İbrahim Tenekeci, 'ahlakın ve vefanın kitabı'nı yazan şair diyordu Emel Özkan için. 2013 yılında Tenekeci'nin köşesinde adını duyup aldım Emel Özkan'ın Dar Zamanlar kitabını. Tanışıp, sohbet edebilmemiz bugüne kısmetmiş.
Şair, eğitimci, eş ve anne olarak Emel Özkan, hayata 'mücadele' anlamı yüklemekten çok uzakta bir yaşam sürüyor. Zaman zaman yorulduğunu, zorlandığını ve bazı şeylerin yoksunluğunu hissetse de her zorlukla birlikte ardından gelecek kolaylığa inanmış hayatı boyunca.
Edebiyat dünyasına Kırklar dergisi ile merhaba demiş. İbrahim Tenekeci tarafından şiirinin onay görmesi, onun için çıktığı yolda hayat hikâyesinin yönünü tayin etmiş. Bu dönemde Mustafa Kutlu'nun da ona Dergâh'ın kapısını açması istikamet duygusunu pekiştirmiş.
Çok klasik bir soru olarak şiirin Emel Özkan'ın dünyasındaki yerini sorduğumda, bunu şu cümlelerle açıklıyor: "Kişi, kendini ve eşyayı tanıyıp kavradıkça, nimeti takdis edebilir. Şiir bu noktada, insanın hem yeryüzüne gönderilmiş bir varlık olarak kendini, hem de içine doğduğu millet ve coğrafyayı yakından tanıması için büyük bir imkân sunuyor. Coğrafyanın bir kader olduğunu biliyoruz; öyleyse, şiire elimiz mahkûm diyebiliriz. Belh'ten hicret eden Mevlana hazretleri, Türklerin şiirle anlaştığını müşahede ettiği için, bu yola yöneldiğini söyler. Gerek yazılı, gerek sözlü edebiyatımızda nazmın, salt duyguların ifadesi değil, bir düşünme biçimi olduğunu görüyoruz. Örneğin divan şiirine bakarsak, söz ve mana sanatlarının bir mantık yürütme yolu olduğunu fark ederiz. Bir hüsn-ü ta'lil sanatının peşinden giderek, varlık telakkimizin ipuçlarını yakalayabiliriz."
Emel Özkan'ın şiirinde gözettiği ve farklı bir nokta olarak gördüğü amaç; gölgede bırakıp görmezden geldiğimiz, hatta karalamaya çalıştığımız, zaman zaman küstüğümüz, utandığımız durumları, hayat tarzı ve algıları yansıtıp birlikte hatırlayabilmek olmuş. Bu yolda geleneksel kültürün taşıyıcısı olan son nesilden, duygu ve bilgi devşirme gayretinde. Anadolu kadınını tanımaya çalıştıkça, bu kadınların şikâyetçi, isyankâr ve ağlak bir yapıya sahip olmadığını görmüş.
"Geçmiş kuşaklar, hisleri ve düşünceleri üstünde bir baskı hissediyorlar. 'Aman böyle yaptık kızım meğer hurafeymiş' deyip âdeta özür beyan ediyorlar. İnsanın kendi geçmişini, anlam dünyasını yok sayması, manen ve zihnen oldukça yıpratıcı. 'Bizim anlatacak neyimiz var, cahiliz' diyerek konuşmaktan çekiniyorlar. Ancak, gönüllerini ferahlatacak bir kelam işitince, sohbet katmerleniyor. Onların anlattıklarını dinlemeye doyum olmuyor doğrusu. Benim için yaşlılarla konuşmak, irfan dünyamızı anlamak için bir saha çalışması mesabesinde. Dolayısıyla elimde kâğıt kalemle giderim yanlarına. Bazı hanımlar var ki, bir sözlü kültür hazinesi. Ninni, türkü, ilahi, masal, menkıbe, maniden yana ne ararsanız var. Hayatı kavrayışları oldukça mütevekkil, derin, neşeli ve anaç. Rahmetli anneannem de böyle bir hanımdı. Benim için yakın bir örnekti kendisi. İşte bu Anadolu kadınının şiiri, hikâyesi, romanı, fıkrası yazılmalı; duyuşu ve ifade zenginliği kayıtlara geçirilmeli diye düşünüyorum."
Peki, sizce şiirin cazip olan noktası nedir diye sorduğumdaysa, "Şiirin en cazip yönü, dünyevi rütbeleri geçersiz kılan bir kuvvete malik olması. İnsan 'hiç' makamına, edebi türler arasında en çok şiirle yaklaşabilir sanırım. Mesela bir sultanın duygu dünyasını divanından okumak, tarih kitaplarının perdesini kaldırıp insanı gösterir. Tarihi de okunaklı kılar. Buradan bakınca, edebî birikimimizin aktarımı, sadece Türk Dili ve Edebiyatı dersleriyle mahdut kalmasa diye hayıflanıyor insan. Keşke müfredatta yer alsa. Örneğin, kafes usulü bahsini, III. Selim'in 'kafes' redifli şiirinin izleğinde işlesek. Veya coğrafya dersinde yeryüzü şekilleri incelenirken, içinde dağlar, yayla, ova geçen şiirleri, türküleri dinlesek. Ya da iktisat derslerinde, 'kırk yıllık Kani' efendimizin, payitahttaki kiracıların halini arz ettiği mısralarını hatırlasak" diyor.
Size sohbetimiz ulaştığında şairin ikinci şiir kitabı da limana yanaşmış olacak. Modern şiirin sıkıntılarını aşmak için, klasik kaynaklara, söyleyişlere dönmenin elzem olduğundan bahsediyor. "Tabii bu yönelişte anahtar kelimemiz 'mezcetmek' olmalı. Yoksa 'bizim oğlan bina okur' meselesine döner işimiz" diye de eklemeyi ihmal etmiyor.
'İleri' ve 'plan' kelimeleri çerçevesinden bakamadığı hayatta vakti gelen olayların karşımıza çıktığını düşünüyor. Her olayın ve karşısında yapıp ettiklerimizin özümüze bir ayna tuttuğuna inanmış hep. Sufilerin de söylediği gibi: Olacak olan olmuştur, kula düşen niyet etmek. Niyet, bir amele işaret ediyor tabii. Emel Özkan'ın da niyeti, çıktığı yolun devamını getirebilme üzerine.