Yunus Arslan: Batılılaşmaya karşı toparlanma davasında bir yazar: Ömer Seyfettin

Batılılaşmaya karşı toparlanma davasında bir yazar: Ömer Seyfettin
Giriş Tarihi: 19.6.2020 15:20 Son Güncelleme: 19.6.2020 15:20
Ömer Seyfettin: ‘Fikir’ demek nasıl ‘lâfız’ demekse âdeta ‘milliyet’ demek de ‘lisan’ demektir.

Kısa hikâyeciliğimizin kurucu ismi ve gelişmesinde en önemli yazarlardan biri şüphesiz Ömer Seyfettin. 6 Mart 1920 yılındaki vefatının üzerinden tam 100 yıl geçmesine rağmen Ömer Seyfettin, hem Türk hikâyeciliğinde hem de düşünce tarihimizde hâlen önemli bir yer tutmakta. İlk yazılarından ömrünün son günlerine dek yazdığı yüzlerce hikâyesine, ısrarla savunduğu Türkçede sadeleşme fikrinden Türkçülük akımına kadar bu ikonik yazarımızın çeşitli yönlerini Ömer Seyfettin / İslamcı, Milliyetçi ve Modernist Bir Yazar kitabını yazan öykü yazarı Necati Mert ile konuştuk.

Ömer Seyfettin'in Türk hikâyeciliğindeki yeriyle başlayalım isterseniz…

Evet, Ömer Seyfettin, hikâyeciliği öne çıkmış bir yazar. Ömrü 36 yıl. Ama İstibdat'ı, II. Meşrutiyet'i, Trablusgarp'ın işgalini, Balkan Harbi'ni, I. Dünya Savaşı'nı ve Mütareke'yi görmüş, yaşamış bir askerin 36 yılı. Ömer Seyfettin, hayatla yazmak arasına mesafe koymayan bir yazar. İmparatorluk saldırı ve işgaller altındadır, Ömer Seyfettin o dağdağalı yılları cephede, Balkanlarda eşkıya kovalayarak geçirmekte, hem de, dönemin hemen bütün aydınları gibi devleti ayakta tutmak için çabalamakta, düşünmekte. Artı olarak hikâyelerini kaleme alır. Hikâyesi döneme içeriden tanıklık eder. Tanıklığı değerli; şundan ki hangi şartların hangi düşünceyi doğurduğu, ya da aksiyon-reaksiyon, etki-tepki diyalektiğinin nasıl sonuçlandığı, onun hikâyelerinde apaşikârdır. Ömer Seyfettin, bir asker ve bir aydın refleksiyle seçer milliyetçiliği. Bu düşüncenin uç örneklerinden biri Genç Kalemler'de yayımlanan "Primo Türk Çocuğu"dur. İtalyanların Trablusgarp'ı işgalleri üzerine yazılmış olan bu hikâyede bir İtalyanla evli, "anane, mazi, vatan, kavmiyet" tanımaz Kenan Bey'in, Türk'e dönüşü ve oğlunun da tercihini babasından yana yapışı kaleme getirilir. Aynı dergide yayımlanan "Bomba"da ise aynı milletin iki ayrı ideolojisi karşı karşıya gelir. Sosyalizm ile Bulgar milliyetçiliği. Yani Türk milliyetçiliği ötekiler üzerinden tanımlanır. Ömer Seyfettin'in milliyetçiliği bana göre Batı'ya ve Batılılaşmaya karşı silkinip toparlanmak ve kendi dinamiklerimizi hatırlamak anlamındadır. "Yeni insan ve yeni kimlik" ile ilgilidir.

Genç Kalemler'de çıkmış başka hikâyeleri var mı?

Elbette. Genç Kalemler'de yedi hikâyesi yayınlanır. İkisini gördük, milliyetçidir. "Bahar ve Kelebekler"de doksan yedi yaşında bir büyük nine ile on sekiz yaşındaki torunu üzerinden, eski-yeni, "geri-ileri" veya Doğu-Batı, eğlenceleri, alışkanlıkları, sevinçleriyle karşılaştırılır. Ömer Seyfettin, Batı'nın, "ruhlarımızı değiştirmesi"nden rahatsızdır galiba; büyük ninenin o ruhlu dönemini anlatırken de milliyetçi olmaktan çok, yine galiba muhafazakâr, gelenekçi ve yerlidir. Kimlik sorunu, "Pamuk İpliği"nde Ermeni kızı Sürpik ile sevenleri arasında yaşananlardan, diyaloglardan çözümlenir ki şudur: Aynı dinden olmak, evlilik için yetmez; dindaşlığa aynı milletten olmak da eklenmelidir. "İrtica Haberi" 31 Mart adıyla bildiğimiz vakanın hemen ertesinden gelen üç gününü hikâye eder. İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, sarayı korumakla görevli avcı taburlarıyla birlikte "Şeriat isteriz!" diye bağıra bağıra saraya yürür, sadrazamı ve iki bakanı öldürür. Hikâye, olayın Rumeli'de nasıl yankılandığını, isyanı bastırmak için İstanbul'a gidecek "Hareket Ordusu"nun nasıl hazırlandığını anlatır. İlginçtir, Ömer Seyfettin de Hareket Ordusu içindedir. "Ant", Gönen'de geçen bir kan kardeşliği hikâyesidir. Ne ki arkadaşlık temasıyla yetinmez Ömer Seyfettin, "fırsattır" deyip kan kardeşliğini Türk'ün vazgeçilmez değerlerinden saymakla altını çizer. Gerçi Ömer Seyfettin'in "ülkücü" ürünlerinden sayılmaz bu hikâye, şu var ki Jonathan Rutherford'a referansla söylersek; çocukluğa sığınış, kaybedilen bir kimliğin aranışından başka bir şey değildir. "Aşk Dalgası" hikâye midir? Evet, görünüşte öyle… Konuşan iki kişi vardır, yaşanmış bir şeyler ve vapurda geçer. Ama konuşmalar aşk, muhit (çevre) ve Durkheim'le gelen "içtimai vicdan" (toplumsal duyuş) gibi kavramların açıklanmaları içindir sanki. Kendi âleminde bir "aşk dalgası"na dalmış olan anlatıcı ile "şen ve sevimli" arkadaş iki ayrı kişi değil Ömer Seyfettin'in iki ayrı yüzüdür. "Şen ve sevimli" arkadaş eleştiren Ömer Seyfettin'dir; düşünceleriyle toplumun üstüne üstüne gider. Etkendir. Öteki de toplumla uyuşmaz; ne var ki aşağıdan alır, kendi âleminde yaşar. Bir ülkedir ki tasavvur ettiği, insanlar aşka ve şiire çağrılmaktadır orada. Bu hayalî ülke bir başka hayalî ülkeyi çağrıştırmakta: Turan… Hatta Modern ve laik Turan… Özetle: Ömer Seyfettin hangi soruna el atarsa atsın, Batı/lı/ laşma kavramından çık(a)maz, modernlikle milliyetçiliği veya muhafazakârlığı buluşturmanın sıkıntılarını yaşar hep.

Sizce Türkçülük akımına yönelmesinin sebepleri neydi ve Ömer Seyfettin'in Türkçülüğü nasıldı?

Ziya Gökalp'ın "Tûrân" şiiri, 7 Mart 1911'de Genç Kalemler'de Tevfik Sedad imzasıyla çıkar. Ömer Seyfettin, şiirin son iki satırını Ocak 1912'de yayımlanan "Primo Türk Çocuğu" hikâyesinin başına epigraf olarak koyar. Gökalp bu şiirle "bütün Türkçülük" düşüncesini benimsediğini, Ömer Seyfettin de epigrafıyla Turancılığa uyandığını göstermiş olur. Fakat bir şey var: Ömer Seyfettin "Tûrân"ı Türk birliği için kullanmıyor. Dışarıya çıkma niyeti hiç yok. Ömer Seyfettin'in Türklük, Türkçülük üzerine yazıları, bütünüyle savaş yılları olan 1912- 1917 arasında çoğalır. Bunların ilki "Türklerin Millî Bayramı" adını taşır. Ömer Seyfettin, milliyetçiliğin asıl gayesinin özerk bir devlet kurmak, kurulmuşsa onu ayakta tutacak değerler ağı yaratmak, hatta kolektif anlatılar uydurmak olduğunu bilir. O kadar ki bütün Ortadoğu mitolojilerinde ilkbaharın başlangıcı olarak yer bulan Nevruz'u "Yeni Gün" adıyla Türklerin millî bayramı olarak duyurur. Öyleyken Yenigün'ün, Ergenekon'dan çıkışın, demir ayininin "muazzez ve eski bir ananenin bakiyeleri" olduğunu söylemekten de çekinmez. Türklük Mefkûresi'nde de millet tanımını din ve dil birliğine dayandırır. "Türkçe konuşan bütün Müslümanlar, Türk milletindendirler." Milliyetçiliği etnik değil Ömer Seyfettin'in, kültürel. Bunun Osmanlıya bağlanmış hâli de şöyle: "Biz Türk milletinin, İslam ümmetinin, Osmanlı devletinin fertleriyiz." Burada ise vurgu, Türk ve İslam olana… Hatta Türk'e öncelik var. Ömer Seyfettin, millî ülkülerin felaketlerle doğduğunu söyler; peşinden de uyarır. Fakat savunmayla kalmamalıdır. Dahası "taarruzî ve millî bir mefkûresi olmayan bir millet," Ömer Seyfettin'e göre "korkak ve emelsizdir." Yarınki Turan Devleti adlı kitapçıkta da 'antipatriotizm' ve 'antimilitarizm'i "vatan ve askerlik aleyhtarlığıyla" suçlar, "münasebetsiz ve manasız" akımlar olarak gördüğünü söyler. Ekonomi, Ömer Seyfettin'in milliyetçiliğine en son katılmış bir motiftir ancak milliyetçiliği kolay yapılır bir ilişkiler bütünü de değildir. Milliyetçiliğin "ırk" ve "kan" temelli olamayacağı, sanırım ekonominin söz dinlemez oluşundan.

Özellikle "Yeni Lisan" adlı bir makalesi vardır ki "Millî Edebiyatın kanun ve ilkelerinin ilanı" olarak nitelendirilir? Bu hususta sizin düşünceleriniz nelerdir? Özetle bu "kanunlar" nelerdir?

Evet, bu makalede "Yeni Lisan" hareketinin sadece bir dil hareketi olmadığı, bir millî edebiyat yaratma amacı taşıdığı da şöyle söylenir: "Millî bir edebiyat vücuda getirmek için evvela millî bir lisan ister." Bunun için de "eski dil" terk edilmelidir. Türkler Asya'dan Anadolu'ya göç ederken Arapçayı din dili, Farsçayı da edebiyat dili olarak alır, Türkçenin dengesi hızla bozulmaya başlar; şimdi yapılması gereken, Türkçeyi bu dillerden kurtarmak, "temizlemek", ona "eski safiyetini ve tabiiliğini" kazandırmaktır. Çok kişi, dile girmiş yabancı kelimeleri dilden sürmekle dilin temizleneceğini sanır. Bugün de böyle sanılır. Oysa dil dilden kelime alabilir. Çünkü dili kirleten, yabancı kelimeler değildir. Nedir? Kaidelerdir. Her dilin kendine özgü fiil çekimleri, çoğulları, tamlamaları, söz dizimi vardır; dolayısıyla diller kaideleriyle ayakta durur. Türkçe de bunca olumsuzluklara rağmen hâlâ ayaktaysa kaidelerini koruduğundandır.

Ömer Seyfettin, aynı zamanda Türkçede sadeleşmeyi savunan bir yazardı. Sadeleşmeyi savunmasının sebebi neydi ve bu durum hikâyelerine nasıl yansımıştı?

"Yeni Lisan" hareketinin amacı, Türkçeyi eski saf hâline döndürmektir. Bunun için de özetle Arapçanın, Farsçanın kurallarına göre yapılmış tamlamalar, çoğullar, edatlar –yerleşmiş olanlar hariç- dilden çıkarılmalıdır. Gürültü "yerleşmiş olanlar hariç"ten kopar çünkü "Tasfiyeciler", dildeki bütün yabancı kelimeleri dilden çıkarmak, "Fesahatçılar" da dilde tutmak ister; Yeni Lisancılar iki grubu da konuşulan Türkçenin dışında yapay bir yazı dili kullanmakla suçlar. Yahut şöyle: Yeni Lisancılar, konuşulan Türkçeyle yazarlar, Cumhuriyet'in ilk yazarları da –ta 50 Kuşağı'na kadar- onları izler. Bu süreçte Servet-i Fünun Fesahatçileri piyasadan çekilir; Osmanlı Tasfiyecileri de Cumhuriyet'te TDK içinde yer alır; yabancıdır gerekçesiyle hemen bütün Arapça, Farsça kelimeleri bir çeşit kelime milliyetçiliği yaparak dilden sürmeye başlar; yerlerine Türkçenin uzun geçmişinden, uzak coğrafyalarından kelime taşır, Türkçenin az kullanılan eklerinden kelime türetir. Atatürk 1935 yılında yanlışını görüp "Öz Türkçecilik"ten vazgeçer, ama Atatürkçüler vazgeçmez; 1940'lı yıllarda İnönü'yle yeniden diriltilir, kontrolü de Nurullah Ataç'a verilir. Kısaca, kökeni yabancı ama dile yerleşmiş kelimeleri Türkçeleşmiş sayıp dilde tutmak "sade dilcilik"tir; Tasfiyecilerin yaptığı ise "Öz Türkçecilik"tir, "Arı Dilcilik"tir.

Özellikle çocuk ve ergenlere yönelik edebiyat alanında Ömer Seyfettin hikâyelerinin klasikleşmiş bir yeri söz konusu. Millî bir bilinç geliştirmek adına Türk çocuk ve gençleri için onun eserleri ne anlam ifade ediyor dersiniz?

Ben Ömer Seyfettin'in, "millî bilinç"i geliştiren hikâyelerinden çok Eski Kahramanlar dizisinden çıkmış "Ferman", "Kütük", "Vire", "Teselli", "Pembe İncili Kaftan" gibi hikâyelerinin çocuklar ve ergenler için daha gerekli ve anlamlı olacağını düşünmekteyim. Bu hikâyelerin merkezinde "güçlü ve ideal adam" vardır. Onurlu, dindar, fedakâr, cesur, gösterişsiz ve yüreklidir. Bu tarihî-epik kahramanlar bugün için hüve hüvesine model olamaz. Ama onlardaki muhteva, onlardaki irfanî ruh, umuyorum bugünün ideal insanının muhtevası ve ruhunun nasıl olmaklığı üstüne düşündürecektir.

Günümüzün genç hikâyecileri Ömer Seyfettin'i nasıl okumalı, nelere dikkat etmeli?

Hikâye kelime kelime yazılır, kelime kelime de okunmalı. Her kelime de görülmeli. Tamlamalar, cümle yapıları keza. Sadece Ömer Seyfettin'inkilerde değil, her hikâyede. İlk cümleye bakınız, ikinci cümleyle ilişkisini bulunuz. Merak ve mizah nasıl sağlanmış, anlatınız.

Ömer Seyfettin Kimdir?

11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir Gönen'de dünyaya gelen Ömer Seyfettin, Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. İlk eğitimini Gönen'de aldıktan sonra önce Mekteb-i Osmanî'ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'nde subay çocukları için açılmış özel sınıfına kaydedilir. 1896 yılında Kuleli Askerî İdadisi'ne yazılan Seyfettin, Edirne Askerî İdadisi'ne geçer ve ilk edebi çalışmalarını da bu yıllarda verir. 1900 yılında İstanbul'a döndüğünde ise Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başlar. Mecmua-i Edebiye dergisinde şiirlerin yayımlanmasıyla yayın dünyasına girer. Kısa hikâyeciliğin kurucu ismi olarak da bilinen Seyfettin, Türkçede sadeleşmeyi ve Türkçülük akımını savunur. 6 Mart 1920'de vefat eden Ömer Seyfettin, önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedildikten sonra yol yapılacağı gerekçesiyle 1939'da Zincirlikuyu Mezarlığı'na nakledilir.

Eserleri:
Romanları: Ashâb-ı Kehfimiz, Efruz Bey, Yalnız Efe
Risale: Yarınki Türkiye
Ömer Seyfettin'in Bütün Öyküleri

BİZE ULAŞIN