Meryem İlayda Atlas: Tesettür simsarının yeni sermayesi: Dünyevi zevkleri İslamileştirmek

Tesettür simsarının yeni sermayesi: Dünyevi zevkleri İslamileştirmek
Giriş Tarihi: 30.06.2014 15:43 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:48
Meryem İlayda Atlas SAYI:03Temmuz 2014
Tatil, denize ve doğaya yakın olmak, sessizlik ve belki biraz müzik ihtiyaçtır, ama beş altı yıldızlı otel arzusu süfliliktir, israf var işin içinde çünkü.

Öncelikle şunu sormak istiyorum; 2007 yılında Radikal gazetesinde dindar kadınların tatil yapmak için çektikleri sıkıntıları anlattınız. Birebir hepsini yaşadım diyebilirim. Nedir bu sıkıntılar, tekrar sormak isterim.

Nihal Bengisu Karaca:Evet, siyasi bir talebi olmayan ama gündelik hayat pratiği üzerinden politik bir resim de çizebilen bir yazıydı ve epey ilgi çekti. Yılgınlıkla yazılmıştı, hayal kırıklığı ile. Beklentiler ve bu beklentilerin yarattığı mahcubiyet ile. Tatilden eşi kadar zevk alabilmek isteyen, ama bunu başarması mümkün olmayan ve sonra dönüp zevk almayı problematize ettiği için mahcubiyet duyan bir iklimden çıkmıştı. O yazıda dünyevileşme arzusu, dünyevileşme bedeline rağmen elde edilemeyen tatmin ve her ikisinin neden olduğu gerilim vardı. Mesele asla sadece tatil değildi.


Yıl 2014, dindar kadınların uygun fiyatlara, güvenli ve rahat bir şekilde tatil yapma durumunda bir gelişme var mı? Tatilden beklediklerimiz neler?

Nihal Bengisu Karaca: Muhafazakâr tatil konseptleri aslında tesettürlü kadınların rahat ve güvenli bir şekilde denize girebilmelerini sağlamayı vadediyor. Çıta da çok yüksek, beş yıldızdan aşağısı kurtarmıyor, ama hizmet asla beş yıldızlı değil. Fakat fiyatlar ise normal bir beş yıldızlı otel fiyatından çok yüksek. Verilen hizmetin düzeysizliği dikkate alındığında fiyatla korkunç bir tenakuz söz konusu. İçeri girdiğiniz ilk anda gözünüz boyanabilir. Ama saatler ilerledikçe nasıl karma bir sistemin, kakofonik bir kompozisyonun muhatabı olacağınızı anlıyorsunuz. Yıl 2014 ve durum hâlâ değişmedi. Tesettürlü kadınlar 5 yıldızlı otel diye tutturmuyor oysa. Çay ve soğuk içecek imkânı da olan mahremiyeti mümkün bir alan, klimalı odalar ve tenhalık. Denizin, rüzgârın sesi… İstediğimiz bu ama çok yüksek fiyata, çok asgari beklentileri karşılamanın yanından bile geçmiyorlar. 3. sınıf animatörler havuz ya da daracık bir alana hasredilmiş plajın kenarında bütün gün iğrenç müzikler çalarak beyninizi iğdiş ediyorlar. Ayrıca dışardan günübirlik müşteri kabul ederek, o otel için büyük meblağlar vermek durumunda kalmış insanları yemek kuyruğuna, havlu kuyruğuna sokmayı kabul edilebilir bulan işletmelerden bahsediyoruz. En son, bu konuda kaliteli hizmet verdiği iddiasıyla ortaya çıkmış bir otelde kaldım, yeni yapılmıştı ama durum aynen böyleydi. Çalışan kadını rahatlatacak hiçbir şey yoktu. Otelin tasarımı, dekorasyonu için belli ki çok emek verilmişti ama hizmete ilişkin zihniyet, tatil yapan muhafazakâr kadını tek bir kalıba indirgeyip tek bir kadın tarifi üzerinden geliştirilmişti: Altın günü kadını. Yüzme bilmeyen, suya ıslanmak için giren, müzik sesi duydu mu oynamaya başlayan ve zaten sanki kocası kıskandığı için örtünen bir kadın tipi. O yüzden plaj daracıktı, demirler ve brandalarla dışarı geçiş imkânsızlaştırılmıştı ve sahili de havuzu da sürekli oynamak isteyen 7-8 kadının 'Ankara'nın bağları' şarkısına hizalanmış müziklerle çınlıyordu. Kitap okumak, iPod'undan kendi müziklerini dinlemek mümkün değildi, yemek sırasında izdiham yaşanıyordu ve dışardan alınan günlük ziyaretçiler nedeniyle havlu, şezlong elde etmek imkânsızdı. Denize girmeyen ve sürekli oynayan o 7-8 kadın dışında herkes durumdan şikâyetçiydi ama otelin tanımladığı 'mainstream' tesettürlü tipi buydu, azınlığa tekabül etmesine rağmen, her şey onların talebine göre şekillenmişti. Gecesi yüzlerce avro olan o otelde, yeni Türkiye'nin yeni zenginlerinin tanımladığı yeni 'beyaz tesettürlüler' olduğunu ve bu saçmalıktan rahatsız olan birçok insan olmasına rağmen o yeni sınıfın tesettürlüsünün borusunun öttüğünü fark ettim.

Birkaç yıl önce bir beldede, belediye sahile duvar yaparak kadın plajı oluşturdu. İstanbul'dan yazar-çizer takımı koşup gelip duvarın önünde oturma eylemi yaptılar ve duvara 'utanç duvarı' dediler. Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Kadınların yüzde 68'i örtülü diyoruz, hatta örtünmeyen pek çok kadının 'bikini ve mayo' giyerek karma plajda denize girmek istemediğini biliyoruz. Kendilerince güvenli bir ortamda denize girmek isteyen kadınlara kamu neden bu imkânları sağlamıyor?

Nihal Bengisu Karaca: Neden sağlasın? Belediyeler böyle bir şey yaparsa bir sürü militer laikçi gazetenin konusu olacaklar. Ama daha önemlisi şu: Tesettürlü kadının suya girip çıkacağı yer az bulunmalı ki beş yıldızlı otel konsepti adı altında kocalarının paraları çekilip alınabilsin. Burada kirli bir ticari mantık var. İçki yasaklarının olduğu dönemde kaçakçılık yaparak ülkenin en zengin adamları arasına girmiş Amerikalılar gibi bir kesim var şu an Türkiye'de. Sırtlarını AK Parti ile zenginleşen ve sokağa çıkıp eğlenmek isteyen insanlara yaslamış ya da direkt iktidar çevrelerine yaslanmış. Onlar böyle yerlerin olmasını istemezler. İddia ediyorum, tesettürlü kadınların daha makul şartlarda denize girebilecekleri mütevazı plajların açılmasını desteklemezler, engellemeye bile çalışırlar.
#Sayfa#
Şöyle bir manzaraya çok alışkınız: Aile deniz kenarında piknik yapmaktadır, ailenin erkekleri ve çocukları denize girerken kadınlar kıyıda yiyecek hazırlamakla meşgul olur, denize girme imkânı olmaz. Ben bu manzarayı geleneksel toplumun bir parçası olarak değil, seküler ve homojen kamusal alan oluşturma azminin bir sonucu olarak görüyorum. Denize giderken şu şu kıyafet giyilir, yaşam tarzı sayfiye yerinde şöyle şöyle olur demenin sahadaki gerçekliğine işaret eder bence. Siz bu konuda nasıl düşünürsünüz?

Nihal Bengisu Karaca: Şu konuda haklısınız, evdeki roller tatilde de devam ediyor. Eğer kadınların ayrı erkeklerin ayrı denize girdiği bir konsept değil de, kaptanı kadın olan bir motor, yat filan kiraladıysanız ya da çok tenha olduğuna emin olduğunuz bir yerde ailece denize girmeye çalışıyorsanız, o mekân içindeki bütün işlerle yine kadın olarak siz ilgilenmek zorunda kalıyorsunuz. Çocuk denize girerken ona eşlik etmek, çocuk kıyıda iken ona eşlik etmek, çocuk ve bey acıktı hadi hazırlanalım toparlanalım vs. En iyisinin iki kadın birlikte çıkılan tatiller olduğunu düşünüyorum artık.

Kadın plajlarına gittiğimde gözüme çarpan ilk şey şu olur; sahil şeridine boyu geçen yeri belirtmek için bir ip gerilir ya, neredeyse sahildeki bütün kadınlar ve çocuklar o ipin gerisindedir. Kadınlarımız neden yüzme bilmiyor?

Nihal Bengisu Karaca: Tesettürlü olsun olmasın kadınlarımız deniz kenarına gittiklerinde bir tür kumsal canlısı olarak hareket etmeye kodlanmışlar. Yüzmeyi bir spor, faydalı bir şey olarak görmedikleri gibi, 'boyumu geçiyorsa korkarım' durumu çok belirleyici. Çoğu denemiyor bile. Tabii çok da haksız değiller, ülkemiz güvenli suların güvenli olmayanlarından profesyonelce ayrıldığı, sınırlamaların ve yasakların konulduğu bir ülke değil. Havaların ısındığını Şile'den gelen ölüm haberleriyle idrak ederiz mesela. Ayrıca bir keresinde yüzdüğüm suyun altına dalma fırsatım olmuştu da korkudan deliye dönmüş ve etrafımdakilere, "Benim gördüğümü görseydiniz çok kaçar az yüzerdiniz" demiştim. Yani denizde iken biz, aslında bir toplumun üzerindeyiz ve savunmasızız. O yüzden asla dalmam, ama su milletinin bir yaratığına denk gelene kadar açılabilirim.

Kadın plajı, kadın havuzu gibi düzenlemelere karşı çıkan insanlara "İyi denizlerde yüzmeye benim de hakkım var, sadece yüzmek için neden bu kadar sıkıntı çekeyim?" dediğimizde gelen cevap "Sen böyle bir tercih yaptın, bu iş dünyanın her yerinde böyle" şeklinde. Bu bir tercih mi gerçekten? Kendi ülkemizde Almanya'daki Müslümanların taleplerini dile getiriyor olmamız biraz garip değil mi?

Nihal Bengisu Karaca: Garip tabii ki. Çünkü birincisi kadın plajları Batı'nın bile yabancısı olduğu bir şey değil. İkincisi bu rejim krizi haline getirilecek salt İslami hayat tarzına özgü bir şey değil. Başı açık kişilerin de tercih edebilecekleri bir seçenektir kadın plajı, kadın havuzu. Çünkü kültüre, geleneğe müteallik bir tercihtir bu. İdeolojik yanı yok. Bilakis ideolojik sekterlik içinde bulunanları dünyeviliğe, sekülerliğe entegre eden bir şey. Az kafa çalıştırsalar şu tez üzerinde kafa yormuş olurlardı: Yaz gelsin de tatile gidelim, denize girelim diyen bir topluluk oluştuğunda o topluluğun düzen tarafından teslim alınma süreci tamamlanmış demektir, o topluluğun artık kaybedecek şeyi vardır: Dünya zevkleri. Siyasal İslamcılığı ehlileştirmeye kafayı takmış olanlar, öyle ciddi bir kompleks içindeler ve bu ülkeye verdikleri zararın büyüklüğünü bildiklerinden o kadar çok korkuyorlar ki, bu tez üzerine düşünmediler bile. Tez doğrudur, yanlıştır orası ayrı tabii.
#Sayfa#
İslami tatil konsepti başörtülüleri aşağılıyor

Dindarlara hizmet veren otellerin gerçekten büyük kusurları var. Genellikle kadın plajları, havuzları çok küçük, taşlık… Ve bütün çocuklar da anneleri ile beraberler. Bakıyorsunuz bir yanda kocaman plajda rahat rahat yüzen erkekler, diğer yanda ufacık plajı kullanan kadınlar. Hâlbuki çoğunlukla anneler çocukları ile tatile çıkıyor. Camileri de düşünürsek ne kadar klasik bir ihmal bu değil mi?

Nihal Bengisu Karaca: Bu otellerin, başörtülü kadınlar da denize, havuza gönül rahatlığı ile girebilsin diye değil, eşi başörtülü erkeklerin kafası rahat olsun, karılarının ağzına bir parmak bal çalınabilsin diye yapılmış oldukları çok belli. Hemen her şeyde olduğu gibi tesettür otellerinde de merkezde olan erkek. Bugün başörtülü kadınların aşağılandığı yerlerdir tesettür otelleri.

Lüks tesettür oteli konseptinin hizmet kalitesindeki sorun bir yana, İslami sınırlar açısından da sorun teşkil ettiğini düşünüyor musunuz?

Nihal Bengisu Karaca: Lüks otel konsepti bugün dindar kesimin hayatındaki pek çok şey gibi dinî sınırlar açısından sorunludur. Garip olan, estetik sınırlar açısından da sorunlu olması. Bu otellerin ilki diyebileceğimiz Didim'deki bir oteli ilk gördüğümde dehşete kapılmıştım. Erkek havuzunun büyüklüğüne karşılık, kadınlar neredeyse üst üste, dar bir havuza sıkıştırılmıştı. Ağlayan ve anneleri tarafından bezi ile hepimizin girdiği havuza sokulan bebekler, hiç durmadan çalan Serdar Ortaç, naylon terliklerle otel lobisinde dolaşan Almancı amcalar, tereyağından ve karpuzdan yapılma heykeller ve metamorfoza uğrayarak salataya veya çorbaya dönüştürülmüş ertesi gün yemekleri… Oysa şu ara başka bir rezalete tanık oluyoruz. Bir otelde bulunan 'Ebu Eyyubel Ensari' odası. İddiaya bakın. Grotesk gerçekten. "Allah için bronzlaşıyorum" diyerek Allah'ı kandıracağını sanmanın saflığı var ama şefkat filan uyandırmıyor. "Ben içinde bolca çirkinlik ama bir parça iman ve merhamet de olan et ve kandan ibaretim" gerçeğini itiraf edemediğiniz zaman böyle çılgınlaşırsınız. Bayağı, basbayağı süfliliği İslamileştirmeye yeltenirsiniz. Karıştırmayalım; tatil, denize ve doğaya yakın olmak, sessizlik ve belki biraz müzik ihtiyaçtır, ama beş altı yıldızlı otel arzusu süfliliktir, israf var işin içinde çünkü. Bunu itiraf etmek bir yana, dünyanın acısını çekmiş bir sahabenin adını zevki ve sefahati yüceltmek için kullanmak, şuursuzluk bile değil. Bir şeye şuursuz demeniz için o alanda şuur için bir yer olması, bir şuur potansiyeli taşıması gerekiyor çünkü. Bu o bile değil.

#Sayfa#
Tatil yerlerinde erkeklerin ve kadınların eğlence anlayışlarındaki farklılık da göze çarpan bir diğer şey. Sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar, aynı cümlelerle ifade edilen havailik… "Tatildeyiz, çok ilginç şeyler yapmalıyız" gibi bir anlayış var sanki. Her şeyi abartıyla yaşayan yeni bir nesil var ve daha çok da erkekler tarafından, İslam'ı temsil edemeyecekleri noktasında eleştiriliyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nihal Bengisu Karaca: Erkekler sürekli buluşup nargile içerek ve namaz kaçırarak sürekli kebap yiyorlar ve bu arada cihat ettiklerini düşünebiliyorlar. Kadınlar daha dürüst. "Biz kız kıza parti veriyoruz ve hepsi bu". Ama olay, Müslüman yeni neslin ne kadar copy-paste yaşamaya başladığını göstermesi bakımından dramatiktir. İslamcılar, dindara özgü bir keyif ve neşe anlayışı geliştirmekle ilgilenmediler, o yüzden çocuklarının hayatlarından bir şey anlamıyorlar şu an. Muhafazakârlar ise zaten modern yaşam formlarını frenleyip mütevazı hale getirerek taklit etmekle yetiniyorlardı ve bu eğilim son dönemde en obez kıvamına ulaştı, fren patladı ve tevazu da kalmadı. Kendimiz kalarak eğlenemiyoruz. Bu acı bir şey. İslamcı erkekler başörtüsü yasaklarına sahip çıktıkları, siyasi engellerin kalkmasında rol oynadıkları için kendilerinde başörtülülerin özel hayatına karışma hakkı buluyorlar. Ama başörtüsü yasaklarına toslamamış yeni bir nesil var, engellenmemiş ve kimseden yardım da istememiş… Kim dindar yaşam tarzını bu grup üzerinden okumaya çalışırsa hata eder, kim de bu yeni sosyolojik kategoriden 'İslam'ı temsil' cihetinde örnek davranışlar beklerse yine hata eder. İslam'ı en doğru temsil ettiğini düşündüğümüz büyük cemaat ve camiaların bile çöktüğü, onların vicdanına güvendiğimiz için mahcup duruma düştüğümüz şöyle bir dönemde kimse bir grup tiki başörtülüye İslam'ı temsil misyonu yüklemesin. Artık herkes kendi kendisini temsil ediyor. Müslümanlar olarak zaman zaman ortak hareket edebilen, çok temel aidiyet cihetleri etrafında bir araya gelebilen ama aynı zamanda herkesin kendi değer yargılarını oluşturduğu ve inancı da çok değişik biçimlerde algılayıp hayata geçirdiği bir topluluk olmaya doğru gidiyoruz. Siyasi alanda hep ifade edilen 'normalleşme'nin yan tesirleri bunlar. Dini ve dindarları baskılayan ortak tehdit zayıfladığında çözülme olur. Bu çözülme de ilk olarak kendisini gündelik hayatta hissettirir.

Çok teşekkür ederim.

Nihal Bengisu Karaca Kimdir?
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Aksiyon dergisinde, Kanal 7'de, Zaman gazetesinde çalıştı. Editörlük, metin yazarlığı, programcılık, köşe yazarlığı gibi birçok farklı alanda görev aldı. Yeni Aktüel dergisinde haftalık yazılar yazdı. Çok konuşulan yazılara ve röportajlara imza atan yazarın 'Yanardağda Pişirilir, Totemle Servis Yapılır' isimli bir kitabı ve 'Kadın Oradaydı: Vahiy Sürecinde Kadın Rolleri' adlı kitapta Büyük filmin esas kızı: Havva' adlı bir çalışması bulunmaktadır. 2009 yılında Zaman'daki yazılarına son vererek Habertürk gazetesine geçmiştir ve halen bu gazetede köşe yazıları yazmaktadır.
BİZE ULAŞIN