Her tür ayrımcılığa dikkat çekmek istiyoruz
Ayrımcılık konusu nasıl gündeme geldi?
Adem Sözüer: Geçen yılki konumuz olan mülteciliğe hazırlanırken biliyorsunuz Suriye'deki ve Türkiye'deki kamplara gitmiştik. Ve o zaman mültecilik dünyanın gündeminde değildi. Aslında Suriyeliler unutulmuştu. Bunu gündeme getirdik ve uluslararası çapta uyarılar yaptık ama gündem başkaydı. Ne zaman ki bir çocuğun bedeni sahile vurdu, bu durum da bütün dünyanın gündemine oturdu. Bu seneki konumuzu geçen seneden belirleyerek 'ayrımcılık' yapmıştık. Çünkü dünyada mültecilikle birlikte ayrımcılık da giderek artıyor. Ama bunların hepsini tabii adaletle bağlantılı olarak bir arada yapamıyoruz. Çünkü Avrupa'da Pegida yürüyüşleri, ırkçı saldırılar, Müslümanların özellikle ibadethanelerine saldırılar gibi politik alanda yabancılara karşı saldırgan dil yükselişte, bu yüzden de biz bu sene ayrımcılığı işleyelim dedik ve festivalimizle ilgili olarak, ceza adaleti ile ilgili olan ayrımcılık kısmını ön plana çıkardık. Adli sistemlerde ne gibi ayrımcılıklar var. Darbe yargılamaları, devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler aslında hep belli bir nedenle ayrımcılık uygulamalarıdır. Bunu gündeme taşıyalım dedik. Tabii sadece Türkiye'deki ayrımcılık olaylarını değil, mesela Amerika Birleşik Devletleri'nde özellikle siyahlara yönelik yapılan ayrımcılıklar var. En son Ahmet isimli bir Müslüman çocuğun saat yapması ile alakalı başına gelen şeyleri hepimiz biliyoruz. Bu konuda Amerika'da ciddi çalışmalar var. Bu çalışmaları yapan isimleri buraya çağırdık. Onlar Amerikan adli sistemindeki ayrımcılıkları anlatacaklar, geçmiş dönemlerinden Ferguson'a kadar.
Almanya'da da özellikle Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılıklar var.
Adem Sözüer: Almanya'da da özel bir olay çerçevesi içerisinde tartışacağız adli sistemdeki ayrımcılığı. Orada bir NSU davası var, 2000'li yıllarda sadece Türk oldukları için dokuz kişi öldürüldü. Hatta 'dönerci cinayeti' dediler. Bu da çok aşağılayıcı bir ifade. Amerikalıların başlığı 'olağan şüpheliler', Almanlarınki ise 'olağanüstü şüpheliler.' Bunun sebebi ne? Cinayetlerde özellikle mağdurlara yönelik devletin tutumunda bir tuhaflık vardır. Mağdurları hep suçlu bulmaya çalışırlar. Bu doğrultuda Almanya'daki bu durum çerçevesinde adli sistemdeki ayrımcılık konusunu tartışacağız. Tabii ayrımcılık deyince kendimizle ilgili olan alanlar var. İslamofobi'ye dayalı ayrımcılıklar örneğin. Bu konuda da dünyanın ünlü uzmanlarını getirdik. Hatta Hollandalı bir akademisyene de akademik onur ödülünü uygun gördü danışma kurulumuz. Bir de dünyanın unuttuğu ülkeler var, Myanmar gibi. Orada Ronyalı Müslümanların liderlerinden birini çağırdık. Dolayısıyla sadece Avrupa değil dünyanın diğer köşelerindeki Müslümanlara da ulaşmaya ve gündeme taşımaya çalıştık. Tabii insanlar kimlikleri nedeniyle, özellikle de cinsel kimlikleri nedeniyle adli sistemde ayrımcılığa tabi tutulabiliyorlar.
Ne tür ayrımcılıklar bunlar?
Bengi Semerci: Cinsiyet dediğimiz şey anatomik bir yapıdır. Anatomik olarak, anatomik organlarımızın gösterdiği şeyi kastediyoruz kadın ya da erkek olarak. Ama 'cinsel kimlik' dediğimiz şey bambaşka bir şey. İkisi birbirinden farklı şeyler. Cinsel kimlik daha geniş bir kavram, sadece anatomik olarak bedenimizin gösterdiği şeyi kapsamıyor. Toplumsal algıdan, nasıl hissettiğimiz ve nasıl algıladığımıza kadar çok geniş bir alanı işaret ediyor. Cinsel kimlik ve yönelimi ayırt etmek gerekiyor. Orada ayrımcılıktan kastedilen şey biraz daha derin olan bir şey. Cinsiyete bakış ve cinsellikle ilgili bir şey. Cinselliği de biz sadece anatomik bir şeye indirgiyoruz. Hâlbuki cinsellik dediğimiz şeyin içinde duygu, toplumsal bakış, sevgi, anlayış ve bunun gibi bir sürü şey var. Kavramları daha geniş almak gerekiyor. Basite indirgemek, sorunu daha da büyük düzeye çıkarıyor.
Adem Sözüer: Aslında bizim festivalimizi ilgilendiren şu; mesela bir travesti diyelim ki suç mağduru oldu ya da öldürüldü. Mağdur da olabilir, fail de. Bizim baktığımız şey şu: Kanunlar karşısında eşit muamele yapılıyor mu ya da bu nedenle ayrımcılık yapılıyor mu? Cinsel kimlik dediğimiz zaman bütün bunların hepsini kastediyoruz. Yahut bir örnek vereyim size, eski ceza kanununda hayat kadınına tecavüz edildiği zaman daha az ceza alınıyordu. Kanunun kendisinde bile ayrımcılık vardı.
Bengi Semerci: Cinsel kimlik ve cinsel yönelim ile yapılan ayrımcılık daha ürkütücü. Sadece Türk toplumunda değil, diğer toplumlarda da uzun süreli, insanları rahatsız eden tepkiler olabiliyor. Sadece yasalar karşında değil, sadece suç mağduru olduklarında veya suç işlediklerinde değil, toplumsal kabul içinde de, mesela belli iş kollarında iş bulabilme, kabullenme, konuşma, aynı yaşam alanı içinde yer alabilme sorunlarıyla da karşı karşıya kalabiliyorlar.
Adem Sözüer: Şimdi bir kişi cezaevinden serbest bırakıldı mesela, iş bulmaya gittiği zaman herkes o kişiye şüphe içerisinde bakıyor. Devlet tam da bu yüzden ne yapmış, her bir kuruma belli bir oranda mahkûm çalıştırma zorunluluğu getirmiş. Sadece işlediği suç ile bağlantılı olarak, belli kişiler belli işlere yaklaştırılmıyor. Bizim bütün 'ayrımcılık' türlerini tüketmemiz mümkün değil ama çeşitli başlıklar halinde gündeme getirmek gerekiyor.
Peki, hocam bütün bu konulara değinen filmler bulabildiniz mi?
Bengi Semerci: Biz her yıl filmlerimizi iki bölümde alıyoruz. O seneki konudan bağımsız bir şekilde adalet filmlerimiz oluyor. Bunların dışında bu yılki konu kapsamında oynatılacak filmlerimiz var. Mümkün olduğunca ayrımcılığın her alanına değinen filmler bulmaya çalıştık. Cinsel yönelim ve kimlik ayrımcılığı ile alakalı filmlerimiz var. Bu yıl biliyorsunuz Srebrenitsa Katliamının 20'nci yılı, onunla ilgili etnik ayrımcılıkla alakalı filmlerimiz var. Zayıflık, şişmanlık, bedensel algı ve hastalıkla alakalı filmlerimiz de olacak.
Burada bir şey sormak istiyorum. Amerika'da bir suç işlediğinizde, jürinin karşısına modern, fit, takım elbiseli çıktığınız zaman daha farklı muamele görürsünüz, daha paspal, şişman, dağınık bir insan olarak çıkarsanız daha farklı muamele görürsünüz denir.
Bengi Semerci: Jüri olarak bir bilgim yok ama işe alımlar noktasında yapılmış çalışmalar var. Görüntünüzün modern olmasının işe alımlarda avantaj sağladığını, ama işi sürdürmede pek de avantaj sağlamadığını söylerler.
Adem Sözüer: Şöyle bir araştırma yayınlandı; belli bir ruhsata sahip olduğunuz zaman tüfek taşıyabiliyorsunuz diye bir kural var Amerika'da, ciddi bir silah taşıyabiliyorsunuz. Şöyle bir uygulama yapıyorlar; bir markete önce bir beyaz gidiyor, silah var belinde, polis geliyor, "Silahınız?" diyor, beyaz da "Ruhsatlı" diyor, konu kapanıyor. Biraz sonra aynı markete bir Afro-Amerikalı gidiyor, aynı şekilde, polis bu sefer hiç soru sormadan üzerine hücum ediyor. Bizde bu şekilde sahaya yönelik çalışmalar yok. Hep böyle bireysel gözlemler üzerinden gidiyor. Bizim bir maksadımız var; bu çalışmaların bilimsel olması.
Kadına karşı ayrımcılık daha evvel başlı başına bir festival konusu olmuştu sizin için. Bu sene neler var?
Adem Sözüer: Evet, dediğiniz gibi, iki yıl önce 'Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık' başlığıyla bir konsept yaptığımız için, bu senekinde çok ön planda değil çünkü daha yeni yaptık. Ama yine de var tabii.
Bengi Semerci: Bunların dışında bizim bir de kısa film yarışmamız var. Bu yarışmamız tamamen ayrımcılığa ait. Bu sene kısa film yarışmamıza geçen yıllara oranla çok fazla müracaat oldu. Yurtdışından rekor sayıda müracaat oldu ilk dört yıla oranla. Çok eleme yapmak zorunda kaldık. Öncelikle konuya uygun olmayanları eliyoruz. İlk defa bu yıl ilk beşe Türk filmi kalmadı. Bu sene kısa film yarışmasına da yaklaşık 400 kadar başvuru oldu. Beş tanesi jüriye gidecek yarışma için, beş tanesi de gösterime hak kazandı bunların içinden. Yarışmaya sadece ayrımcılıkla ilgili olanlar seçildi. Konu mutlaka ayrımcılık olacak diye bir şart söz konusu. Bu sene jürimizin ayrımcılık filmleriyle ilgili gerçekten zorlanacağını düşünüyorum ben. Demin Adem Hoca'nın bahsettiği mahkumiyet sonrası yapılan ayrımcılıkla ilgili kısa filmimiz var. Bunun haricinde dinî, etnik, ulusal, kadın-erkek her türlü ayrımcılığı kapsayan kısa filmlerimiz var. Yine bu sene yaptığımız bir değişiklik var, kısa filmlerimizi de artık normal sinemada beşerlik paketler halinde seans olarak göstereceğiz. Eskiden sadece üniversitede gösteriyorduk. Bu sene Atlas Sineması'nda ve Caddebostan Kültür Merkezi'nde seans olarak koyduk.
Festivalin açılış filmi belli mi?
Bengi Semerci: Açılış filmimiz bir Şili filmi. O da hem adaletle hem de ayrımcılıkla ilgili. Aslında Türkiye gündemiyle de bir parça ilgili bir film. Çünkü Şili'de terör örgütüne katılmış bir grup çocuğun öyküsünü ele alıyor.
Adem Sözüer: Örgüt içinde ayrımcılık da diyebiliriz filmin konusuna.
Bengi Semerci: Film, hem kendi yaşadığı yoksul çevrede kendine yer bulamamış hem de özgürlük adına katıldığı örgütün içinde ayrımcılığa uğrayan çocukların nasıl sömürüldüğünü gösteriyor. Amerika gösterimi de çok yeni, daha bu ay yapıldı. Başka birçok festival almak istedi ama ben önce keşfetmiştim o filmi. Dağıtımcıyla epey uğraşarak aldık. Partizan da bu konuda çok önemli bir film. Şubat gibi girecek vizyona ama ilk kez biz göstereceğiz. Bu yıl uzun metraj yarışmamızda ilk kez Türk filmleri de var. Abluka ve Kar Korsanları var mesela. Bu arada biz Abluka'yla anlaşma yaptığımız zaman Abluka ne Venedik Film Festivali'ne ne de Adana'ya gitmişti.
Dünya kamuoyuyla bağlantınızı nasıl tesis ettiniz? Yani 400 film başvurmuş, geçen sene birçok yabancı konuğunuz da vardı…
Bengi Semerci: Her yarışma filmimizden filmlerin yapımcıları, yönetmenleri ve oyuncuları geliyor. Sanat dünyasından 20 tane misafirimiz olacak. Ben bunu adalet kumbarasında yavaş yavaş insan biriktirmek olarak tanımlıyorum. Dört yıldır gelen misafirlerimizin döndüklerinde kendi ülkelerinde Türkiye'deki festivali, nasıl ağırlandıklarını, ne kadar amatör ama ne kadar içten olduğunu anlatmalarını çok önemli buluyorum.
Türkiye kamuoyundan beklediğiniz ilgiyi görüyor musunuz?
Bengi Semerci: O da yavaş yavaş oluyor çünkü şimdiye kadar Türk filmimiz yoktu ama bu sene beni çok umutlandıran ve mutlu eden şey, Türk yönetmenlerin telefon açıp festivale katılmak istemeleri oldu. Birkaç tane Türk yönetmen de şartnameye uygun olmadığı için geri çevrilmek durumunda kaldı.
Jüriniz Türklerden mi oluşuyor peki?
Bengi Semerci: Jürimizin hepsi Türklerden oluşmuyor. Uzun metrajlı film jürimizde her yıl değişmeyen bir kuralımız var, bir tane Hukuk Fakültesi'nden öğretim üyesi olmak zorunda. O da artık sabitlendi. Her yıl aynı arkadaşımız jüri üyemiz oluyor. Bunun dışında her yıl değişen jüri üyelerimiz var. Bu seneki jüri üyelerimiz arasında Türkiye'den Demet Akbağ, Sevin Okyay, Serdar Akar olacak.
Çok teşekkür ederiz.
Küçük bir kız mahkeme salonundan içeri girip gözlerini yargıcın gözlerine diker ve "Boşanmak istiyorum" der. Evlenmek için yaş şartının aranmadığı Yemen'de 10 yaşındaki Najoom, 30 yaşındaki bir adamla evlenmeye zorlanmaktadır. Damadın vereceği başlık parası Najoom'un ailesi için küçük bir gelir yaratacak, bu evlilikle de evden bir boğaz eksilecektir. Küçük yaşlarda kadınlık görevine zorlanan ve hayatı kendi istedikleri gibi yaşayamayan kızların hayatının anlatıldığı hüzünlü bir film.
"Kötülüğün zafere ulaşması için gereken tek şey, iyilerin hiçbir şey yapmamalarıdır." (Edmund Burke)
Her yıl 11 Temmuz'da, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da girişilen en sistematik katliam olan Srebrenica soykırımı anılır. Srebrenica'da bir hafta içinde 8372 Bosnalı Müslüman öldürülmüştür. Film bu soykırımdan canlı kurtulan erkek ve kadınların olağanüstü hikâyesini anlatmakta ve insanoğlunun varoluşu, savaş, affetme, uluslararası camianın masumları koruyamaması ve savaş suçlarının kurbanlarına hak ettikleri adaleti sunamaması üzerine ciddi ve kapsamlı sorular sormaktadır.
İsrail, 1990'ların başı. Tira kasabasında doğup büyümüş Filistinli-İsrailli bir genç olan Eyad, Kudüs'te prestijli bir Yahudi yatılı okuluna kabul edilmiştir. Kendini bir anda dil, kültür ve kimlik çatışmaları içinde bulup, süregelen bir savaşın içinde konumunu bulmaya çalışmaktadır. Kas erimesinden mustarip Yonatan'la sağlam bir dostluk kurup, Naomi adında bir Yahudi kızına âşık olur. Eyad yaşadığı çevrede kabul edilmek, insanların şüphelerini gidermek, çalışmak, sevmek ve tüm bunların yanı sıra aidiyet hissine ulaşabilmek için özveride bulunması gerektiğini fark edecektir.
İki kızıyla birlikte yalnız yaşayan Fatima, Fransızcayı kötü konuşmaktadır ve kızlarıyla olan günlük iletişiminde kendini istediği gibi ifade edememektedir. Kızları onun gururu ve neşesi, aynı zamanda da endişelerinin kaynağıdır. Onlara olabilecek en iyi geleceği sağlayabilmek için tuhaf saatlerde temizlikçilik yapmaktadır. Fakat bir gün merdivenlerden düşer.
Zorunlu izne ayrıldığı gün, kızlarına Arapça bir mektup yazmaya başlar. Fransızca konuşurken, kendini daha önce hiç bu kadar net bir şekilde ifade edememiştir.