İslam Medeniyeti, kurduğu vakıflar aracılığı ile yüzyıllarca düşeni kaldırdı, yolda kalmışı barındırdı, yaraları sardı, insanlara yardım etti. Çöküş yaşadığımız dönemde bu kurumlarımızı ve onlarla olan bağımızı büyük oranda yitirdik. Mekân aidiyetimiz daraldı, gönül coğrafyamızla küstük, modernizmin dayatmasıyla bireyselleştik, diğerkâm kelimesinin anlamını yitirdik.
Şu anda aktif olarak kaç ülkede ve bölgede faaliyet gösteriyorsunuz?
Kerem Kınık: Yeryüzü Doktorları, bugüne kadar çoğunluğu acil durumlarda yürüttüğümüz hizmetler olmak üzere dört kıtada 44 ülkeye tıbbi ve insani yardım ulaştırdı. (Türkiye, Sudan, Inguşetya, Kongo DC, Filistin, Sierra Leone, Gana, Hindistan, Kenya, Bangladeş, Nijer, Gine Bissau, Suriye, Libya, Sri Lanka, Bosna Hersek, Irak, Kosova, Guatemala, Makedonya, Yunanistan, Endonezya, Afganistan, Pakistan, Lübnan, Gürcistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Yemen, Moritanya, Somali, Tanzanya, Çad, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Filipinler).
Şu an Somali, Kongo DC, Filistin-Gazze, Kenya, Nijer, Suriye, Lübnan, Pakistan ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde sağlık programlarımız ve projelerimizle aktif faaliyet göstermekteyiz.
Kurban Bayramı'nda 9 Afrika ülkesinde 700 binin üzerinde insana kurban eti dağıttınız. Öncelikle, bu nasıl bir duygu? İkinci olarak da, kurbanlık hayvanları gittiğiniz bölgelerden mi temin ettiniz?
Kerem Kınık: Bu müthiş bir duygu. Şöyle ki; kurban, malumunuz, içerisinde pek çok hikmetler barındıran kadim İbrahimî bir ibadet. Binlerce yıllık geçmişi olan bir ritüel. Bizi coşkulandıran tarafı ise bir insanın belki de hiç bilmediği bir coğrafyadaki kardeşine bağışlanmak üzere Yeryüzü Doktorları'na kurban emanetini teslim etmesi. Bizler de profesyonellerimiz ve gönüllülerimizden oluşan dev bir ekiple, her biri kutsal olan bu vekâletleri, birer birer vecibelere uygun şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyoruz.
Kurbanlıklar kesim yapılan ülkelerdeki yerel üreticilerden alınıyor. Seçiminde hayvanların ibadet şartlarına uygun olması, erkek olması gibi hususlara titizlikle bakılıyor. Kurban alımları için harcanan para ülkemizden Somali, Nijer, Kenya ve Kongo gibi Afrika'nın en yoksul ve en muhtaç ekonomilerine doğrudan girdiği için ayrıca pazarın canlanmasına da vesile oluyor.
Gittiğiniz bölgelerde sizi etkileyen pek çok hikâye vardır. İçlerinde öne çıkan, unutamadığınız bir hikâye var mı paylaşmak istediğiniz?
Kerem Kınık: Kongo DC'nin Ruanda sınırındaki Goma bölgesine gitmiştik. Arefe günü, ülkede azınlık olarak yaşayan İslam toplumunun temsilcileri ile bir araya geldik, halleştik. Sabah da bayram namazını kılmak için şehrin top sahası olarak kullanılan açıklık bir alanına gittik. Müslümanlar, eski de olsa en temiz ve güzel elbiselerini giymişler, başları dik ve inançlarının izzetini taşır bir şekilde alanda toplanıyorlardı. Bizi görenler önce üç beş saniye beyaz adamın aidiyeti ile ilgili tereddütler yaşıyorlar ama sonrasında başımıza taktıklarımızı ve aynı yöne doğru yürüdüğümüzü gördüklerinde hafifçe gülümseyerek evrensel barış parolamızı söylüyorlardı. Alanda herhalde 50 bin kişi vardı. İmam, vaazı bitirmeye yakın kendi dillerinde bir şeyler söyledi ve el işareti ile beni kürsüye çağırdı. Çıktım, selam verdim ve içinde Türkiye, İstanbul, İslam ve ümmet geçen bir iki cümle kurdum. Oradaki her insanla o kadar kalbi bir iletişim kuruyorduk ki, o enerji neredeyse kalbimizi durduracak gibi oluyordu. Sonrasında onların selamları ve tekbirleri ile aslında ne kadar büyük ve güzel bir aile olduğumuzu, aramıza örülen ve bizleri ötekileştiren her ne var ise onun aslında kalbimizin beraber titremesini istemeyenlerin yapıp ettikleri şeyler olduğunu anlıyorduk.
Türkiye'deki insani yardım kuruluşları genel olarak ne durumda? Sizin kadar aktif çalışmalar yürüten kuruluşlar var mı? Örneğin IŞİD'in Kobani saldırılarından kaçarak Türkiye'ye sığınan yüz binlerce insanı sınırda karşıladınız ve ihtiyacı olanları tedavi ettiniz. Sürekli hazırda bekleyen geniş bir ekibiniz mi var?
Kerem Kınık: Anadolu, dayanışma ve yardımlaşma medeniyetinin beşiği. İslam Medeniyeti, kurduğu vakıflar aracılığı ile yüzyıllarca düşeni kaldırdı, yolda kalmışı barındırdı, yaraları sardı, insanlara yardım etti. Çöküş yaşadığımız dönemde bu kurumlarımızı ve onlarla olan bağımızı büyük oranda yitirdik. Mekân aidiyetimiz daraldı, gönül coğrafyamızla küstük, modernizmin dayatmasıyla bireyselleştik, diğerkâm kelimesinin anlamını yitirdik. Gerçi bu dönemlerde dahi bireysel de olsa komşumuzu doyurduk, fakiri okuttuk. Ama köklerimizle tekrar buluşup kendimizle tekrar barışmaya başladığımız 90'lı yıllardan sonra etrafımızda olup bitenlerle daha kapsamlı ve sistematik bir şekilde ilgilenmeye başladık. Özellikle Yugoslavya'nın dağılması sonrasındaki Bosna ve Kosova soykırımları ile Marmara depremi insani yardım kuruluşlarımız için bir milat oldu. Bu bağlamda Yeryüzü Doktorları da 2000 yılında kuruldu. Şimdi ülkemizde uluslararası faaliyet gösteren 20 civarında büyük insani yardım kuruluşu bulunuyor. Bu kuruluşların dışında yüzlerce eğitim, din ve kültür alanlarında faaliyet gösteren STK'larımız mevcut. Yeryüzü Doktorları, gönüllüleri ve profesyonelleri aracılığı ile faaliyet gösteriyor. Kobani krizinde de hemen Urfa'daki gönüllülerimiz ve İstanbul'daki profesyonellerimiz bölgeye intikal ederek ilk müdahaleleri yapmaya çalıştılar. Hizmetlerimiz, sonrasında daha kalıcı merkezlerde daha etkili bir biçimde devam etti.
#Sayfa#
Doctors Without Borders'tan (Sınır Tanımayan Doktorlar) farkınız nedir? Birlikte yürüttüğünüz çalışmalar oldu mu?
Kerem Kınık: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) da bizim gibi bir ihtisas kuruluşu. MSF'in ülke ofisleri kısmen bağımsız örgütlendikleri, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin kaynak ve imkânlarını kullandıkları, bu işlere biraz erken başladıkları için tabi ki bizden daha şanslılar ve öndeler. Sahada devamlı iletişim halindeyiz, zaman zaman birbirimize operasyonel destek de veriyoruz. Mesela onlar Somali'den tamamen çekilme kararı aldılar, sonrasında büyük oranda yükü biz sırtlandık.
SMS gibi yöntemlerle yapılan bağışlar bir yandan bağışı yaygınlaştırırken, bağış miktarını artırırken, diğer yandan insanları yardıma yabancılaştırma tehlikesi de getiriyor mu?
Kerem Kınık:SMS bağışı, duyurulması ve geri dönüşleri baz alındığında son derece etkili bir yöntem. Çok geniş halk kitlelerince anlık tepkiler olarak ortaya konulabiliyor. Sosyal medya iletişiminin özüne de çok uygun, üstelik toplama maliyeti de düşük, dolayısı ile yardımlar ihtiyaç sahiplerine daha yüksek oranlarda kavuşturulabiliyor. YYD'nin topladığı bağışlar kanallara göre sıralandığında SMS bağışı her geçen gün diğer kanalları geçerek zirveye doğru çıkıyor. Bağış yapan kişiler bağışları sonucu yapılanları takip edebiliyor, bu da yardıma yabancılaşmanın aksine bu ulvi duygunun kökleşerek büyümesine ve yaygınlaşmasına yol açıyor. Ama daha fazla yapacak şeyi olan insanların bir SMS ile vicdanlarını rahatlatma tehlikesi de yok değil.
Şu an Afrika'daki su sorununun ne kadarı çözülmüş durumda? Bir yandan kuyular açılırken, diğer yandan yeni kuyu ihtiyaçları doğuyor. Çevre şartları nedeniyle kuyuların bazen kısa sürede kullanılmaz hale geldiği şeklinde haberler duyuyoruz mesela. Bu bölgedeki su sorunu kalıcı bir şekilde çözülebilir mi? Çözülebilirse, bunun yolu nedir?
Kerem Kınık:Afrika kıtası aslında su zengini bir kıta. Sadece Nil, Kongo, Nijer nehirleri gibi binlerce kilometrelik yer üstü nehirleri ile değil yer altı nehirleri ve akiferi ile de zengin. Örneğin Türkiye'de kişi başı yıllık su rezervi 1500 m3 iken Afrika'da bu miktar 7000 m3. Afrika'nın su sorunu büyük oranda şehirleşmenin azlığı, sömürge sonrası kurulan ülkelerin kötü yönetim ve dış müdahaleler nedeni ile gelişememesi gibi nedenlerden kaynaklanıyor.
Dünyanın en az gelişmiş 48 ülkesinin 25'i Afrika'da biliyorsunuz. Örneğin Etiyopya, Nil'in bereketiyle, iklimin ve topolojinin imkânları ile sadece kendisini değil bütün Afrika Boynuzu'nu sulayabilecek bir ülke. Ama nüfusun sadece yüzde 17'sinin şehirlerde yaşaması, baraj gibi suyu bol olduğu zamanlarda toplayacak, kıt olduğu zamanlarda dağıtacak yatırımların yapılamamasından dolayı her 5-6 yılda bir kuraklıkla ve açlıkla boğuşuyor.
Artık Afrika geçmişte olduğu gibi 200-300 milyonluk bir kıta değil. 1.3 milyar nüfusa özellikle şehircilik ve kırsal kalkınma anlamında daha köklü yatırımlar yapılması gerekiyor. Bunun için de Afrika ülkelerinin kaynaklarını sömüren Batılı ülkelerin bu gelirlerin bir kısmını altyapı yatırımlarına döndürmeleri gerekiyor. Oysa mekanizma daha çok dönen gelirlerin iş birlikçi yönetimlerin cebine girmesi şeklinde tezahür ediyor.
Ebola virüsü doğal şartlarda ortaya çıkmış bir şey mi? Ebola ve daha önceki virüsler ve salgınlar birileri tarafından üretiliyor olabilir mi? Mesela İngiltere'de neden bu tarz virüsler görünmüyor? Tamamen gelişmişlikle ilgili bir şey mi?
Kerem Kınık: Kanamalı viral ateş etkeni olan virüsler belli vektör ve rezervuarların bulunduğu belli coğrafi bölgelerde ortaya çıkıyor ve buralarda ölümcül hastalıklara yol açıyor. Örnek olarak Kırım Kongo kanamalı ateşi olan nairovirus, 'hyalomma marginatum' cinsi kenelerin sindirim kanalında yaşayıp ağız salgıları ile insana bulaştığı için söz konusu kene türünün görüldüğü coğrafi bölgelerde ortaya çıkıyor. Bu bölgelerden biri de ülkemizde Kelkit Vadisi ve civarıdır.
Sarıhumma gibi kanamalı ateşe yol açan birçok virüs sivrisinekle bulaştığı için tropikal ülkelerde karşımıza çıkıyor. Afrika ülkeleri, bu tarz hastalıklar için uygun taşıyıcı hayvan türlerine ve uygun hava sıcaklığına sahip. Ebola da tıpkı Marburg, Lassa, sarıhumma, Dangue, Chikgungunya vb. diğer virüsler gibi Afrika'da bazı hayvanlarda bulunmaktaydı.
Afrikalı insanların yaşam tarzı (bu yönüyle biraz Çinlilere benzer) hayvanlarla, çiğ etle, kirli sularla daha fazla içli dışlı olduğundan, hayvanlardan insanlara hastalık geçişi daha kolay oluyor. Salgın oluşmasının nedeni olarak ise Afrika'da insanların toplum içinde 'temas izolasyonu' önlemlerine alışkın olmayışını ve hastanelerde de gerekli altyapının bulunmayışını söyleyebiliriz. Mesela ölüler defnedilmeden önce evlerde bekletilebiliyor, ölü bedene yakın temas ile Ebola bulaşabiliyor. Hastalarda hastalık belirtileri çıktıktan sonra zamanında ve doğru şekilde izolasyon uygulanması noktasında da yetersiz kalınabiliyor.
Bu tür 'korkulu' hastalıklar sadece Afrika'da ortaya çıkmıyor. SARS ve kuş gribi Çin'de, deli dana hastalığı ise İngiltere'de ortaya çıkmıştı. İngiltere ciddi masraflar yaparak bu hastalığın hayvanlardan insanlara geçişini durdurdu. Mesela NDM-1 denilen ve bazı bakterilerin her türlü antibiyotiğe dirençli hale gelmesine neden olan bir direnç tipi de ilk olarak İngiltere'de salgın yaptı. Şu anda da benzer dirençli bakteriler İngiltere'nin bazı bölgelerinde (Manchester), Yunanistan'da, Hindistan'da oldukça yaygın.
Amerika'da hastanelerde tedavisi çok çok zor bir hastane mikrobu var: Yüksek Toksijenik Clostridium difficile. Amerikalı hastanelerinin bu bakteri ile başı ciddi olarak belada. Ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıklardan Neisseria gonorrhoeae'nin neden olduğu Gonore hastalığında da mevcut ilaçlara dirençli vaka sayısında artış var. Bunlar da Batı ülkelerinin problemleri.
Yani bulaşıcı hastalıklar sadece Afrika'da değil, gelişmiş Batılı ülkelerde de görünüyor. Fakat Afrika'da yoksulluk nedeniyle öne çıkanlar daha farklı oluyor (Sıtma, tüberküloz, viral kanamalı ateşler) ve yeterli önemler alınamadığı için daha çok insanı etkiliyor, fark bu.
#Sayfa#
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, "Ebolayla mücadele için 1 milyar dolar toplanması lazım" demişti. Dünya devletleri için çok yüksek bir miktar mı bu? Neden toplanamıyor?
Kerem Kınık: Ebola için 1 milyar doların neden toplanamadığı sorusuna benzer birçok soru üretilebilir: Açlığı önlemek için, sıtmayı önlemek için, HIV'in yayılımını önlemek için daha az miktarlarda paralar yeterli iken neden toplanamıyor? Acaba BM'nin görev tanımında böyle bir öncelik gerçekten bulunuyor mu?
BM Güvenlik Konseyi'nin insani krizlerde böylesine yavaş ve isteksiz hareket etmesinin nedeni hakkında çeşitli teoriler ortaya atılıyor. Hatta bu teoriler arasında kitleler halinde ölen insanların Afrikalı, Arap, Filistinli, Ortadoğulu, yoksul ve esmer tenli olmaları bile gösteriliyor.
Faaliyet gösterdiğiniz yerlerde çeşitli eğitimlerle yerel kapasiteleri artırma amaçlı çalışmalar yapıyorsunuz. Ne derece etkili oluyor? Sonuçları gözleme şansınız oldu mu?
Kerem Kınık: Yeryüzü Doktorları, faaliyet gösterdiği coğrafyalardaki sağlık personelinin mesleki eğitimine destek verip yerel kapasiteleri artırma amacıyla birtakım çalışmalar yürütüyor. Lisans ve tıpta uzmanlık eğitimleri, sürekli tıp eğitimi, öğrenci değişimleri, sertifika programları ve bilimsel kongreler şeklinde sıralanabilecek bu çalışmalar, toplumsal sağlık kapasitelerinin artırılmasında son derece etkili olmaktadır. Bu programlar kapsamında sağlık eğitimi alan öğrenciler de düzenli olarak sınavlara tabi tutuluyor ve sonuçlar bilimsel değerlendirmelerle gözlemleniyor.
Türkiye bölgede adeta sığınılacak bir liman haline geldi. Kapılarımızın açık olduğu devlet yöneticileri tarafından sürekli vurgulanıyor. Milyonlarca mülteci şu an Türkiye topraklarında yaşamını sürdürüyor. Siz de kampları ziyaret ediyorsunuz. Hep gazeteciler, siyasetçiler yorumluyor, siz doktor gözüyle nasıl yorumluyorsunuz bu gelişmeleri?
Kerem Kınık: Bir insanın evini barkını, yurdunu atasını terk etmesi çok büyük bir travma. Hele bu zorla ve savaşla oluyorsa iki kere daha büyük... Göç başlığı altında incelenen kitlesel nüfus hareketleri, insanlığın var olduğu dönemlerden günümüze pek çok halkın yaşadığı bir olgu. Genellikle doğal ya da insan eli ile oluşan afetler, üretim ve yaşam tarzı değişiklikleri, iklim değişiklikleri, ekonomik ve politik nedenlerle oluşan nüfus hareketlilikleri, gönüllü veya zorunlu olabileceği gibi ülke içi ya da ülkeler arası da olabilmekte.
Bilim adamları, iklim değişikliğinin yol açtığı çölleşme ve sel gibi nedenlerle gelecekte milyonlarca kişinin yerlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalabileceğini vurguluyorlar. Bonn'daki Birleşmiş Milletler Üniversitesi Çevre ve İnsan Güvenliği Enstitüsü, 2050'ye kadar 200 milyon civarında insanın çevresel sorunlar yüzünden yerlerinden olabileceğini ifade ediyor. Bu, dünyanın önümüzdeki on yıllarda derin jeopolitik krizlere gebe olduğunu gösteriyor. Savaş teknolojileri ve ulaşım araçlarının gelişmesi, devlet çıkarlarının deniz aşırı hedeflerde aranması, enerji, su ve gıda temini konusunda artan ihtiyaçlar, azalan kaynaklar ve artan dünya nüfusu önümüzdeki yıllar açısından dünyada karamsar bir tablo oluşturuyor.
Ne yazık ki çıkan her anlaşmazlık ve çatışma, ilk etkisini nüfus hareketliliği olarak gösteriyor. Yıllardır yaşadığı topraktan sökülen bir ağacın başka bir coğrafyada, bambaşka bir iklimde ve alışık olmadığı bir ormanda yeniden dikilerek yaşamak zorunda kalmasına benzetebileceğimiz mültecilik, bir insan ve bir toplumun karşılaşabileceği en trajik durumlardan biridir. Bu bağlamda, aslında hepimiz potansiyel mültecileriz.
KEREM KINIK KİMDİR?
Yeryüzü Doktorları Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı olan Kerem Kınık 1970'de Hekimhan'da doğdu. Kanlıca, Bebek ve Paşabahçe'de ilk ve orta öğrenimini tamamladı. 1993'de İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Amasya'da Sağlık Ocağı Sorumlu Hekimliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Dairesi'nde 1999 yılına dek Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. İstanbul 10. dönem İl Genel Meclisi'nde Meclis Üyesi ve Sağlık Komisyonu Başkanı olarak görev aldı. Avrupa Birliği Bölgeler Asamblesi Sağlık ve Sosyal Politikalar Komisyonu'nda İstanbul'u temsilen yer aldı. İngiltere'de Portsmouth Üniversitesi'nde Stratejik Bilgi Teknolojileri Yönetimi eğitimi aldı. Ulusal ve uluslararası teknoloji firmalarında Genel Müdürlük de yapan Dr. Kınık halen Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi'nde Rektör Danışmanı ve öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.