Edebiyatımızın en önemli isimlerinden birisi, aynı zamanda Milli Mücadele döneminin en aktif kadınıydı. Önce İttihatçılar, sonra işgal kuvvetleri ve en son da cumhuriyet yönetimi tarafından ölümle tehdit edildi, sürgüne gönderildi ya da kaçmak zorunda bırakıldı. Asi karakteri ona belki başka kimsenin yaşamadığı maceralarla ve mücadelelerle dolu, zor ancak çok renkli bir hayat hediye etti. 9 Ocak 1964’te 80 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, ardında onlarca eser ve mücadelelerle geçen bir yaşam bırakmıştı.
Halide Edip Adıvar deyince hepimizin kafasında bir resim belirir. İlkokul yıllarından itibaren kimimiz ders kitaplarında kimimiz doğum günümüzde gelen bir Halide Edip romanıyla ya da tek kanallı yılların Türk filmlerine konu olmuş eserleriyle onu az çok tanıyacak bilgiye sahibizdir. Uzun yaşamında yakın dönem Türk siyasi tarihinin en önemli dönemeçlerine şahitlik etmekle kalmayıp onlarla birebir özdeşleşmiş, çok yapıt vermiş, döneminin sosyal yaşantısını birebir yansıtmış, üzerinde çok durulmuş, pek çok, belki en çok tartışılmış, övgülere mazhar olduğu kadar eleştirilere de maruz kalan kadın yazarımızdır. Ama bunlar, kimi siyasal nedenlerle toplumumuzda zamanla göz ardı edilmiş olsa da, o yine de kendine has kimliğinden hiçbir şey yitirmemiştir. Onun bu kimliği, hiçbir kadın yazarımızın bugüne dek ulaşamadığı bir güce ve etkiye sahiptir. Hayatın her alanında kendini göstermiş bu mücadeleci kadın, kendinden sonra gelenlere de örnek olacak bir hayat sergilemiştir. Enteresandır ki siyasi duruşu ve fikirleri her dönem güçlü çevreyi rahatsız etmiş, hayatı sürgünlerle ve idam kararlarıyla geçmiştir. Ancak bunların hiçbiri onu içindeki mücadele gücünden, fikriyatından ve duruşundan döndürememiştir.
1884 yılında İstanbul Beşiktaş'ta çoğunlukla gayrimüslimlerin yaşadığı mahallede mor salkımlı bir konakta dünyaya geldi Halide. Babası erkek çocuk beklediğinden ismini Halit olarak düşünmüştü ancak doğan çocuk kız olunca bebeğe Halide adını verdi. Babası, II. Abdülhamit devrinde Ceyb-i Hümayun (Padişah Hazinesi) kâtipliği, Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapan Mehmet Edip Bey, annesi Fatma Berifem Hanım'dır. Annesini küçük yaşta veremden kaybeden Halide, yaşını büyüterek girdiği Amerikan Lisesi'nden kısa bir süre sonra padişahın 'Hıristiyan okullarında Müslüman öğrencilerin okuyamayacağı' emri ile alınmış, evde özel ders görmeye başlamıştı. Küçük yaşta İngilizce öğrenirken Amerikalı çocuk kitapları yazarı Jacob Abbott'un Ana adlı eserini çevirdi. Kitap 1897'de basıldı. 1899 yılında bu çeviri nedeniyle II. Abdülhamit tarafından 'Şefkat Nişanı' ile ödüllendirildi. Daha sonra koleje geri dönerek İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayan Halide Edip, Üsküdar Amerikan Lisesi'nden diploma alan ilk Müslüman kadın olmuştur. Doğu ve Batı eğitimini bir arada alan Halide, hayatında bunun çok faydasını gördü. Halide'nin gençliği Osmanlı'nın Batılılaşma sancılarıyla geçti. Madam Livardi'den İtalyan musikisinin derin ruhunu, Şükrü Efendi'den Arapçanın engin dünyasını, bir İngiliz hocadan da İngiliz Edebiyatı'nı, Shakespeare'i ve Eliott'u öğrenen Halide, bu çok renkli dünyasında babasının çok eşli hayatına anlam veremeyecek, yıllar sonra kendisinin de aynı acıları yaşayacağından habersiz bu acılara ortak olacaktı.
Halide Edip, kolejin son sınıfında iken zekâsına hayran olduğu matematik öğretmeni Salih Zeki Bey ile evlendi. Salih Zeki, Halide'ye yazdığı ilmi mektuplardan birine 'Benimle evlenir misin?' sorusunu eklemiş ve Halide, babasının tüm itirazına rağmen tereddütsüz bu teklifi kabul etmişti. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-u Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola'nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi Shakespeare'e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan 16 ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında Batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermişti.
Meşrutiyet'in ilanı Halide ve Salih Zeki'nin evinde de büyük bir memnuniyetle karşılandı. Meşrutiyet kutlamaları için o gün sokağa çıkan Halide, bir daha evine girmedi. Sahibi olduğu bilgi birikimiyle hayatının geri kalan kısmını sokaklarda, yaşamın içinde, savaşlarda ve sürgünlerde geçirecekti.
Sürgünde geçen yıllar
Tevfik Fikret'in çıkarttığı Tanin gazetesinde Halide Salih imzasıyla yazılar yazan Halide, kadınların sosyal hayatta etkin olmasını hoş karşılamayan kesimler tarafından tepki alıyordu. Ölüm tehditleri gönderenler bir süre sonra evinin kapısına dayandılar. Osmanlı halkının bundan sonra yaşayacaklarını derinden etkileyen 31 Mart Vakası başlamıştı. Bugün bile tam aydınlanamayan vakada ayaklanan kalabalık, toplumu dinden çıkartmakla suçladığı İttihatçı yöneticileri hedef almıştı. Hedef isimlerden biri de Tanin gazetesi yazarı Halide Edip idi. İsyancıların ölüm listesindeki Halide'ye Özbekler Tekkesi yardım etti. Ne gariptir ki bu tekke tam 10 yıl sonra bu kez işgal kuvvetlerinin ölüm listesinde olan Halide'ye İstanbul'dan kaçmasında yine yardımcı olacaktı. İki çocuğu ile beraber Mısır'a yola çıkan Halide'nin bu ilk sürgünüydü. İstanbul'da iken kaleme aldığı İngilizce yazıları Londra'da çeşitli yerlerde yayınlanmış olan Halide bu entelektüel ününden de faydalanarak Mısırdan İngiltere'ye geçti. Batı ile bu ilk tanışmasında Halide İngiliz Parlamentosu'na ve Oxford Üniversitesi'ne hayran kalacaktı. İsyan bastırılınca vatana geri döndü. Döndüğünde ilk kez açılan kız öğretmen okullarında ders vermeye başladı ve bunu uzun yıllar sürdürdü.
12 yıl süren Trablusgarp Savaşı günlük hayatı da etkilemiş, koca imparatorluk çöküşe girmişti. Savaşın başladığı ilk yıl Halide'nin de hayatında büyük değişiklikler olacak, çok büyük bir aşkla sevdiği kocası ikinci bir eş almak istediğinde çok eşliliğe şiddetle karşı çıkan Halide bu konuda taviz veremeyeceğinden boşanmak zorunda kalacaktı. O yılı acılar içinde geçirecekti ve Salih Zeki'den hep ilk ve tek aşkı olarak bahsedecekti. İkinci kez evlendiği ve onu büyük bir aşkla seven Adnan Adıvar dahi onu unutmasını mümkün kılmamıştı.
Balkan Savaşları sırasında gönüllü hastabakıcılık yapan Halide Edip, vatan sevgisini ve milliyetçi duygularının yoğunluğunu çok derinden hissediyordu. Balkan Savaşları'nın intikamını almak isteyen İttihatçılar Birinci Dünya Savaşı'na girecek ve İmparatorluk bu kez kurtulamayacağı bir bataklığa saplanacaktı. Halide de bu kez ölüm fermanından kurtulmak için bütün vatansever milliyetçi güçler gibi Anadolu'ya geçecekti.
1900'lü yılların başında herkesin kabul ettiği bir gerçek vardı: İmparatorluk dağılıyordu. Bütün dünya Türklerinin birleşerek kuracağı 'Büyük Turan Devleti' de Ziya Gökalp ile birlikte o dönemin aydınlarının ürettiği en büyük idealdi. Bu ideal Birinci Dünya Savaşı'na gözü kapalı girilmesini sağladı. Savaş tüm şiddeti ile sürerken kadınlar da cephenin gerisinde neredeyse tüm hayatı idare ediyorlardı. İlk feminist kadın derneği bu dönemde kuruldu. Gazeteler her geçen gün kadın yazar kadrosunu genişletiyordu. Bu yıllarda üniversiteler kız öğrencilere kapılarını ilk kez açtı (Amerika ve pek çok kuzey Avrupa ülkesinden sonra). 1917'de çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi ile kadınlar ilk kez boşanma hakkını elde etti.
Halide Edip, Cemal Paşa'dan aldığı teklifle eğitim alanında gönüllü çalışmak için Suriye'ye ve Lübnan'a gitti. Lübnan'da Ayn Tura adında bir yetimhane açtı. Türk, Arap ve Ermeni yetim çocukların barındığı bu okulu hayatının en büyük işlerinden biri olarak gördü. Halide 1917'de Suriye'de iken babasına verdiği vekâletle Dr. Adnan Bey'le evlendi. Adnan Bey'in Halide'ye duyduğu tek taraflı ve büyük aşk ölümüne kadar sürecek, Halide onun hayatındaki büyük yerini ancak ölümünden sonra anlayacak fakat sevgisini ifade etmek için geç kalmış olacaktı.
İstanbul'a dönüş ve Anadolu'ya kaçış
Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedilmesi üzerine Halide İstanbul'a geri döndü. İzmir'in Yunanlılarca işgali nedeniyle her yerde protesto mitingleri düzenleniyordu. Sultanahmet'te düzenlenen en büyük mitingde Halide'nin yaptığı etkili konuşma beyinlere kazınacaktı. "Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımız" sözünü o gün orada olan herkese ezberletti. Bu konuşmadan etkilenen binlerce kişi savaşa gönüllü olarak katılacaktı. Ancak bu konuşma onun işgal kuvvetlerince imzalanan ölüm fermanı oldu. Kılık değiştirerek Anadolu'ya kaçarken çocuklarını Robert Koleji'nde yatılı bırakmıştı. Bir tehlike halinde Amerika'ya gönderileceklerdi ve o tehlike gerçekleşti. Çocuklar Amerika'ya gitti ve annelerini tekrar dokuz sene sonra görebildiler. Ruhen perişan olan Halide, büyük zorluklarla Ankara'ya ulaştığında onu karşılayan kişi Mustafa Kemal olacaktı.
Zor şartlar altında meclis açıldı ve Milli Mücadele başladı. İsmet Paşa komutasında cepheye giden Halide de onbaşı rütbesi almış, bir yandan silah talimleri bir yandan hasta bakıcılık yapıyordu. Savaş Halide için çok zor ve acılı geçti. Yunanlıların mağlubiyeti ile İzmir'e giden Mustafa Kemal'in şehre girerken yanında Halide de vardı. Hiç şüphesiz Halide Milli Mücadele'nin her bakımdan en önemli kadın figürüydü.
Milli Mücadele başarıyla sona ermiş, düşmanlar bertaraf edilmişti ancak mücadele bu sefer şekil değiştirecek ve iç çekişmeler yaşanacaktı. Mustafa Kemal'in otoriterleştiğini iddia edenlere bunun isnatsız olduğu cevabı veriliyordu. İstikrarlı bir yönetim için muhalefetin bir müddet desteğinin gerektiği söyleniyordu. Ancak Trabzon milletvekili Ali Şükrü, faili meçhul bir cinayete kurban gidince ipler tamamen koptu. Meclis seçim kararı aldı ve kapandı. Yeni seçime hiçbir muhalif isim giremedi. Yeni meclisin aldığı radikal reform kararlarına muhalefet eden Milli Mücadele grubu yeni bir parti kurmaya karar verdi. Kurulacak partide (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) Halide'nin eşi Dr. Adnan da vardı. Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yürüttüğü arkadaşlarından ayrılmıştı. 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın da rolü olduğu iddia edilerek, parti kuruluşundan sadece altı ay sonra kapatıldı. Bir yıl sonra Mustafa Kemal'e düzenlenen suikast girişiminden sonra olayların dozajı arttı. İstiklal Mahkemesi tarafından Halide ve Adnan için tutuklama kararı çıkarıldı. Tehlikeyi evvelden fark eden karı koca suikasttan bir süre önce Rauf Orbay gibi yurt dışına çıkmıştı. Muhalefetin tasfiyesi sırasında sürgüne giden Halide için pek çok kitapta sağlık sorunları ya da eğitim için yurt dışına gittiği yazılmıştır.
Mustafa Kemal meclis kürsüsünde yaptığı konuşmasında birtakım kişileri hainlikle suçladı ve buna da delil olarak yedi yıl önce Halide'nin kendisine yazdığı "Ehven-i şer Amerikan mandasıdır" ifadesinin geçtiği mektubu delil gösterdi. Oysaki o dönemde bu fikri tek savunan Halide değildi, İsmet Paşa bile bu fikre ilgisiz kalmamıştı. Tarihsel bağlam çerçevesinde düşünüldüğünde Amerikan mandası meselesi rasyoneldi. Nihayetinde o dönemde Türkiye yoktu, Osmanlı yenik düşmüştü ve savaşa tarafsız giren Amerika gibi güçlü bir ülkenin desteğine ihtiyaç vardı. Ancak Mustafa Kemal birçok kişi gibi Halide'yi de manda taraftarı ilan etti. Halide ölünceye dek Amerikan mandasını savunmakla suçlandı. Bu suçlamadan çocukları ve torunları da etkilendi.
Halide ve Dr. Adnan, uğruna savaştıkları bağımsız ülkenin tadına varamadan 14 yıl sürecek sürgün hayatına başlayacaklardı. Avrupa'da ilk durakları Viyana olacak, sonra diyar diyar gezeceklerdi. İçlerinde kırgınlık ve hüzün taşırken, Halide çalışmaktan bir an bile geri durmadı. Paris'te, Amerika'da ve hatta Hindistan'da çalışmalarını sürdürdü, konferanslar verdi, kitaplar yazdı. İngiltere'de kendisi ve arkadaşları hakkında çıkarılan 'mandacılık, cumhuriyet aleyhtarlığı ve hainlik' suçlamalarına cevap vermek için anılarının ikinci cildini yazmaya karar verdi. Yazdıklarının Avrupa'da okunabilmesi ve Türkiye'de yayınlatma olanağı olmayacağı için İngilizce yazdı. Kitaba Turkish Ordeal (Türkün Ateşle İmtihanı) ismini verdi.
1960 yılında kitabı Türkçeye çevirdiğinde Mustafa Kemal'e yönelik sert eleştirileri kitabına koymadı. Sürgün yıllarında dünyanın en ünlü Türk kadını sıfatıyla Amerika'ya davet edildi ve orada Türkiye'yi anlattı. Konuşması çok ilgi uyandırdı. Davet üzerine gittiği Hindistan'da bağımsızlık mücadelesine destek verdi. Başyapıtı sayılan Sinekli Bakkal romanını sürgün yıllarında yazdı. Zaman zaman Türkiye'den ziyarete gelenler olurdu. Ancak bu ziyaretler Türk Büyükelçiliği tarafından takibe alınır, bu da hem Halide'ye hem de Dr. Adnan'a üzüntü verirdi.
Halide vatanına ilk kez 10 sene sonra torunu Ömer'i görmeye geldi. Çocukları ve torunu ile hasret giderdikten sonra tekrar Londra'ya döndü. Halide'nin sürgünü ancak Atatürk'ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İnönü'nün davetiyle 1939 yılında, tam 14 sene sonra son bulacaktı.
Dr. Adnan, İslam Ansiklopedisi'nde çalışmaya başlamıştı. Halide de İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Kürsüsü'nün başkanlığına getirildi. O yıla kadar profesör unvanını taşıyan ilk kadındı.
Yaşadığı hayat Halide'yi zor ve sert bir kadın haline getirmişti. Bu arada dünya değişiyor, Türkiye de çok partili hayata geçiyordu. Bu durum, kadınları savaştan sonra döndükleri evlerinden tekrar siyasi ve sosyal yaşama çekiyordu. 10 yıldır üniversitede görevini sürdüren Halide, Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili seçildi. Ancak burada da Amerikan mandacılığı ile suçlandı ve istifa ederek üniversiteye geri döndü.
Halide hayatının en acı günlerinden birini İstanbul'a döndükten bir yıl sonra yaşayacak, hayat arkadaşını kaybedecekti. Bu ona sonsuz bir ıstırap verdi. Hayatının geri kalanında çalışmalarına devam ederken dönem dönem ağır buhranlar geçirdi.
9 Ocak 1964'te 80 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, ardında onlarca eser ve mücadelelerle geçen bir yaşam bırakmıştı. Hayatının her dakikası ideallerle, mücadeleyle geçmiş, ideallerini gerçekleştirmek uğruna üç kez ayrı ayrı nedenler dolayısıyla sürgün edilmişti. Sanatı ve yetenekleri herkes tarafından saygı gördü. Örnek ve zorlu bir yaşam sürdü. Asi karakteri ona belki başka kimsenin yaşamadığı maceralarla ve mücadelelerle dolu, zor ancak çok renkli bir hayat hediye etti.