Ayşe Eyyüpkoca Atila: Kadını tek bir şablonla konuşmak haksızlık

Kadını tek bir şablonla konuşmak haksızlık
Giriş Tarihi: 26.12.2019 11:35 Son Güncelleme: 26.12.2019 11:36
Entelektüel özgürlük bütün coğrafyalarda mücadele edilerek elde edilen bir şey… Kadınlar ise bu mücadeleyi daha fazla veriyor ve bedel ödüyorlar.

Bir kadın aynı anda kaç rol üstlenebilir? Bir, iki, üç? Bunun rakamlarla ölçülebilir bir değeri yok elbette. Bir amacı düstur edinmekle ve çaba göstermekle ilgisi olmalı bana kalırsa. Öncelikle tam olarak ne olmak istediğimiz ve bunun üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum aslında. Yasemin Karahüseyin, olmak istediği şeye karar vermiş biri olarak karşımıza çıkıyor. O, bir yazar olarak eski zamanların gömülü efsanelerinin izini sürüyor, bulduğu mühürlenmiş zaman sandıklarının tozunu silip kapaklarını açıyor ve içlerinden çıkardığı hikâyeleri şimdiye ve gelecek zamanın üstüne seriyor. Tüm bu uğraşını, "İnsanı anlama çabası" olarak nitelendiriyor. Sadece ödüller almış bir roman yazarı değil Yasemin Karahüseyin. Öğretmen kimliği ile de öğrencilerini kuşattığına dair kulaktan kulağa bir fısıltı dolaşıyor. İki çocuk annesi olarak da karşımıza çıkıyor ve sahip olduğu tüm bu kimlikleri rikkat içinde sürdürüyor. Belki de annelik, kadının bu var-oluş ve yok-oluş sınırları arasında gidip gelme, bu iki kıyı arasında dalgalanma, kendinden bir hikâyenin kahramanı olarak nam salmaktır tam olarak... Yasemin hanım ile bu minvalde, kadınlığın manipüle edilmiş kimi yanlarını, anneliği, entelektüel özgürlüğü ve romanlarında yarattığı kadın kahramanların arketipleri üzerine konuştuk.

Öğretmenlik, annelik ve ikisi ödül almış dört roman… Nasıl oluyor bütün bunlar? Bir güne kaç Yasemin sığıyor?
Üçü de yoğun zaman alan, denge gözetmeniz gereken mesailer. Kolay değil elbette, zorlandığım olmuyor değil. Elinizde bir gün boyu bir Yasemin, öğretmenlik, annelik, yazarlık bir de ev hanımlığı var. Gün keşke yirmi dört saatten fazla olsa dediğim çok oluyor. Disipline olmak zorundasınız. Disiplin kolaylaştırıyor. Bütün bu zorluklara rağmen insanı merkeze alan ve birbirini besleyen uğraşlar olmasının güzelliklerini de yaşıyorum. Üçü de çok şey katıyor, bu sizi motive ediyor.

Annelik çok fazla bölünmek, birçok işi aynı anda düşünmek ve yapmak demek… Yazmak için içeri çekilmek gerektiğine dair bir klişe de varken, bize anneliği ve yazarlığı bir arada nasıl yürüttüğünüzden bahsedebilir misiniz?
Annelik aynı zamanda pratik düşünmeye mecbur bırakıyor sizi. Bir müddet sonra zamanı nasıl kullanıp idare edeceğinizi öğreniyorsunuz. Yemeklere pişme sürelerine göre öncelik vermeyi, yemek yaparken ödevlerle ilgilenmeyi, mutfak gereçleriyle aynı zamanda evcilik oynamayı öğrenmek gibi. Her şeyi bir sıraya koyuyorsunuz. Vakti en tasarruflu nasıl kullanacağınızı düşünmek zorundasınız çünkü. İçeri çekilmek ise zihinsel bir şey… Mecburiyetler her ortamda üretebilmeyi öğretiyor. Çocuklarımla birlikte olduğum vakitler onlara aittir. Her şeyin bir dönemi, her dönemin farklı beklentileri var. Bunu bilmek ve sabretmek önemli… Yazmak içinse bana kalan zamanları tercih ediyorum.

"Ne iyi bir ev kadını ne iyi bir anne ne de iyi bir yazarım" diyorsunuz Zan'da. Kadının verebileceği şey ne kadar çoksa, kaygısı da o kadar derin olmaz mı zaten? İyi bir anne veya iyi bir ev kadını olmanın belirlenmiş bir formatı var mı sizce?
Zan romanım oğlumla büyüdü. Çalışan ve yazar olan bir kadının yeryüzünün en büyük sorumluluklarından biri olan bir çocukla hayatına devam etmesi. Zan'ın ve oğlumun olgunlaşma sürecimde etkisi büyük. Oğlum ilk ateşlendiğinde kendimi suçlamış evi haftada iki defa temizlemeye başlamıştım. İdeal anne formatına uymamıştım çünkü. Sonra bir gün durdum ve ne yapıyorum ben dedim. Çocuklar hastalanır, hastalanmak kötü bir şey değildir hem. "Ne iyi bir ev kadını ne iyi bir anne ne de iyi bir yazarım" cümlesi o dönemki kendimle ve ideal olarak sunulanla hesaplaşmamı anlatır aslında. Başkalarının tanımlarını, formatlarını kenara itip kendimi, anneliği, ev hanımlığını, yazarlığı tanımaya başladığımda sakinleştim, ferahladım. Çocuklarla oynamayı, film izlemeyi, gezmeyi, birlikte kitap okumayı, ütülü çamaşır ve nevresimlerden daha çok önemseyen bir anne ve ev kadınıyım. Kızım bir keresinde çantamdan bilgisayarımı almış, "Sen yemek yap ben roman yazayım" demişti. Oradan oraya taşıdığım bilgisayar onun için roman yazmak demekti. Sitemsiz bir ifadeydi bu. Sonra oturup bir şeyler uydurmaya, anlatmaya başlamıştı. Üretken bir anne olduğumu gösteren bu cümle mutluluk vermişti bana. İdeal anne formatımı bulduğumu hissetmiştim. Kör Nokta romanımı kızıma onun bu cümleleri ile ithaf ettim. Âdemin Kanadı ve Zan arasında beş buçuk yıl var. Bu süreç benim için anneliği tanıma, annelikle öğretmenlik ve yazarlığı birlikte götürebilmeyi öğrenme süreciydi. Tabii burada eşimi anmadan edemeyeceğim. Yaptığınız şeyin kıymetini ve ödediğiniz bedeli bilen, size destek ve yardımcı olan bir eşiniz varsa daha fazla güç buluyorsunuz kendinizde. Yersiz kaygılarınızdan uzaklaşıyor, vesveselere kulak vermiyor, kendi formatınızı oluşturuyorsunuz.

"Kadın kadının kurdudur" diyenler olduğu gibi, "Kadın kadının yurdudur" diyenler de mevcut. Siz hangi cephedesiniz?
Kadın kadının ne yurdu ne kurdudur. Kadın erkeğin de ne kurdu ne yurdudur. İnsan olmanın ne demek olduğunu bilen; merhamet, sevgi, anlayış, yardım gibi kavramları önceleyen herkes birbirinin yurdu olabilir. İnsan olmanın ne demek olduğunu unutan, bu kavramları önemsemeyen herkes de birbirinin kurdu olabilir. Ortak sıkıntıları yaşayan bireylerin birbirini anlaması doğaldır. Güzel olan benzer sıkıntıları çekmeden karşınızdakini anlamanız, en güzeli ise anladığınızı göstermenizdir. "Mutlu kadınlar mutlu köyler kurar" der Miyazaki bir animesinde. Mutluluk bireysel yaşanan bir şey değildir. Hz. Aişe'nin Habeşlilerin gösterisini Peygamberimizin omzuna yaslanarak izlemesi, Peygamberimizin Hz. Aişe'nin duygu ve beklentilerini anlaması bu noktada çok şey söyler. Ruhun beklentilerini ve inceliklerini yakalayabilmek çok kıymetli…

Günümüzde kadın üzerine çok tartışma dönüyor, çok tanım yapılıyor. Hatta kadını yeniden tanımlamak adına fazlaca bir çaba var gibi. Buna katılıyor musunuz? Modern çağın kadın tanımı sizce ne olabilir?
İnsan tanıma sığan bir varlık değildir. Tanım dediğimiz yüzeysel ve yüzeysel olduğu için de haksızlık yapan bir şeydir. İnsana dair bir şeyler söyleyebiliriz. Bizim tanıma değil tanımaya ihtiyacımız var. Tanım üretmenin hiçbir şeye yaramadığı gibi yaraladığını da gördüğümüzde yol kat etmeye başlayacağız. Tanımlar daraltma ve bunaltmadır aslında. Çünkü kullandığımız tanımlar birikimlerimizin, okumalarımızın, tecrübelerimizin, kendi zihin dünyamızın el verdiği açıyla erkek ve kadına yaklaştırır bizi ya da erkek ve kadından yani insandan uzaklaştırır bizi. Modern kadını anlamaya dair de tek bir model söz konusu değildir. Rahmetli anneannemin sık sık anlattığı bir hikâyesi vardı. Kollarında uyuyan iki yaşındaki dayımı onu yere koymadan, uyandırmadan bir saatlik yol yapıp tarlaya gitmiş, yatırmış, tarlada çalışmaya başlamış. Akşam da aynı yolu kucağında oğluyla tekrar yürümüş. Bu manzara ile şimdilerde üreten, katkıda bulunan kadınların manzarası arasındaki fark nedir diye sormak, bulmacalardaki iki resim arasındaki farkı bulmaktan çok daha öteye gitmez ve sadece şimdiki zamanı betimler. Oysa bu iki resimde ortak noktaları da gözden kaçırmamak gerekiyor. Tanımlama işte tam da bunu yapıyor. Yüzeysel bakıp farklı olan noktalara bir işaret koyuyor, o kadar. Kadınlar iş hayatlarında da entelektüel hayatlarında da çocuklarıyla birlikte yürüyorlar. Tarlada çalışırken yanımıza bırakamadığımız çocuklarımız için başka çareler bulmak zorunda kalıyoruz. Bir de her iş yeri ve entelektüel çaba sizi çocuğunuz ve evinizle kabul etmeyebiliyor. Bazı iş alanları, iş yerleri, akademi vs. bekâr ya da evli ve çocuksuz bayanları tercih ediyor. Bu engelleyici yaklaşım da tanımaya çalışırken göz ardı edilmemeli. Rolleri artan modern kadının geleneksel kadınlarla benzer sıkıntıları var. Ket vurulan, içinde birçok uhde ile yaşamaya mecbur kalan, beklentiler dolayısıyla geri çekilen örnekler hepimizin hayatında yer alıyor. Şu an sıkıntılarını kendi içine hapsetmiş, dile getirememiş kadınlardan ziyade birbirine ulaşabilen, birbirinden haberdar olan kadınlardan bahsediyoruz. Geleneksel rollerle yolculuğuna devam edenler ya da tercih etmeyenler ya da tercih etmemek zorunda kalanlar bir şekilde kendi mutluluğunu inşa ediyor. Modern kadınların kendini gerçekleştirme yolu, imkân ve seçenekleri daha fazla. Hâlini daha rahat anlatabiliyor. Bunlar modern kadını tanımaya dair aklıma gelen şeyler. Toparlayacak olursam ideal kadın şablonu oluşturarak tek bir şablon üzerinden kadını konuşmak ya da daha önceki kadınlarla karşılaştırma üzerinden konuşmak büyük bir haksızlık. Kadınların, yaralarını, şartlarını, umut ettiklerini, beklentilerini, ideallerini, hayallerini, emeklerini konuşmalıyız. Elzem olan tanımak ve anlamak…

"Entelektüel özgürlük maddi şeylere, yazmak da entelektüel özgürlüğe bağlıdır. Kadınlarsa hep yoksul olmuşlardır; sadece iki yüz yıl değil, dünya kurulalı beri" diyor Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda'da. Sizce bizim topraklarımızda yaşayan bir kadın için entelektüel özgürlük nelere bağlı?
Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilme özgürlüğü -haysiyetli yaşayabilmek- entelektüel özgürlüğü de getirir. Kadınların entelektüel özgürlüğe erkeklere nazaran daha az sahip olmasını yoksul kelimesi ile birlikte yoksun kelimesinin de karşıladığını düşünüyorum. "Bir kadının kurmaca yazabilmesi için para ve kendine ait bir odası olması gerekir" diyen Woolf, bir taraftan "Dünya kadına, erkeklere dediği gibi 'İstersen yaz, umurumda değil' demiyordu. Dünya kaba kaba gülerek, 'Yazmak mı?' diyordu. 'Yazman ne işe yarıyor?" da diyor. Yazman ne işe yarar sorusu yoksunluğu anlatıyor. Yazdığın şeyin bir işe yaradığını ispat etmelisin. Kadının yaptığı entelektüel eylemi gereksiz, faydasız hatta onu asıl sorumluluklarından uzaklaştıran bir çeldirici olarak gören düşünce yapısı bütün coğrafyalarda yer almış, alıyor da. Ne gereği var, ya da kadından şair, yazar, düşünür olmaz söylemi yalnızlaştıran, yoksun bırakan bir söylemdir.

Kadınlar erkeklere nazaran daha çok şeyle mücadele ediyor. "Kendine ait bir oda" eserlerinize, çabalarınıza ayıracağınız kendinize ait zaman dilimi demek olduğu gibi kabul görmek anlamına da geliyor. Erkek yazarlara sorulan niçin yazıyorsun sorusu yeni yeni kadınlara soruluyor. Bu en temel sorudan yoksun kalmış kadına, yaptığı şey değersizmiş hatta sorumluluk addedilen şeylerin ilgi ve zamanından çaldığı için suçluluk hissi verildi. Ne gereği var ifadesiyle karşılaşıldı çoğu zaman. Oysa kadın ya da erkeğin hayata bir anlam katma isteği hep var olmuş ve olacaktır. Bu ihtiyacın cinsiyet ayrımı yoktur. Kadınlar bu ihtiyaçlarının var olduğunu dünyaya anlatmak zorunda bırakıldı. Birçok sorumluluk arasında yüksünmeden hep bir açıklama yaptılar, yapıyorlar. Entelektüel özgürlük bütün coğrafyalarda mücadele edilerek elde edilen bir şey… Kadınlar ise bu mücadeleyi daha fazla veriyor ve bedel ödüyorlar. Kadınlarımıza yoksunluk duygusunu unutturduğumuzda entelektüel özgürlüğe ulaşmalarında yol kat edeceğiz.

Kendi anneniz ile kurduğunuz bağ için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını isterdiniz?
Çalışan bir kadının kızı olarak büyüdüm ben. Boş zamanlarında bile üreten bir kadındır annem. Dantel, örgü, oya, işleme onun hobisidir. Onunla ilgili hatırladığım en belirgin şey, el işleri yaparken ışığı alabilmek için pencere kenarındaki kanepeyi tercih etmesi, benimse bir şey yazdığımda sevinçle ona koşup okumamdır. Elindeki iş ne ise onu bırakır, beni dinlerdi. Üniversite yıllarıma kadar annem hep ilk okuyucum oldu. Sanırım onu otuzlu yaşlarında pencere kenarında, kanepenin üzerinde yazdıklarımı dinlerken hatırlayacağım. Çocuklarımın da beni yaptıkları güzel şeyleri anlatmak için heyecanla koştukları, her şeyi bırakıp onları dinleyen bir anne olarak hatırlamalarını isterim.

Romanlarınızda yarattığınız kadın kahramanların muhakkak yaslandıkları arketipler vardır. Nedir, kimdir onlar? Bize söyledikleri şeyler nelerdir?
Şehrin de, taşranın da yorgun, kırgın, öfkeli hikâyelerini dinleyerek bazense şahit olarak büyüdüm. Değişmeyen hikâyelerimiz var bizim. Eşinin kumar borçlarını ödemek için gece gündüz çalışan kadınlardan, terk edilenlerden, aldatılanlardan, kocası ölünce çocuklarını bırakıp başka biriyle evlenmeye zorlananlardan, eğitim ya da çalışma hayatına ket vurulanlardan, zorla çalıştırılanlara kadar birçok hikâye. Maalesef bu öykülerin güncelliğini koruduğunu görüyoruz. Zan'da Hüsne, Nazar Ana, Fadime, Ayhanım Kadın, Hemzemin'de Pembe, Elmas, Maral, Kör Nokta'da Zehra ve Zehra'nın annesi hâlâ devam eden onlarınkine benzer belki de daha vahim trajik yaşamları hatırlattılar. Her biri farklı zaman ve mekânda taşıdıkları yüklerin ağırlığını gösterdiler. Bize söyledikleri kısa ve öz aslında, "Hâlden anlayın". Hâlden anlamak çok içli ve derin bir deyimdir. Anlamak yani tanımak, anlaşılmak yani tanınan olmak… Hiçbir ayrım yapmadan kadınları anlamamız gerek. Karakterlerim bütün bunları bize yardım edin çağrısıyla söylemediler. Aynı acı ve yanılgıları başkaları yaşamasın diye bütün içtenlikleri ile yaralarını gösterdiler.

YASEMİN KARAHÜSEYİN KİMDİR?
Yasemin Karahüseyin 1981 yılında Ankara-Çubuk'ta doğdu. 2005'te Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Hezarfen Ahmet Çelebi'yi konu alan, insanın akıl ve gönülle kanatlanabileceğini anlattığı ilk romanı Âdemin Kanadı (2009); insanın kendiyle sınanışını zan kavramından yola çıkarak anlattığı ve TYB ödülü aldığı Zan (2015); bir istasyonda gidenler ve kalanların hüznünde insanı aradığı ve Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü kazanan Hemzemin (2017); insanın kendinin dahi göremediği kör noktalarına değindiği Kör Nokta (2019) romanlarının yazarıdır.

BİZE ULAŞIN