"Yüzmenin insan bedenine ve ruhuna en iyi gelen faaliyetlerden biri odluğunu düşünüyorum. Bu dünyaya suyun içinden çıkıp geldiğimizi unutmayın"
Derlemesini yaptığınız Mayıs 2014'de raflarımıza yerleşen Sayfiye: Hafiflik Hayali adlı kitaptan yola çıkalım. Bir de kitabın tanıtımı ile açılışını yaptığınız Tütün Deposu'nda 'Sahibinden Sayfiye' sergisi var. Sahi nedir bu sayfiye merakı?
Tanıl Bora: Evvela: Merak sayfiyeye mahsus değil. Merakımız ölmesin, daim olsun! Bu kitabın da yer aldığı 'Memleket Kitapları' dizisi zaten beşerî coğrafyamızın her hâlini her suretini merak etmenin hevesi üzerine kurulu bir dizi. Eh, sayfiye mekânları memleket sathında herhalde birkaç vilayet edecek kadar yer kaplıyor, sayfiye hayatı da 'yerliliğimizin' kendine mahsus cephelerinden biri. Hayatın değişimini de iyi gösteren aynalardan biri. Üzerine düşünmeye, sağını solunu kurcalamaya değer bir konu… Bu merak, Borga Kantürk'ün sözünü ettiğiniz sergi hazırlığıyla birleşti, Borga'nın sayfiye fotoğrafları da kitapta yer aldı.
'Bir gün güneye yerleşme hayali' tam olarak ne tür hizmetler ve imkânlar içeren bir hayal sizce?
Tanıl Bora: 'Güney' kelimesi sadece bir istikamet belirtmiyor. Güney aynı zamanda edebiyatta, akılda, gönülde sıcağın mecazıdır. Sadece iklim sıcağı değil, insan ilişkilerinde, kan deveranında da sıcaklık. Güney gevşekliğin, rahatlığın mecazıdır. 'Güneye gitme' hayali de sıcak, rahat, gerginlikten uzak, biraz da tembel bir hayat hayaline denk geliyor. Bir tür ebedî tatil, ebedî sayfiye hayali…
Neredeyse hepimizin standartlaşmış bir dinlenme anlayışımız var. 'Şöyle kahvemi alıp ayağımı uzatayım'dan başlayıp 'Karayipler'de dalmak gibisi yok'a varan kategorik bir standart. Ne dersiniz, bunlar hep öğretiliyor mu bize?
Tanıl Bora: Özellikle reklam ve eğlence endüstrisi üzerimize dinlenme 'teklifleri' yağdırıyor. Bunların çizdiği saadet dolu resimler gönlümüzü çeliyor, o tatil paketini, o seyahati, o devre mülkü, o malı satın almakla şahane dinleneceğimiz yanılsamasına kapılabiliyoruz, evet. Ama biliyorsunuz, bu standartların dışına çıkanlar da var. Hatta bu standartlar sayesinde, onların mefhum-u muhalifine yönelerek, dinlenmenin kendilerine iyi uyan, zevkli biçimlerini keşfedebiliyor kimileri. İnsan, çok şükür otomatik programlanamıyor! Türlü türlü 'öğrenime' tabi tutuluyoruz ama bunlardan kendimize göre ayrı ayrı öğreniyoruz. Dinlenme kalıpları da öyle.
#Sayfa#
İnsanoğlu için tatil yapmanın amacı nedir? Dinlenmek mi? Zihin dinlenmesi mi, beden dinlenmesi mi? Gerçekten o açık büfeye dadanıp, o kaydıraktan kayınca mı dinlenmiş olacağız?
Tanıl Bora: Tatil, Arapça bir kelime, 'atıl'la kökdeş. Sevan Nişanyan'ın etimoloji sözlüğünde 'atıl etme, başıboş bırakma, ihmal etme, salma' diye açıklanmış. 'Tatil-i eşgal' kelimesini de duymuşsunuzdur, 'çalışmayı bırakmak' demek, Osmanlıcada 'grev'in karşılığı idi. Velhasıl, tereddüde mahal yoktur: Tatil, gayet yalın, çalışmayı bırakmaktır. Bu vasfıyla bir insan hakkıdır. Dinlenirsiniz veya başka bir şey yaparsınız, o sizin bileceğiniz şey. Ama tatil verme, tatil etme hakkınız olmalı. Tabii tatil edebileceğiniz bir işiniz, bir uğraşınız da olmalı! Kapitalist sistemde, tatil edebileceğiniz bir işiniz yoksa (mirasyedi, rantiye de değilseniz), sonsuz boş vaktiniz de olsa tatilde falan değilsiniz demektir. Kapitalist sistem ve maişet meselesi bir yana; tatil ettiğiniz anlamlı bir meşgaleniz, emek verdiğiniz bir uğraşınız yoksa o tatilin de pek anlamı olmaz. O zaman 'dinlendireceğiniz' pek bir şey de olmaz çünkü. İşte o zaman açık büfeye dadanarak, kaydıraktan kayarak dinlendiğinizi sanırsınız. Aslında daha çok yorulursunuz, çünkü bu 'etkinlikler' de bir performansa dönüşür!
Beden mi zihin mi? Bedenin de zihnin de dinlenmeye ihtiyacı var. Katı bir ayrım yapamayız ama herhalde zihniyle çalışan daha çok zihnî faaliyeti, bedeniyle çalışan daha çok bedenî faaliyeti tatil etmeye ihtiyaç duyuyor.
İslam'da ve diğer dinlerde de dinlenme düşüncesi var. Cuma günü, Bayramlar, bedenen ve ruhen arınılan Ramazan… Günümüzde bir tatil ilmihali yazacak olsak nelere dikkat etmeliydik? Mesela tatilcinin ortamına ağlayan çocuk getirmemenin müstehapları, açık büfeden yemek alırken dikkat edilecek hususlar gibi…
Tanıl Bora: İlmihal tavsiyelerini benden beklemiyorsunuzdur herhalde! Ancak dışarıdan gözlemlerde bulunabilirim. Daha çok, meraklarımı dile getirebilirim. İslam geleneğinde yaz mevsimine karşı uyarıların belirgin olduğunu biliyorum. Yazla beraber iğvaların artmasından endişe edilir. Bu ihtiyatın değişim sürecini gözlemek ilgiye değer görünüyor bana. Buna bağlı olarak denizle ilişkide olsun, kamusal alanda olsun, beden dilinin, hal ve davranışın değişim süreçlerini gözlemek ilgiye değer görünüyor.
Kuşkusuz bu konunun, bir dindar-muhafazakâr yeni orta sınıf ve yeni elit oluşumuyla yakından ilgisi var. Dindarlara hitap eden tatil paketlerinin, özel tesislerin çıkışıyla ilgisi var. Lüks sitelerde yer alan havuzlarla ilgili bir dinî tartışma olmuştu birkaç yıl önce. Yüzme öğrenmeyi salık veren bir hadisten hareketle yüzme havuzu yaptırmaya 'büyük sevaptır' icazeti veren 'hocalar' çıkmıştı. Buradaki toplumsal, kültürel, sınıfsal başkalaşım üzerine düşünmeye değer olduğunu düşünüyorum.
Sayfiye: Hafiflik Hayali kitabından Cihan Aktaş'ın yazısını hatırlatayım. Başka dikkatleri yanında, dindarların tatille imtihanına dair düşünceler, gözlemler de içeren bir yazı.
#Sayfa#
Birinci Dünya Savaşı'nda kimse yüzme bilmiyordu, dört yıl süren savaşta askerlerin yüzme bilmemesi geri çekilme gibi durumlarda en büyük sorunlardan biriydi. Bugün hepimizin tatil dendiğinde aklımıza gelen deniz, yüzmek, kum, güneş… Yüzmek nasıl bu kadar çok yaygınlaştı? Hangi coğrafyalarda nasıl biliniyordu? Pek de akıl kârı olmayan, vaktin çoğunu sıcakta pişip, sonra denize atlamak olarak geçirilen tatil fikri ne zamandan beri yaygın?
Tanıl Bora: Yüzmeyle ilgili en ufak bir olumsuz imaya bile gelemem! On küsur yıldır, sadece yazları değil, her hafta iki gün yüzüyorum. (Tabii havuzda. Ankara'dan bildiriyorum!) Yüzmenin insan bedenine en iyi gelen, insan ruhuna en iyi gelen faaliyetlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu dünyaya suyun içinden çıkıp geldiğimizi unutmayın! 2007 Temmuz'unda Radikal'de 'yüzmeye övgü' mahiyetinde iki üç yazı yazmıştım (Google'dan bulunabilir). Orada da bahsetmiştim, yüzme Antik Yunan'da dahi spor sayılmıyordu, orta çağda da alt sınıflara mahsus pis, tehlikeli ve adi bir uğraş addediliyordu. Ancak 18'inci yüzyılda, hijyen anlayışının da değişmesiyle, 'sıhhi ve faydalı' bulunmaya başlandı. Akabinde, hem eğlence hem spor olarak gelişti.
Bir yüzme tutkunu olarak, o dediğiniz gibi denizi güneşlenme arası duş olarak kullananlara, denize küvet muamelesi yapanlara, 'efendi gibi' yüzmeyenlere, koca oğlanlar gibi şap şup denize atlayanlara ben de gıcık olurum. Ama bu gıcıklığımdan da mahcup olurum. Herkes yüzücü olmak zorunda değil. Allah'ın denizidir, kirletmedikten ve etrafı huzursuz etmedikten sonra, isteyen istediği gibi çimer.
Buraya kadar öğretilmiş dinlenme şekillerine ince ince vurgu yaptım. Kişisel bir soru sorayım, siz nasıl dinlenirsiniz? Güneye yerleşme fikriniz varsa birkaç öneri alabiliriz.
Tanıl Bora: Nasıl dinlenirim? Değişik bir şeyler okuyarak, eş dost arkadaş görüp sohbet ederek, film seyrederek, maç seyrederek, sabah biraz fazladan uyuyarak. ('Fakirin tatili uykudur' derler. Yoksul olmayanın da hiza alması gereken bir hikmet.) Güney'e değil Kuzey'e yerleşmeyi düşünüyorum, Karadeniz'e! Sıcaktan çok rahatsız olurum, Güney'in gevşekliği acul ruhuma uygun değil. Beş yıl kadar sonra, Ankara'yla bağı tamamen kopartmadan, Doğu Karadeniz'e, Akçakoca'ya yerleşme planımız var eşimle.
#Sayfa#
Babası çok başarılı bir mimar olan bir arkadaşım şöyle demişti: Babam, izin alır, bizi tatile gönderir fakat kendisi gelmezdi. Onun için tatil, günlük koşuşturmacada vakit ayırmadığı, derinleşemediği projelerine eğilmek demekti, nitekim birçok ünlü projesi de bu zaman dilimlerindeki derin düşüncelerden doğdu. Tatil fırsatları hepimiz için aynı değil galiba?
Tanıl Bora: Nöropsikolojik bir hakikat bu: Zihin, dinlendiği zaman aslında başka bir çalışma devresine geçiyor, dipte köşede kalmış yarım fikirler dinlenirken demleniyor. İlham dediğiniz şey, çok defa, dinlenirken 'çıkan' fikirlerdir. Bir şeylerin çıkabilmesi için tabii önceden oraya bir şeyler ekilmiş dikilmiş olması gerek! Çalışacaksınız, okuyacaksınız, araştıracaksınız, düşüneceksiniz, kafa yoracaksınız ama arada da zihninizi 'salacaksınız'. Çalışmayla dinlenme arasında anlamlı ve verimli bir alışveriş, bir tür denge aslında aradığımız.
Son olarak bir şeyi çok merak ediyorum, sizce, alışkanlıklarına ve ritimlerine bakarak 'yazlıkçılar'; içine aldığı kimlikleri bir potada eriten, eşit, sınıfsız ve terlikli bir toplum olma yolunda oluşturulmuş bir üst kimlik olabilir mi?
Tanıl Bora: Mayo-terlik ihramına bürünmek insanları yalınlaştırıyor, sadeleştiriyor, böylece herkesi 'bir' mi yapıyor yani acaba? O kadar da imtiyazsız, sınıfsız bir kitle değil ama aslına bakarsanız: 'Laylon' şıpıdıkla marka terlik ('taşlısı' bile var!) bir olur mu hiç! Çok yeni de değil bu, yazlıkçılar arasında sınıfsal farklar, en 'yalın' hallerinde bile öteden beri mevcuttu. Velhasıl, aranan üst kimlik burada da bulunamamıştır!
Tanıl Bora kimdir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Yazar, yayıncı, çevirmen, editör. Birikim dergisinde yazıyor. İletişim Yayınları'nda araştırma-inceleme dizisi editörlüğünü yürütüyor. Üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum ve Bilim'in yayın yönetmenliğini yapıyor. Fuıtbolla yakından ilgileniyor ve Radikal gazetesinde haftalık futbol yazıları yazıyor. Ağırlıklı çalışma alanı: Türkiye'de siyasal düşünceler, özellikle sağ ideolojiler ve milliyetçiliktir. Devlet Ocak Dergah, Medeniyet Kaybı: Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar, Türkiye'nin Linç Rejimi gibi çok konuşulan kitaplarının yanı sıra Gençlerbirliği Spor Kulübü'nün tarihini anlatan Ankara Rüzgarı - Gençlerbirliği Tarihi adlı bir çalışması var. Kitapları, derlemeleri, makaleleriyle oldukça geniş bir külliyata sahip olan yazarı tanıyan herkes onu şu kelimelerle anlatıyor. Birikimli, kibar, mütevazi, samimi, enerji dolu.