Darbenin en genç ve en masum kurbanlarıydı onlar. Kimi ortaokulda, kimi lisede bu toplumsal linç ve yok etme programının ilk ve en savunmasız muhatapları oldular. Üzerinden 18 yıl geçtikten sonra, o günlere dair söylenmesi gereken çok fazla söz olduğunu fark ettiler. Biz de Lacivert ekibi olarak bu sohbeti, katılımcıların isimlerini belirtmeden yorumsuz olarak sizlere takdim ediyoruz:
Selamlar arkadaşlar, önce kısaca 28 Şubat'la ilgili düşüncenizi sorayım, nasıl tanıştınız, size neler yaşattı?
T: Benim için 28 Şubat, başörtüsü yasağı demekti. Lisede tanıştım, üniversitede devam etti. Lisede yasakla ilk karşılaştığımızda ilk günler okula giremedik. Aylarca eylem yaptık. Ama bir müddet sonra aldığımız raporlar bitti. Yasal bir dayanağımız kalmamıştı. Raporlar bitince saçımı kazıttım. 9'da başlayan derse erkenden saat 7'de geliyordum. Gizlice içeri giriyordum. Bir gün 18 Mart mı neydi, "tören olacak, herkes aşağı insin" dediler. Koştum, tuvalete saklandım. Bir metrekare bile değildi tuvalet. Okulun içinde sivil polisler oluyordu normalde. Öğretmen olmayan, kim olduğunu bilmediğimiz kimseler dolaşıyordu.
Nerden anladınız sivil polis olduklarını?
T: Öyle demişlerdi. Törene inmemek için tuvalete saklandığımızı biliyorlardı. Gelip öğrenci avı yapıyor, kapılara vuruyorlardı. Erkekler, kız öğrenci tuvaletinde hem de. Üstelik imam hatip lisesinde. Benim bulunduğum kata da geldiler. Nefesimi tutmuş bekliyordum. Bir yandan da içeriden ayağımla kapıya baskı yapıyordum. Neyse ki benim olduğum tuvalete gelmediler. Ertesi gün, daha fazla dayanamayacağımı anladım, okulu, dershaneyi, her şeyi bıraktım. Yazın Ağustos'ta 15-20 gün okula gittik. Kurs gibi. Başımızı açtık ama hep bayan hoca vardı.
S: Ben hiç açmadım, sene kaybı oldu, yıllarca… Ama açmadım. Özel bir kolejin ortaokul bölümündeydim. Bir gün müdür derse geldi, aynı katta bulunan bir lise sınıfına her hafta Milli Güvenlik dersi için bir asker geliyormuş. O geldiği zaman herkesin başını açması istendi. O asker geldiğinde ben ve ikiz kardeşim tuvalete saklanırdık. Dört, beş saat kendimizi tuvalete kilitlerdik. Bizim sınıfta bunu yapan sadece ben ve ikiz kardeşimdi. Diğerleri hemen açılmışlardı ve bu da bizim canımızı çok sıkmıştı. Önceleri haftada bir gün okula gelmemeye başladık. Sonra zaman geçtikçe yasağın alanı genişledi. Hep açmamız istendi, biz de okulu bıraktık. Açık liseden devam ettik.
Bütün lise hayatı böyle mi geçti?
S: Evet, liseyi açık öğretimden bitirdim. Üniversite sınavında tekrar başörtüsü yasağı ile karşılaştık. Açmak istemedim, tam dört sene ara verdim. 2006 yılında bazı okullarda uygulamanın gevşediğine dair bir söylenti duymuştum. O sene sınava Çapa Üniversitesi binası düştü ne yazık ki. Uygulama çok katıydı, sınavdan evvel uyarıldım, direnince yaka paça iki adamın koluma girmesi ile birlikte dışarı atıldım, boyum kısa olduğu için ayaklarım yere basmıyordu, kendimi binanın önündeki çimenlerin üzerinde buldum. 2007'de uygulama yine biraz rahatlamıştı, tekrar sınava girmeyi denedim, başörtümün üzerine takmak için kuş kadar bir peruk almıştım mahalle kuaföründen. Beni öyle sınava aldılar. En kenarda oturuyordum ve oturduğum sıra gıcırdıyordu. Sınavdan çok sırayı gıcırdatıp dikkat çekmemeyİ düşünüyordum. Sonra ansızın peruktan yüzüme bir hamamböceğinin yürüdüğünü hissettim. Normalde çığlık çığlık bağıracağım bir olay olmasına rağmen sükunetle böceği yüzümden attım. O şekilde bir özel üniversiteyi kazandım ve makûs talihimi yendim. Üniversiteye başladığım sene yasaklar hafiflemişti ve başörtülü okuyabildim. Yıllar sonra…
Özel üniversitede burslu mu okudun?
S: Hayır, babam okuttu.
Peki o halde neden bu kadar çok sene kaybetmek yerine yurt dışına gidip okumayı tercih etmedin?
S: Babam tüccardı, durumumuz vardı, ama o zamanlar ailemiz için tek başına gidip yurt dışında okumamız kabul edilemez bir şeydi. Annemi yeni kaybetmiştik. Bizim ailelerimizde bunlar kabul edilemez şeylerdi. Sonra ablam ve ben yurt dışına çıktık, zamanla kabullenildi. Yani bir tercih meselesi değildi.
X: Benim ailemin yurt dışında veya özel okulda okutacak durumu yoktu. Tam üç sene hiçbir yeri tercih etmeden bekledim. İmam hatip lisesini bitirmiştim. Hem katsayı hem başörtüsü mağduruydum. Hayatımın en güzel yıllarında yaşıtlarım üniversiteye giderken, harıl harıl ödev yaparken, ben boş boş oturuyor, yeteneğimin olmadığı kurslara gidiyor, ebru, hat filan öğrenmeye çalışıyordum. Zamanla ailemle de aramda bir gerginlik oluştu. Ailemin umut kaynağı idim. Annem daha sonra okuldan ayrılmadığım için beni suçladı. Hep o zamana kadar başarılı bir çocuk olmuşsun ama bir anda başarısızlığa mahkûm oluyorsun ve önce çevren seni suçluyor. Ben de bir noktada bu duruma bir son verdim ve tekrar sınava girdim. İyi bir sayısal öğrencisi olmama rağmen Anadolu'da iki yıllık bir okula yerleştim. Hiç unutmam, okula başlamadan evvel annemle peruk almaya gitmiştik Tarlabaşı'na. O perukla seri katil izlenimi veriyordum.
Sen sıfır peruk almışsın yani, diğer arkadaş gibi ikinci el peruk değil. (Gülerek)
X: Evet, üstelik iki dükkân bile gezdim, dükkânların kapısında 'Türbanlı peruğu bulunur' yazıyordu. O peruğu ailemizden tam üç kuşak üniversiteli kullandı. (Gülerek)
S: İşte aradaki farka bakın. Hanım kız dediğin peruğunu gider kendi beğenir alır. Ben de gitmeden bir tarasaymışım, bitini, böceğini arındırsaymışım… (Toplu gülüşme)
X: Okulda peruğu kafana takar takmaz zaten doğrudan 30 yaşına basıyorsun. Bir gün lavaboda kızın teki bana "A sen peruk mu takıyorsun?" dedi. "Ben başörtülüyüm" dedim. "Ben seni lösemili zannetmiştim" dedi. Başını açan kızlar da vardı, lavabodan birbirimizi biliyorduk ama hepimizde bir tutukluk vardı, özellikle iyi puanlarla imam hatip lisesinden gelenler, kendimizi bulunduğumuz ortamda konumlandıramıyorduk.
Ne okudun peki o okulda, bitirdin mi?
X: Hiç ama hiç sevmediğim bir şey okudum, bilgisayar programcılığı. Sonra grafik tasarım öğrenip piyasada işler yaptım. Boş geçen yıllarımda ise kayda değer hiçbir şey yapmadım. Saçma sapan geçti.
T: Ben de şehir dışında iki yıllık okudum, sonra İstanbul'un çok gözde bir Güzel Sanatlar Fakültesi'ne dikey geçiş yaptım. Okurken okulda çevremle hiçbir irtibatım yoktu. Bir an evvel bitmesi gereken bir sürgün yeri gibi görüyordum orayı. 49 sayısal net yaparak buraya gelmiştim.
Güzel Sanatlar Fakültesi'nde sıkıntı olmadı mı kimliğin, imam hatipli olman?
T: Beklediğim gibi bir sorunla karşılaşmadım. Bana özel bir tavır yoktu. Burası klasik akademinin dışında bir okuldu. Ama şöyle şeyler olurdu; imam hatipli olduğum için hiç film izlemediğim, film izleme alışkanlığımın olmadığı düşünülürdü. Hep ben iyi olmak zorundaydım. Bir sorun çıkarmadım ve kendimi ispat ettim. Ama biz hep kendimizi ispat eden taraf olmalıydık.
Başka nasıl tepkiler oluyordu?
X: Ben şimdi anlıyorum, o yıllarda kendimi sürekli başka insanlara kanıtlamaya çalışıyordum. Ben hep iyi olmalıydım. Kabullenilme arzusu ile çok hoşgörülü olmuştum.
M: Benim okuduğum imam hatip, İstanbul'un lüks bir muhitindeydi, her dağıldığımızda hepimize "Fadime Şahin" diye bağırırlardı. Ortaokuldaydık. Bundan çok etkilenirdik. "Neler var o başörtünün altında" derlerdi. Kadıköy'de bir kitapçıda "sen bunları ne okuyorsun, git bilmem ne ol" demişlerdi bana, ağlayarak çıkmıştım. Çok çaresizdik. O zamanlar sadece ağlayabiliyordum, şimdi çok tepki veriyorum. Bu kabullenilme arzusu ile çok başarılı olma saplantısı bende de vardı.
Z: Ben de o zamanlar bir şey diyemiyordum, artık çok tepki veriyorum, bir plazanın asansöründe bana ve bir arkadaşıma hakaret eden bir kişiyi şahitlerimizle beraber mahkemeye verdik, üçüncü davamız görülecek.
S: Yalnız bu bilinç şimdi şimdi yerleşti. Kayda alma, hakkını arama… Mesela; benim annem çarşaflı bir kadındı. Bir gün annem pazara çıkmış. Pazarda alışveriş yaparken bir kadın ona dik dik bakmış ve annemi hırsızlıkla suçlamış. Polisler gelmiş, karakola götürmüşler. Kadın kendisi ile beraber alışveriş yapan çarşaflı kadına dayanamıyor, adeta onu yok etmek istiyor. Üstünü aramışlar, bir şey bulamamışlar, başka gören yok. Babam geliyor, yalvar yakar annemi götürüyor. Annem üç gün ağlamıştı, bir yıl kadar da asosyalleşmişti.
M: Ben her kesime karşı çok tepkisel bir insan oldum. Zira o dönemde hayattaki en büyük sıkıntım, imam hatip lisesinden kendi irademle ayrılmamak oldu. Çok pişman oldum bundan. Çünkü bizim ailelerimize ve bize "çocuklarınızı okuldan almayın, imam hatiplere sahip çıkın" diyenler, önce koşarak kendi çocuklarını okuldan aldılar, ya özel üniversiteye gönderdiler veya yurt dışında okuttular. Ben imam hatipten ayrılmayarak bir davaya hizmet ettiğimi, dik durduğumu, bana yapılan baskıya boyun eğmediğimi düşünüyordum ama okulu bitirince fark ettim ki; bize bunları söyleyenlerin çocuklarının yerleri varmış, bizlerin, binlercesinin yeri yokmuş.
Peki başörtüsü sorununu aşabilecek miydin katsayı sorununu aşabilsen?
M: Ben hep açarak okudum zaten. Bugün geriye dönüp baktığımda görüyorum ki dava denen şey, bizim küçücük omuzlarımıza kalmış.
Hâlâ imam hatipli olmakla ilgili böyle mi düşünüyorsun?
M: Hayır, geldiğim mutlu son açısından doğru bir şey yaptığımı biliyorum.
Nedir o mutlu son?
M: İki yıllık bir okul bitirdim, ardından dört yıllığa geçiş yaptım ben de. Sonra yüksek lisans da yaptım. Ama ben de bir sürü vakit kaybettim. Yurt dışına gitmek istemiştim. Hem ailem sıcak bakmıyor hem de zaten finanse edecek durumumuz bulunmuyordu. Ben bütün bir yıl İngilizce çalıştım ve TOEFL aldım. Yurt dışında bir okuldan kabul almayı da başardım. En son çevremden burs görüşmeleri yapıyordum. Okulda iken başarılı bir öğrenciydim. Muhakkak destek olunacağını düşünüyordum. Bana diğer öğrenciler gibi Viyana'ya gitmeyi teklif ettiler. İngilizceye çok emek vermiş ve zaman kaybetmiştim. Bir daha sıfırdan dilini hiç bilmediğim bir memlekete gitmek istemiyordum. Nitekim gidenler de dil öğrenme ile ancak on senede bitirebildiler. Ben İngiltere, Amerika gibi bir ülkeye gitmek istiyordum. Burs için görüştüğüm muhafazakâr kuruluşlarda karşıma şöyle bir şey çıktı: "Biz kız çocuklarının tek başına bu ülkelere gitmelerini istemiyoruz." Burs alamadım yani. Dünyam başıma yıkılmıştı. İmam hatipli, başörtülü derken bir de karşıma dindarlar tarafından kız çocuğu olmak çıkarılmıştı.
Ne yaptın peki?
M: Tekrar sınava hazırlandım ve iki yıllık bir okul bitirdim. Oradan da dikey geçiş yaptım. İki yıllık okulda okurken hafta sonları kendimi yetiştirmek üzere bir vakfa gidiyordum. O vakıfta gittiğim bir felsefe atölyesinde, iki yıllık okulda okuduğumu öğrenen hoca, "Aferin, hem böyle bir okuldasın hem de felsefe ile ilgileniyorsun" demişti. Benimle beraber sınıfta hep çeşitli üniversitelerden felsefe öğrencileri vardı. Hâlbuki benim üniversite sınavına ilk giriş puanım Türkiye'deki bütün felsefe bölümlerine girmeye yetiyordu. Orayı terk ettiğimi ve bir daha gitmediğimi biliyorum. Bir gün de ben, dikey geçiş yaptıktan sonra özel bir üniversitede okuyan bir arkadaşımla, ilahiyat fakültesindeki bir hocayı ziyarete gitmiştik. Orada hoca bize okullarımızı sordu. Ben bilinen yüksek puanlı bir okulda okuyordum, o ise özel bir okulda sosyoloji okuyordu. İkimiz de imam hatip lisesi mezunuyduk. Hoca ikimize baktı ve bana "bravo" dedi. Ben bunca yıl sonra hâlâ birinci sınıftaydım, arkadaşım ise mezun olmak üzereydi. Bir an düşündüm, bunlar da dindar insanlardı. Katsayı, başörtüsü sorunu, bunları hiç duymamış olabilirler miydi? En yakın çevremiz, olaylara şahit olanlar, hatta ailemiz bile bunları bizim suçumuz gibi kabul ediyordu. Sanki herkes yaşananları unutmuş ve bizler lanetlenmiştik.
Z: Benim ailemde durum biraz farklı. Çünkü çok bilinçliydiler. Sonradan İslam'a dönüş yapmış bir ailenin çocuğuydum. Ailemde hep ya Robert ya Galatasaray Liseliler var. Saplantı gibi bir şey. Ama ailem beni bilinçli olarak göndermişti zaten imam hatip lisesine. İlk başörtüsü sorununu ise 14 yaşımda fen lisesi sınavından fiziksel şiddet de görerek yaka paça atıldığımda yaşadım. Sonra lisede yasak başladı. Terörle mücadele ekibi geliyordu bizimle mücadele etmek için. Çatılara keskin nişancılar yerleştiriliyor. Neredeyse bir öğrenciye üç polis düşüyordu. Bir de bize şöyle diyorlardı: "Solcu olsaydınız sizi yerlerde sürüklerdik şimdi…" Sanki solcuları yerlerde sürüklemek normal bir uygulamaymış gibi… Lise 1... Hakkımızda zabıt tutuluyor. Ben eylem amigoluğu yapıyordum o zamanlar, aslında bir yandan da oyun gibi geliyordu. Üstelik medyanın da hiçbir ilgisi yoktu. Sadece o dönemde STV ve Kanal 7 kamerası geliyordu. Bir gün gözümüzün önünde bu iki kamerayı kırmıştı polisler. Bizlerse imza toplayıp sesimizi duyurmaya çalışıyorduk, her gün kapıdaydık. Babamı bir gün çağırdılar, çocuğunu okuldan almazsan veya başını açmazsa siciline işleyeceğiz dediler.
Ne işleyeceklermiş?
Z: Eylem yapmayı filan herhalde. Sormak aklımıza gelmedi.
Keşke işleselermiş. Zaten pek çok şey kayda geçmediği için bugün ispatı zor.
Z: Evet, maalesef. Babam daha fazla yıpranmamı istemedi. Beni okuldan aldı, açık düz liseye gittim. Bu sebeple katsayı sorunu yaşamadım. Önce Anadolu'da bir üniversitede tıp fakültesi kazandım. Kimlik için 12 yaşında çektirdiğim bir resmi vermiştim. Okula gittim, şapka ile kaydımı yaptılar. Ama çok keskin bir başörtüsü yasağı uygulaması vardı, devam edemedim. Viyana'ya gittim. Orada sıfırdan Almanca öğrendim ve çok zorlandım. İlk sene, bir üst sınıfa geçmek için ilk bitirme sınavını veremedim. 1500 kişiden 300 kişi geçiyordu. İkinci verişte geçtim ama bana dediler ki; seni bölüme almamız için bir sene beklemen lazım. Bir sene orada beklemeyeyim dedim, Türkiye'ye döndüm. Tabii tıp filan okuyorum ama aklımda da bir yandan hep sosyal bilim okumak var. Mağdur olmuşum, anlamaya çalışıyorum hayatı, sosyal bilimlere ihtiyacım var, tıp çok ilgisiz kalıyor.
Tıp okumaya sen mi karar vermiştin?
Z: Babam istemişti, o da hekim. E kızlar doktor, oğlanlar mühendis, tipik Ortadoğu… (gülerek) Tekrar sınava hazırlandım ve perukla girdim.
Peruğu sıfır mı aldın,
Peruğu sıfır mı aldın, ikinci el mi?
Z: (Gülerek) Yok yok, sıfır aldım, Tarlabaşı'ndan… Boğaziçi Üniversitesi'nde bir bölüme girdim o sınavın sonucunda, 2009-2013 arası okudum. Saçımı kazıtmıştım aslında, bant gibi bir şey takıyordum.
M: Ben en son ÖSS'ye girerken başarmak zorunda olduğumu hissediyordum. Kimse beni rahatsız etmesin diye başımı gireceğim okulun dışında açtım, hatta öyle ki, taciz görürüm, moralim bozulur diye kimliğimdeki fotoyu bile açık resim yapmıştım. Sessiz sessiz içeri girdim, ÖSS'ye üçüncü girişimdi ve sınavdan çıktığımda bu iş oldu demiştim. Sonra çıkıp okulun karşısındaki parkta uzun uzun ağlamıştım.
Bütün bunlar yaşanırken kendi çevrenizle ilişkiler nasıldı?
T: Muhafazakâr erkekleri soruyorsan bizi hiç savunmadılar, genellikle hayata karışmayı veya başka bir yol çizmeyi tercih ettiler. İlişkiler, imkânlar konusunda daha avantajlı idiler.
S: Ben, salt o dönem yaşadıklarım yüzünden sekülerlerle iş yapmayı tercih ederim çoğu zaman. Bizim kesimde, hak ettiğin değer asla verilmiyor.
Sekülerlerden taciz gelmiyor mu peki?
S: Gelmez mi geliyor ama belki daha az acıtıyor. Muhafazakâr erkek hemen 'anam bacım' a bağlıyor. Kendini senden mesul hissediyor. Ama sen gerçek bir şey ile yüzleştiğinde de ortadan kayboluyor. Durum şu; biz seni kollarız, ama itaat et, sorun çıkarma, sana verilen pozisyonu, maaşı kabullen. Küçücük yaşımda devletin bana dayatmasını kabullenmemişim, Allah'a sığınmışım, neden seninkini kabulleneyim?
X: Aslında o yıllarda her yere gittiğimizde bir tedirginlik vardı. Mesela ben alışveriş merkezinde güvenlik görevlisinden çekinirdim. Biz gerçekten çok yalnız bırakıldık.
M: Benim okuduğum okulda bir gün Harbiye Müzesi'ne bir gezi düzenlendi. Ben de gittim ama beni almadılar. Okulda başımı açıyordum ama müzeye girerken de açacak değildim, gitmedim. Sonra biz o müze gezisinden küçük bir ödev hazırladık. Çok iyi hatırlıyorum, orada dindar çocuklar vardı, ne konu ile ilgilendiler, ne de hakkımı savunmama yardımcı oldular. Ben durumu gidip hocaya anlattım ve hoca özür diledi, hemen geri çekti ödevi. Bir küçük not daha; müze ve galeri gezmeyi çok severim. Dünyada pek çok müze gezdim ama Türkiye'de belli başlı kütüphanelere ve müzelere gitmedim. Artık serbest ama hâlâ İstanbul Üniversitesi'nin o kapısından hiç girmedim. Deniz Müzesi'ni, Harbiye Askeri Müzesi'ni hâlâ görmedim. Görmedim ve görmeyeceğim…
X: Benim bildiğim, bazı dindar şirketlerde sigortasız çalıştıkları halde haline şükreden başörtülü arkadaşlarım vardı. Koca koca adamların toplanıp, bu kızları evlendirelim de ortada kalmasınlar gibi çözüm ürettikleri geliyordu kulağımıza. Bütün bu yaşananlara dindar erkekler kızları evlendirmek gibi bir çözüm bulmuşlardı.
T: Ben yurt dışı bursu için dindar bir vakfa başvurdum. Bana, "25 yaş üstüne burs vermiyoruz" dediler. Ben de uzun bir e-posta yazdım, ben ancak başlıyorum hayata, şunları şunları yaşadım, bekledim, iki yıllık okudum filan dedim. Hiçbir cevap gelmedi.
M: Bana da yine başka bir vakıfta götürdüğüm transkriptime bakılarak, bu kadar okuyup ne yapacaksın, bazı ihtiyaçların var, artık evlen ve çocuk yap dendi. Ben de onlara bir Müslüman kadın ve burs komitesindeki dört erkek arasında böyle mahrem bir konuşmanın geçmesinin çok abes ve hiç hoş olmadığını söyledim. Aldığım cevap, İslam hukukuna göre bu uyarının bana yapılması gerektiği yönündeydi.
Z: Bizler aslında böyle böyle bir şuur seviyesine ulaştık ama herkesin bu çatışmalar içinde, devletle, toplumla, aileyle, kendi çevresiyle çatışması beklenemez. Nitekim benim yaşadıklarımı gören 91 doğumlu kardeşim dinden uzaklaştı, bir tek devlet baskısından değil, her yerde aşağılanmaktan, akıl verilen kişi olmaktan… Ben ablamın yaşadıklarını yaşamak istemiyorum dedi ve örtünmedi. Ben bir mağazaya girdiğimde aşağılanmak, maaş vermeden çalıştırılmak ve sürekli mücadele içinde olmak istemiyorum dedi, haklıydı.
Peki bu yaşananlar sizlere mücadele etme azmi dışında bir şey katmadı mı?
S: Bana kendi doğrularımla yaşamayı öğretti. İnanıyorsan kim ne derse desin bildiğin yoldan git, istersen bütün toplum seni sarsmaya çalışsın, herkes sana karşı olsun, fark etmez.
M: Ben parlak bir öğrenci olduğum için ailemden de baskı görmüştüm, bir şey olamayacaksın, başörtünle iş bile bulamayacaksın, diye. Süreç beni haklı, onları haksız çıkardı, şimdi ben haksızlıklardan kurtuldum diye bakmıyorum, kimse haksızlığa uğramasın diye uğraşıyorum.
T: Beni 17-18 yaşındayken polisler kovaladı, bu beni diğer insanların sorunlarına karşı daha duyarlı yaptı. Bugün bakın, güncel meselelerde de bizim kesimde kadınlar, erkeklere göre daha adalet duygusu içinde, daha duyarlı.
X: Evet, bende de adalet ve toplumsal duyarlılık hissi gelişti. Başka kimliklere dikkat etmeye başladım. Şükür ki zalim olmadım. Zalimlerden olmamaya da gayret ediyorum.
Z: Ben hep kendimi yetiştirmek zorunda kaldım, bir tedrisattan geçemedim yani, düzgün bir lise hayatı, ardından hemen üniversite olmadı. Ama bu gelişim şekli çok kıymetliymiş, sonradan anladım.
Hepinize çok teşekkür ederiz, Türkiye toplumu bu adalet duygusu gelişmiş, zalim olmayan ve diğerlerinin acısına bakabilen kadınlardan çok şey bekliyor bizce!