerekirse taklit ederek başlayın, bunda hiçbir problem yok. Sanat zaten dönüşümlerle ilerler, kimse Amerika'yı yeniden keşfetmiyor. Zamanla kendi stilinizi bulacaksınız.
Her ne kadar o dönem çocuk olsanız da evde kasetlerle ve sonrasında CD ile tanışmışsınızdır. Nasıl hatırlıyorsunuz o dönemi?
Bebeklik ve çocukluk videolarımda hep elimde kasetler var. 90'ların Türkçe popuna şarkı sözleri ile beraber çok hâkimmişim. Babam hepsini kayda almış, şimdi oturup izlemekten çok keyif alıyorum. Sonra ortaokul ve lise döneminde ise yanımdan hiç ayırmadığım bir Discman'im vardı. Çantamda 3-4 albümle dolaşırdım, bakkala giderken bile. Eğer onlar yanımdaysa kendimi güvende hissederdim. Kıyas yapıp iyikötü değerlendirmesine girmek istemem açıkçası. Hepsinin ruhu farklıydı, hepsi gerekliydi. Tüm bunlar bir deneyim ve tüm deneyimler değerlidir.
Sizin sanatınızı dijital platformlarla tanıdık. İlk eserinizden, New York Theatre Ballet'de Birth isimli eserinizin çalınmasına kadar olan süreci anlatır mısınız bize?
Birth/Doğum ilk yayınladığım çalışmam. Buna karar verme aşamasında, bir deneyim olarak görmek istedim sadece. Bu tarz bir kariyer planım yoktu, iç mimarlık alanında hâlihazırda devam eden bir çalışma hayatım da vardı zaten. Fakat o kadar güzel tepkiler aldım ki, bu bana bir albüm hazırlama motivasyonu oldu. Zaten bir süredir ortaya çıkan işler vardı, sadece kendime saklıyordum. Bir ay sonra ise piyano için yazılmış dokuz minimal eserden oluşan Eskizler albümünü yayınladım. New York Balesi'nin bana ulaşması ise yine Spotify ile bağlantılı. Oranın müzik direktörü beni Spotify'da keşfetmiş. Bir koreografa dinletiyor ve ikisi de duygusal olarak çok etkileniyor parçadan. Daha sonra bana Instagram üzerinden ulaştılar ve o şekilde bir işbirliği yapmaya karar verdik.
Bu platformların artmasıyla biz dinleyiciler de yeni isimlerin yanı sıra yeni müzik türleri tanıyoruz. Özellikle yeni neslin pop, rock, rap ya da arabesk dışında birçok farklı türden daha çok haberi olduğuna eminim.
Ben "janr"lar (tür-tarz) arası birlikteliğe dayanan üretimleri seviyorum. Her janr için söyleyemesem de mesela klasik müzikle elektronik müzik birleştiğinde harikulade işler çıkıyor ortaya. Bunlar da yeni janr'ları doğuruyor zaman içerisinde. Çeşitlilik her zaman iyidir. Dünyanın yaratılışındaki temel öğelerden biri zaten çeşitlilik… Doğaya ve insana bakmak lazım bunu anlamak için.
Siz de kendinize özgü, bizim çok aşina olmadığımız bir türde müzik yapıyorsunuz. Geri dönüşler nasıl oluyor? Oldukça pozitif olduğu belli aslında ama insanlar nasıl karşıladı yaptınız müziği? En başında hedeflediğiniz şeye ulaştınız mı?
Benim hedeflediğim bir şey yoktu, içimden geldiği gibi davrandım. Ama şu bir gerçek ki Türkiye bu anlamda tüm dünyada çok dikkat çeken bir pazar artık... Bunu özellikle şu ara görüştüğüm yabancı plak şirketlerinin ağzından birebir duyuyorum. Çünkü muadilim olan sanatçılar buraya geldiklerinde tüm konser biletleri tükeniyor, hatta bazen iki gün üst üste takvim planlıyorlar. Neo-klasik ve minimal müziğe müthiş bir ilgi var kısacası. Bunu kendim de bizzat deneyimledim. Fakat ülkemizde bu alanda üretim yapan insanların sayısı tabiri caizse bir elin parmaklarını geçmez. Bu da bence eğitim sistemine ve sosyolojiye dair irdelenmesi gereken bir sorun.
Tanıdığımız yeni sanatçılar sosyal medyayı da entegre bir şekilde kullandıkları için daha çok benimsenip daha çok dinleniyorlar sanki. Mesela sizin Twitter'da kendi eserinizi paylaştığınız bir twit o günlerde çok paylaşılmıştı. Ya da Instagram paylaşımlarınızda bazen çok ünlü yabancı sanatçıların yorumlarını görüyorum. Sosyal medyayı bu işin neresinde görüyorsunuz?
Ben sosyal medyayı uzun zamandır sadece bir kartvizit olarak kullanıyorum. Kişisel paylaşımlar yapmamak için özen gösteriyorum. Tamamen tarafsız ve nötr bir zemin oluşturduğuma inanıyorum zaman içerisinde. Galerimde kullandığım fotoğrafların videoların renk skalasına, kompozisyonuna kadar çok dikkat ederim. Bunun yanı sıra diliniz, kelimeleriniz, yazı karakteriniz bile çok büyük bir etken. Hele ki şu pandemi döneminde tek iletişim ve sosyalleşme alanı orasıyken çok daha titizlikle yürütmek lazım. Bu konuda mesleğimden gelen bir sanat ve tasarım perspektifine sahip olduğum için belki de çok zorlanmadım açıkçası. Doğru değerlendirilirse şayet orada büyük bir potansiyel var. Keza sizin de dediğiniz gibi beni hayranlıkla dinlediğim sanatçılara ulaştırdı. Bu çok gurur verici…
Geçtiğimiz ay Zorlu PSM'de çevrimiçi bir konser gerçekleştirdiniz. Pandemi sürecinde birçok sanatçı Youtube gibi dijital ortamlarda konserler verdi, Instagram'dan canlı yayınlar yaptı. Seyircisiz konser vermek nasıldı? Pandemi sonrası da bu düzen sizce devam eder mi? Mecburiyet, yeni bir konser türüne evrilir mi?
Gelecekte ne olacağına dair bir öngörüm yok fakat 2022 ye kadar uluslararası anlamda fiziksel konserlerin başlayacağına pek inanmıyorum. Lokalde, yerel sanatçılarla açık hava etkinlikleri yapılır yine tabii. Dürüst olmak gerekirse ben Instagram canlı yayınlarından keyif almıyorum. O anlamda Zorlu ile yaptığımız çekim benim için çok heyecan vericiydi. Online ama profesyonel bir ekiple çalıştık. Hissiyatı çok farklı… Fakat yine de seyircili konseri tercih ederim. Çünkü şarkı aralarında muhabbet etmek, etkileşimde bulunmak, tüm bunlar sadece o geceye has anlar. Onsuz tadı epey azalıyor.