Daha iyi yenil
Telefon çalıyor, onun aradığını görünce şaşırıyorum biraz da olsa. Hatta bir müddet, "Acaba açmasam mı telefonu" diye düşünüyorum. Sonra mecbur açıyorum. Telefondaki ses daha merhaba bile demeden, "Muhammed Ali ölmüş" diyor. Öylece kalakalıyorum, elim telefonda.
Lise yılları, münazaralar tertipleniyor. Onunla hep karşıt görüşteyiz ama aynı apartmanda oturduğumuz için başka bir hukukumuz var doğal olarak. Konu, serbest piyasa ekonomisi mi, sosyalist devletçi bir ekonomi mi? Savunduğumuz konuları tam olarak sahiplenmesek de münazaranın mantığı gereği tezimizi en iyi şekilde anlatmakla yükümlüyüz. Sonuç olarak onun, konusunu en iyi anlatan ve savunan konuşmacı olduğuna karar veriliyor. Yeniliyorum. Akşama evdeyim, kapı çalınıyor fakat açtığımda kimse yok. Yalnızca kapının koluna asılmış bir Muhammed Ali posteri. Onun bıraktığını anlıyorum tabii. En iyi anlaştığımız konu Ali çünkü. Ben de ona Samuel Beckett'tan bir dize yolluyorum kardeşimle:
"Hep denedin, hep yenildin, olsun yine dene, yine yenil, daha iyi yenil."
Alp ve oğlu
Alp'ın annesi hâkim, babası savcı. Ablası avukat. Kendisi de doğal olarak Hukuk Fakültesi'nde öğrenci diyeceksiniz ama değil. Gazeteciliğe merak salmış. Okumuş da zaten. Bir de talim terbiyesine ufak bir yurtdışı deneyimi eklemiş. Ardından kurucu idarenin gazetesinde editör olarak işe başlamış ve Cumhuriyet balolarında annesinin gözünün nuru olarak saçlarının dip boyası gelmiş CHP kadın kollarının sevilesi bir yurttaşı olmuş. Annesi her toplantıda ondan bahsetmiş, yaptığı haberlerden. Ama Alp bu rahat durur mu hiç. Komisyona bildirmeden acele bir evlilik yapmış. Kızın DJ olması hem ailesi hem de Atatürkçü Düşünce Derneği'ndeki ablası ve avanesi tarafından dehşetle karşılanmış. Alp'in saçları uzarken, hayatındaki değerler de kısalmaya başlamış. Bu hayın evlilikten bir de oğul vermiş aileye Alp. Sonra hemen boşanmışlar. Sürekli kavga gürültü… Boşanma masrafları için arabasını satmış Alp. Kendisini içkiye vermiş. Aile, kadın kolları ve dernek yanmış yakılmış Alp'in arkasından. Alp'i kaybettik bari oğlunu kurtaralım diye oğlan okula başlayınca en iyi koleje verilmiş tabii. İzmir'deki en iyi kolej de malum, Fetorallerinki. Ama demiş kadın kolları, aile ve dernek, adamlar laikliği savunuyorlar. Biz oğlumuzu sürekli kontrol altında tutarız hem. Onların ilmini alırız hayat şeklini reddederiz. Oğlan koleji bitirince Fetorallerin yardımıyla çok iyi bir üniversiteye yerleşmiş iyi bir puanla. Bu arada ara sıra cevşen denilen bir metin okuduğu gözlemlenmiş. Aile bunu da tartışarak bir karara bağlamış nitekim. Hâkim anne, "Benim annem de hafız kızıydı" demiş. Kadın kollarından bir hanım ablamız "Esas benim dedem kutsal kitabımızı tefsir etmişti" demiş. Cevşeni anlamamışlar ama sakıncalı da bulmamışlar. Bu arada Alp gazeteciliği bırakıp Taksim'in arka sokaklarından birinde bar açmış. Ucuz sol müzikler çalınıp, eski tüfeklere bol miktarda alkol yüklemesi yapılan gizemli bir örgüt gibi işleyen bara arada sırada uğrayan oğlundaki garipliği fark etmiş babası. Demiş ki; "Her şeyi oku et ama içki içmeyi ve kızları ihmal etme." O sene değişim programıyla Avrupa'ya giden oğluna hediye olarak bir Nutuk vermeyi de ihmal etmemiş, kötü günlerinde okusun diye. Torunları yurtdışına gitti diye üzgün olan aile, çocuğun başarılarıyla avutmuş kendilerini. Bir süre sonra çocuk kendi seçimini artık kabul ettirmiş aileye. Tüm aile yıkılmış, perişan olmuş. Alp kahrından barı kapatmış. Hâkim anne emekliliğini yüksek tansiyonla geçirmek zorunda kalmış. Ve zamanla buna da alışmışlar. Az bir mayanın tüm sütü mayalaması gibi çocuk tüm aileyi Fetocu olmaya ikna etmiş sonunda. Alp, oğlunun zeki biri olduğunu ve kendi kararlarını verebileceği konusunda kendini ikna etmiş. Ailenin diğer kısmı da çocuğun üstün başarıları karşısında diğer ayrıntıları görmezden gelme kararı almış. Bu çark böyle dönmüş durmuş uzun bir süre.
Kimlerden mi bahsediyorum?
Dostları onun için hep "Özünde iyi birisi" der. Ben de şöyle derim onlara, "Demek ki özünü size göstermeyecek kadar kötü birisi." Kızarlar tabii bana ama belli de edemezler pek.
Bazı insanlar da vardır ki, tüm arkadaş çevresinin sürekli onu konuşması için elinden geleni yaparlar. Hatta dostluklarını bu yüzden korumaya almışlardır. İnsanların hoşuna gider böylesi karakterler. "Bak işte o olmasa konuşacak bir şeyimiz yoktu" derler laf arasında. Temel mesele bellidir, o haylaz arkadaş herkesin hayalindeki zor şeyi gerçekleştirmiştir. Herkes ona kızsa da, aslında kızgınlık ile öykünme arasında ince bir çizgi kalmıştır genelde. Öte yandan tüm bu modern karakterler hikâyesiz ve acısız insanlardır. Kendi hikâyelerini ve acılarını bile modern hayatın nimetlerinden vazgeçmemek için kullanabilirler. Bir tür Mankurt çıkarmıştır modern hayat onların içlerinden. Hayatları önceden kurgulanmıştır. Kurguyu hiçbir zaman bozamazlar. Bundan çok korkarlar. Kimlerden mi bahsediyorum: Gündüz müdürlük yapıp akşama Asmalımescit'te kravatı alnına dolayıp 'Çile bülbülüm' çekenlerden, her yaz Instagram fotoğrafları paylaşmak için Venedik'i mesken tutanlardan, su yerine bira tüketenlerden, hayatta okuduğu en iyi kitabın Olasılıksız olduğunu sananlardan, Marksizm konusunda tek bir yayın okumadan aileden solcu olanlardan, Kemalizm diye bir ideoloji olduğunu sananlardan, bir bankada müdürlük yapmasına rağmen tüm bar fotoğraflarında özgürlük işareti yapanlardan...
Göl adası
Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu,
Bir küçük tütüncü dükkânını ödünç ver bana,
ya da hangi mesleğe yazarsan yaz
İnsana her zaman beyninin gerektiği
bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka.
Ezra Pound
Bir Bardak Çay
Şiirde, edebiyatta, sanatta ve hatta siyasette bütün kavgalar, oturup karşılıklı bir bardak çay içememekten kaynaklanıyor.
Sabahın seherinde
Bütün türküler unutulsa, yalnız geriye Sabahın Seherinde kalsa yine olurdu dedim ona. Türkünün girişi o kadar yakıcı ki, ancak o kadar olur. Hatta, dedim ona, hayatında hiç türkü dinlememiş birisine Sabahın Seherinde'yi türkünün tanımı olarak da dinletebilirsin. Türkü geleneğinin en güzel mazmunları birleşmiştir bu eserde çünkü. Hem çok acı bir tat bırakır dinleyen insanda, hem de inanılmaz bir umut aşılar garip bir şekilde. Sabah, seher, keklik, sabahın bir vakti ve o vakit içerisinde olan bitenler. Dinçlik katar bir taraftan dinleyen insana. Zaten yorumcu da önce yüksek perdeden girer türküye sonra alt perdelere iner yavaş yavaş. Sabahın seherinde kuşlar öter, sevgilinin sırma saçları bal ile yoğurulur. Kara kaşları kudretten çekilmiştir. Ve tüm bu kurucu metaforlardan sonra o gönlün sultanı gelir. Gönlün cananı gelir. O kadar güzel tariflerle anlatılır ki sabah vaktindeki dirilik, şaşırıp kalırsınız dinlerken. Korkarım sevdiğim vara yabana ve bir de Bülbül havalanmış yüksekten uçar türküleri var ki, onlar apayrı bahisler. (Dinlemek isteyenler için Grup Abdal yorumu tavsiye olunur.)