The Best Of ya da Essentıal
Sanatçının kökenlerini derli toplu dinlememizi sağlayan bir Amerikan numarası işte. Sanırım ilk Leonard Cohen albümlerinde denendi. Best of'tan çok da farkı yok hani. Ama bu konuda en çok ekmeği yenilen grup Pink Floyd'dur. Grubun albümleri delik deşik edilip onlarca derleme albüm çıkarıldı. Hepsinde de aynı şarkılar. Sadece küçük farklarıyla bu da yutturuldu müzik endüstrisine. Bizde de durum farklı değil. Şimdi de 'büyük sanatçı'nın şarkıları diğer 'büyük sanatçı'lar tarafından söyleniyor. Yersen. Orhan Gencebay'dan Müslüm Gürses'e kadar tuttu bu endüstri. En son Livaneli'ninkini yapmışlar. Bu kaçıncı dedim içimden. Bazı Livaneli şarkılarını severim, severiz. Ama bazı şarkılar da klasik 'sol' umuduyla dolu, koca koca laflar eden şarkılardır. 'Yüce dağlar başı'nı, 'zemheriler kışı'nı bilmeyen solcular tarafından yapılan ve dinlenilen şarkılar. Asla ikinci el araba almayacak kadar semirmiş kişiler, son model dokunmatik ekranlı teypleriyle 'Böyledir bizim sevdamız' şarkılarını dinliyor. Bana bir anlam ifade etmiyor artık bunlar. Koskoca bir endüstrinin parçası herkes halbuki. Kendine anarşist denilmesinden hoşlanan yazarlar, 'büyük kapitalist'in yayınevinden kitaplarını bastırıp solculuk oynuyorlar artık. Yemezler.
Susanna Tamaro
Mutluluk deyince herkesin neşeyle şakıdığı eski Amerikan filmlerini kastetmiyorum. Ben daha basit, daha öz bir şeyle yetinebilirim. Fiziksel bir şey getirsem aklıma, ılık bir zamk düşünüyorum. Parçaları bir arada tutan bir zamk. Ben buradayım, sen yanımdasın, zamk bizi birleştiriyor, yaptıklarımızı anlamamıza yardım ediyor. Oysa böyle bir şey yoktu, o evde iki kişi vardı ve o iki kişi, bir duvarla bir ayakkabı kadar yakındılar birbirlerine.
Tek hakikat
Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyada, Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın; Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, âşıkıyız Sade ilanı çekilmez bu acayip aşkın!
Mehmet Akif Ersoy
Dünyaya Doğumu: 20 Aralık 1873
Ahİrete Doğumu: 27 Aralık 1936
Tüfeksiz hareketler
Sosyal medya terörü de diğer terörler gibi işte. Hep bir kıyaslama hep bir ölü sevicilik. Şimdi de DAİŞ tarafından yakıldığı iddia edilen askerlerimiz hakkında duyar kasıyor insan kılığındaki birileri. O görüntüler yayılmasın diye elden gelen yapılırken, inatla sosyal medya platformlarında "Görün bakalım askerlerimizin nasıl yakıldığını" demek niyetindeler. Üstelik aynı kişilerin çoğunda gizli bir PKK seviciliği hâkim. Beşiktaş'ta, Kayseri'de şehit olan askerimiz, polisimiz için ağızlarını bile açmazken, olup olmadığı bile tartışma götüren bir olay yüzünden içlerindeki ölü seviciyi ortaya çıkartıyorlar. Fe eyne tezhabûn...
Kendisi değil, edası...
İntihar etmenin bir biçimi de Nermine Memedova ve Sinan Seid yorumundan Evlerinin Önü türküsünü dinlemek. Müthiş bir yorum. Türküyü dinlerken ister istemez Kerkük'ten Azerbaycan'a kadar geniş bir coğrafyada dolaşıyor hayalleriniz. Melodiler o derin hissiyatı kurşun gibi çakıyor kulaklarınıza. Her bestede bir tavır vardır. Eda da diyebiliriz ona. Mesela Nâzım Hikmet'in şiirinde geçtiği gibi, "Kendisi değil, edasındaki dünya." İşte o eda alır bizi bir yerlere taşır. O eda ve tavır sayesinde kıtalar aşabiliriz. Bir Türkmen babasının dizinin dibinde kabak kemane dinleyebiliriz, Kerkük'te bir bahçede biraz soluklanıp, bir Çin ırmağında gezinebiliriz, uçsuz bucaksız çöllerde bir bedevi ile vezni bozmadan yürüyebilir, Atlantik'i bir gitarın tellerinden aşabiliriz. Kendisiyle değil, müziğin edasındaki o dünyayla. Yeter ki duymak için kulak, görmek için başka türlü bir göz versin Allah, gerisi kolay.
Yılbaşı kutlamalarındaki şaşkın kişi
Her sene aynı şey oluyor. Aramızdan kimileri yılbaşı kutlamalarını reddediyor. Bunun bir kafir adedi olduğunu tekrarlayarak, yılbaşı kutlayanları tekfir ediyor. Her sene aynı şey oluyor. Aramızdan kimileri yılbaşını kutluyor. İşin öncesiyle sonrasıyla, mistik, kapitalist anlamlarıyla pek de ilgilenmiyor. Mutlu olabilmek için kendine bahaneler arayan plaza insanları olarak kutlamalara ya bireysel olarak ya da hane halkıyla birlikte katılıyor. Hepimiz, her birimiz klişelerden derinlemesine hoşlanırız. Hatta gizli bir anlaşma olarak aramızda klişelerin hayat kurtardığı fikri hâkimdir. Yılbaşı klişesi de öyle. Kırmızı hâkim renk, Noel Baba, hediyeleşmek, bol içki tüketimi, yeni yıla nasıl girersem o senenin öyle geçeceği fikri... Her sene tekrarlanan ve nedense kimsenin canını sıkmayan ritüeller. Neden biri de sıkılıp farklı bir kutlama gerçekleştirmez ki diye düşünürüm öteden beri. Çünkü yılbaşı kutlamaları, mesela milli maç kutlamaları gibi kalabalıkla yapılan kutlamalardır ve kalabalık kutlamaların coşkuyu daha da artırıcı bir yanı vardır. Sevinmek fikri milyonlarla beraber sevinebiliyorsan sevinçtir. Öyledir tamam da sosyal medyada herkes 2016'dan o kadar sıkılmış ki, bu seneden kaçar gibi 2017'ye gireceğini söylüyor. Size bir medyumluk yaparak izah edeyim: Artık hiçbir yılbaşı eskisi gibi olmayacak. Nasıl ki 2016'nın hızlı, sert ve acıyla aktığını düşünüyorsak sonraki seneler de öyle olacak. Artık dünya, olaylar zincirinin on yılları bulan sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde gerçekleştiği bir yer değil. Hayatımızdaki bu hızlılık olayların akışına da yansıdı. O yüzden bu hızdan kurtulmanın bir yolu yok artık. Ne dersek, ne düşünürsek düşünelim yeni bir yıla girerken içimize umut dolar. Çünkü karşımızda "yeni" bir şey vardır. Hani şairin dediği gibi "Yeni bir ayakkabı aldığımızda ayaklarımıza bakarız," yeni yıl da öyledir. Ona güzel dileklerle, güzel bakmak isteriz. Keşke hiçbir şeye yaramayan hediyeler almak yerine bir yardım kuruluşuna verebilsek o parayı. Mesela bir hastanenin kan servisine gidip acil ihtiyacı olan bir hastaya kan bağışı yapabilsek, bir fakir çocuğu sevindirebilsek, bir mülteciye kardeş olabilsek... Yani önce biz, kendimiz iyi bir şeyler yapıp, gelecek olan seneden de iyilikler bekleyebilsek. Duamız o yöndedir. Yılbaşı kutlamalarındaki şaşkın kişiler olarak sadece dua edebilsek Allah'a mesela. Belki o bile yeterdi, çünkü dikkat edin, dualarınız gerçekleşebilir...