Hüsrev Hatemi: Muttarid ve muhteriz darbeler

Muttarid ve muhteriz darbeler
Giriş Tarihi: 7.09.2016 14:33 Son Güncelleme: 7.09.2016 14:33
Hüsrev Hatemi SAYI:27Eylül 2016
Yeniçerilerin İkinci Mahmud’a karşı son isyanı darbe ile sonuçlanmamış, kendilerinin sonu olmuştur. Bu ayaklanmanın (kalkışma) 15 Temmuz 2016’ya benzer tarafı, Sultan’ın halkı ve ilmiye sınıfını yardıma çağırması ve Peygamber’in sancağı altında toplanmaya davet etmesidir. 15 Temmuz 2016’da bazı çıtkırıldımların rahatsız oldukları salâ sesleri, Sancak-ı Şerif çıkarılmasına benzer bir etki yapmış, asilere karşı koyanlara da moral vermiştir.

Tevfik Fikret yağmuru anlatırken "Küçük art arda gelen çekingen darbeler kafeslerde ve camlarda titreşimler yapıyor" demiş. Neyse ki içtimai hayatımızda darbeler pek küçük ve çekingen olmadığı halde, art arda gelişlerin çok kısa sürelerde olmaması sebebiyle teselli-i züğürdane hisleriyle doluyorduk. Fakat 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, acımasızlığı ile o kadar belirgin idi ki tek tesellimiz bu darbenin müteçavvil olması oldu. (Müteçavvil çuvallamış demektir. Ben uydurdum) Darbe ise vuruş demek. Yesari Asım'ın güzel şarkısı "Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır" diyor. Yani kalbimin son darbesi adını anmak olacaktır. Yağmuru ve sevgiliyi anmakta bize Alfred de Musset gibi görünen darbe kelimesi, içtimai ve siyasi darbe ile aynı kelime olamaz. Sözlüklere inanmıyorum. Politik darbe kelimesi muhakkak kalp vuruşundaki darbenin uzaktan akrabasıdır. Hem kötü huylu hem çirkindir. Musset'ye değil Kabakçı Mustafa'ya benzer. O Kabakçı ki, Üçüncü Selim'e gönülden bağlı olmaktan başka bir hainliği olmayan Mahmud Raif Efendi'yi şehit etmiş, bu cinayet bir ayaklanma şeklinde büyümüş ve Üçüncü Selim de şehit edilmişti. Alemdar Mustafa Paşa'ya bu olaydan birkaç yıl sonra yapılan darbe sırasında, Alemdar Mustafa Paşa kaldığı bina kuşatılınca mahzene inerek kapıları kilitlemiş, mahzendeki cephaneliği ateşe vermiş, kendisiyle birlikte 800 kadar asi bu patlama ile ölmüştür. Bizans döneminde İstanbul'da sağa sola "Nika=zafer" şeklinde sloganlar yazıldığı olmuştur. Fakat Osmanlı döneminde duvarlara protesto şeklinde yazılar yazılması, herhalde Alemdar Mustafa Paşa'ya karşı olan bu kalkışma sırasında ilk defa vuku bulmuştur. Asiler, Ramazan ayı içinde bazı yerlere "Rumeli'den geldi bir çıtak, bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya bıçak" yazmışlardı. Yeniçerilerin İkinci Mahmud'a karşı son isyanı darbe ile sonuçlanmamış, bu isyan kendilerinin sonu olmuştur. Bu ayaklanmanın (kalkışma) 15 Temmuz 2016'ya benzer tarafı, Sultan'ın halkı ve ilmiye sınıfını yardıma çağırması ve Peygamber'in sancağı altında toplanmaya davet etmesidir. 15 Temmuz 2016'da bazı çıtkırıldımların rahatsız oldukları salâ sesleri, Sancak-ı Şerif çıkarılmasına benzer bir etki yapmış, asilere karşı koyanlara da moral vermiştir.

Tevfik Fikret, "Bazen felaketin de olurmuş hayırlısı" demiş. Doğrusu ben hayırlı felaket nasıl olur bilmiyorum. Hele darbenin hayırlısı hiç olmaz. Darbelerin milli gelire, iç barışa, halkın beden sağlığına ve ruh sağlığına en ufak bir hayır getirdiği görülmemiş, aksine çok zarar vermiştir. İkinci Mahmud, devlete ve orduya çeki düzen verdikten sonra iyi eğitim almış ve dinine devletine saygılı asker yetiştirme ümitleri bir yandan boşa çıkmazken diğer yandan, darbecilerin yaptıklarıyla ümitler ayakaltında kalmıştır. Hem dürüst insan, hem iyi şair olan Tevfik Fikret bir yönden de bizim ilk züppelerimizdendir. Kendi padişahına karşı suikast girişimini yapana "Ey şanlı avcı!" hitabını esirgemeyen şaire ne denir? En hafifinden züppe diyebiliriz Tevfik Fikret'e. Hain değildir çünkü hainlikle dürüstlük bir araya gelmez. Ayrıca gerçekten iyi şairdir. İkinci Abdülhamid'e asıl darbe iki zamanlı yapılmıştır. Birincisi o kadar kötü değil. İkinci Meşrutiyet'i başlatan ve Abdülhamid'in şahsına dokunmayan darbe. İkincisi ise 31 Mart İsyanı'nda Abdülhamid'in rolü olmadığı bilindiği halde Abdülhamid'in tahttan indirilmesiyle sonlanan 'Hareket Ordusu' darbesi. Sultan Abdülaziz'e yapılan darbe ve Abdülhamid'e yapılan darbe, daha önceki Yeniçeri isyanlarından daha fazla vicdan ve ruh elemlerine sebep olmuştur. Çünkü Sultan Aziz'in babası ve Abdülhamid'in büyükbabası olan Sultan Mahmud, Yeniçeri Ocağı'nın lağvından sonra kurulan orduya "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" yani "Hazret-i Muhammed'in muzaffer askerleri" adını vermişti. Kurulan bu yeni ordu padişahın muhafız alayı gibi bir kuvvet değildi. Padişah aynı zamanda halife olduğundan, bu ordu hem dinin hem devletin ordusuydu fakat, Serasker Hüseyin Avni Paşa, İkinci Mahmud'un oğluna karşı darbe planlayacaktı. Sultan Aziz tahttan indirilecek fakat din ve devlete bağlılık göstermesi gereken Hüseyin Avni Paşa, tahttan indirdiği Sultan Aziz'e, onurunu kıracak ve intihara sürükleyecek hareketler yapılmasını önlemeyecekti. Halk arasında hazin bir ağıt-türkü doğdu: "Beni tahttan indirdiler/Üç çifteye bindirdiler/Uyan Sultan Aziz uyan/Kan ağlıyor bütün cihan."

Sultan Abdülaziz'e karşı aşağılayıcı hareketler yapıldı. Bu durum da sultanı intihara sürükledi. Abdülhamid'in darbecilere müteşekkir olmayıp aksine darbecileri yargılatarak cezalandırması, milli vicdanda olumlu etki yaptı. Çünkü daha eski darbelerde, devrilen sultanın yerine geçen sultan, pek belli etmese de, kendisine padişahlık sağlayan darbecileri azıcık severdi. Abdülhamid'in ağabeyi Beşinci Murad böyle bir padişah olarak darbecilere minnettar olma yolundayken, kendisinde başlayan psikolojik hastalık, saltanatının kısa sürmesine ve tahtı -darbecilerin iflahını kesecek olan- Abdülhamid'e devretmesine sebep olacaktı. 19'uncu yüzyılın bitmesine yirmi yıl kadar bir zaman kalmıştı. Fakat son 60 yılda neler neler olmuştu. Önce Yunan İsyanı ve Yunanistan'ın ayrılışı, arkadan Kavalalı İsyanı ve artık Mısır'ın da özerk bir krallık oluşu ancak görünüşü kurtarmak için Mısır'ın imparator sayılan padişaha bağlı hıdivlik gibi gösterilmesi. (Hidiv kral demektir ancak bizde gururumuzu korumak için yıllarca 'vali' şeklinde çevrilmiştir. Kavalalı ailesine prens ve prenses gibi unvanlar verilmesi bu sebepledir.) Romanya'nın imparatorluktan ayrılışı, Sırp isyanları ve Belgrad'ın elden çıkışı, Suriye'de devlete karşı olmasa bile devleti çok zor duruma düşüren isyanların çıkışı vs. Kahvehane tipi nutuklar atarken bir düşünelim. 1956'dan bu yana 60 yıl geçti. Biz, son 60 yılda bu kadar sarsıcı olaylar geçirdik mi? Geçirseydik ne yapardık? "Anaları yabancı olan kansız sultanlar" tipinde nutuk atan kahvehane mareşalleri bunları düşünmek zorundadır. Abdülhamid devrinin daha başında 93 Harbi felaketle sonlanmış, Yeşilköy'e Rus ordusu gelmiş, Bulgaristan bizden ayrılmış, İstanbul koleradan ve süngülenmekten canını kurtarabilen Rumelili Osmanlılar ile dolmuştur. Abdülhamid, otuz küsur yıl iç barışı ve dış barışı sağlamakla uğraşmış, Hareket Ordusu darbesi ile tahttan indirilmesinden sonraki 13 yıl içinde Filibe mümtaz eyaleti, şimdiki sınırımıza kadar olan Yunanistan illeri (Selanik, Kavala, Serez, İskeçe, Gümülcine vs.) bütün Arnavutluk, Makedonya, Kosova ve Niş, Trablusgarp, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan elden çıkmıştır. Tabii ki bu kopuş ve ayrılışlar İttihatçıların hatası değil emperyalizmin marifetleridir. Kabul fakat aynı anlayışı Sultan Mecid, Aziz ve Hamid'e karşı niye göstermiyoruz ey kahvehane veya kafeterya veya meyhane kahramanı hatiplerimiz? Söyleyin bir kere. Cevap veremezsiniz çünkü ekseriniz mürai ve tutarsızsınız. Biraz olsun İdris Küçükömer veya Hikmet Kıvılcımlı okusanız -ama anlayarak okusanız- kendinize gelir ve "Emperyalizm uşaklığıymış esen serde/İlericilik nerde ben nerde" derdiniz. Ama bilirim ki bu imkânsızdır. O halde Türkiye'yi seviyorsanız günümüzü sağduyuyla izleyin. Son darbe girişimine "AKP tiyatrosu" diyecek kadar hınzırlaşmayın. Allah ıslah etsin sizleri.

BİZE ULAŞIN