Asım Öz: Laikliğin gölgesinde ilginç dönemler: Sekülerizm ve post-sekülerizm

Laikliğin gölgesinde ilginç dönemler: Sekülerizm ve post-sekülerizm
Giriş Tarihi: 24.05.2021 12:51 Son Güncelleme: 24.05.2021 12:51
Asım Öz SAYI:79
Günümüz Türkiye’sinde sekülerizm ve türevi kavramların yakın tarihteki serencamına bakmak çeşitli siyasi veya fikrî konumlanışlarda meydana gelen dönüşümleri anlamaya katkı sunabilir.

Türkiye'de sekülerizmi konu alan sempozyum bildirilerinde, makalelerde ve sayıları gün geçtikçe artan kitaplarda belli başlı yargılar çoğu kez yazarların siyasi ve fikrî tercihlerine, kültürel ya da ideolojik tutum alışlarına göre birbiri ardına sıralanır: "Yarım yüzyıla yakın bir zamandır genel olarak dünyada bir dinî uyanış veya geleneğe dönüş hareketi kendini göstermektedir."

"Gelenek ve modernlik arasında bir bölünme yaşayan Müslümanların ise ne geleneklerinin ne de dinlerinin icaplarını layıkıyla yerine getirememesi bir kültürel şizofreniye yol açmaktadır." Bunlara bilhassa çok partili hayatın başlangıç yıllarından itibaren mütedeyyin kitlelerin daima kapitalist arzulara büsbütün teslimiyeti ve bunun 1980'lerden sonra derinlik kazandığını izhar eden bir dizi yazıklanma -belki de hoşnutlukda eklenebilir: "Dindarların içine düştüğü açmaz fark edilmemiş ve böylelikle dinî hayat tarzı kadar dinî muhakeme de büyük ölçüde aşınmaya uğramıştır."

"Türkiye'de İslamcılık aslında bir sekülerleşme sürecine tekabül eder." İster siyasal ister sosyal bilimler alanında yıllar boyu tekrarlanan, artık ezber bilgilere dönüştüğü için sağlaması da yapılmayan bu tarz yaklaşımlar, mütedeyyin çevrelerin arayışlarını anlama çabalarına ket vuran peşin hükümlere dönüşmüştür.

Her ne kadar doğruluk payı taşısalar da bu fikir ve argüman örüntüleri, genel anlamda seküler yapıların İslam'a karşı tutumunun oluşturduğu daraltma ve sığlaştırmanın, insanlara ontolojik açıdan neleri kaybettirdiğini anlamaya katkı sunmak yerine, oklarını çok zor şartlar altında var olmaya çalışan ve bu doğrultudaki arayışlarını sürdürenlere yönelttiği için daha farklı bir zaviyeden değerlendirilmelidir.

Teorik tartışmanın serüveni

Günümüz Türkiye'sinde sekülerizm ve türevi kavramların yakın tarihteki serencamına bakmak çeşitli siyasi veya fikrî konumlanışlarda meydana gelen dönüşümleri anlamaya katkı sunabilir. 1960'lardan sonra dini tekrar gündeme getiren "desekülarizasyon" veya dine dönüş temasının işlendiği sosyolojik metinlerin memlekete yansıması hayli geç olmuştur. Uygarlık getirdiği varsayılan süreçlere övgü edebiyatı ve meseleyi kavrama yetkinliği tartışılır resmî tarih destekli çalışmaları bir kenara bırakacak olursak, 1980'lere kadar sekülerizmi çözümlemek, açıklamak, anlamak değil, aynı zamanda düşünmek unsurunu da taşıyan pek az metin bulunduğunun farkına varırız. İşte bu yazının amacı, sekülerizm tartışmalarında bugüne değin ihmal edilen birkaç parçaya mercek tutmak suretiyle tablonun genelini aydınlatan bir çıkarıma ulaşmak, hiç değilse bu yönde bir denemede bulunmaktır. Sekülerizmi merkeze alan kilit taşı niteliğindeki ilk metinlerin- mesela Peter Berger, Max Weber gibi yazarların kitaplarının- 1980'li ve 1990'lı yıllarda Türkçeye çevrilip yayımlanmasına karşın kavramın yaygınlık kazanması bu tarzdaki çevirilerin çoğaldığı –Charles Taylor, Talal Asad imzalı modern klasikler gibi- 2000'li yıllara rastlamıştır. Türkiye'nin kendine özgü kabul edilen modernleşme serüveninde ortaya çıkan laiklik kavramının sekülerleşmeyi de içerecek şekilde kullanılması bunun en temel sebepleri arasında yer almaktadır. Hâl böyle olunca sekülerizmle ifade edilmek istenen çoğu durumun laiklik ve ondan türeyen laisizmle açıklanmaya çalışılması çok tabiî bir durum kabul edilebilir.

S. Nakib Attas'ın Türkçeye İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi adıyla aktarılan 1984 tarihli kitabının ikinci baskısının dipnotlarından birinde eserde sıklıkla geçen "seküler, sekülerizasyon, sekülerizm" kavramlarına odaklanan mütercim büyük anlam kaymalarına yol açmamak için açıklama yapma gereği duymuştu.

Baskın paradigma laiklik

Batı ile sekülerizm arasında sıkı bağ olduğunu ileri süren sadece bu kitabın mütercimi değildir ama hayli erken tarihte yaptığı ayrım gayet yerindedir. Siyaset felsefecisi Larry Siedentop'un "Hristiyanlığın dünyaya bir hediyesi" kabul ettiği sekülerizm kavramının Türkiye'deki macerasını anlamak bakımından Cogito dergisinin 1994 yılının yaz mevsiminde çıkan "Laiklik" konulu ilk sayısının belli yatkınlıkları ortaya koyduğu belirtilmelidir. İlgili sayının halefi sayılabilecek olan ve bundan tam yirmi beş yıl sonra 2019'da gene aynı mevsimde okuyucularla buluşan "Laiklikten Sonra" başlıklı sayı ise süregelen laik duyarlılığı sergilemektedir.

Din, toplum ve siyaset eksenli tartışmaları çeşitli veçheleriyle ele almak niyetiyle yola çıkan Cogito'nun ilgili sayılarında ilginç bir detay ile karşılaşılmaktadır. Refah Partisinin yükselişini sürdürdüğü ve Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanı seçildiği ortamda yayın hayatına başlayan derginin ilk sayısında laiklikle ilgili kelimelere yüzlerce kez yer verilirken seküler ve türevleri çok sınırlı bir şekilde kullanılmıştır. Çünkü dönemin siyasi alanındaki tartışmalarını esir eden baskın bir paradigma olarak laiklik kavramı sadece medyadaki kanaat teknisyenlerince değil akademik alandakiler tarafından da olur olmaz her yerde kullanılmıştır. Dikkatli bir okur, dergideki metinlerin genelinin bakış açısının hilafına Kemalistlerin söylemi ile onların uzantısı konumundaki kültür-sanat erbabının fotoğraf ve karikatürlerin eşlik ettiği endişe yüklü bu sayıyla 1990'ların yükselişteki İslamcılığına karşı blokaj oluşturma siyaseti arasındaki yakınlığı fark etmekte güçlük çekmeyecektir.

Cogito dergisinin 2019 yılının Mayıs ayında Bilgi Üniversitesi tarafından düzenlenen "Post- Sekülarizm" konferansından hareketle oluşturduğu dosya sekülerizmle ilgili kavramlara daha çok yer ayırır. Bu yönüyle sekülarizasyonu yeniden tanımlayan çalışmaların dinin modern toplumda otoritesini hâlâ sürdürmesi düşüncesini kuramsal açıdan doğrulayan bir boyuta sahiptir. Zira klasik sekülerleşme yaklaşımı toplumlar modernleştikçe dinin zayıflayacağını ileri sürüyordu. Dergide dinin toplumdaki yerinin ve rolünün küçültülmesi belki de giderek defterinin dürülmesi şeklindeki yaklaşımdan uzaklık son derece barizdir.

Perdelenen post-sekülarizm

Post-sekülarizm kavramı etrafında 1990'lı yıllardan bu yana dinî mensubiyetlere vurgunun artmasından dolayı sekülerleşme teorisi belli açılardan sorgulanmaktadır. Gelgelelim dergi yöneticileri bu sayının dosyasına koydukları adla 1990'lardaki fotoğraf ve görsel seçimlerinde olduğu gibi duygusal davranmışa benzemektedirler. Şunu belirtmek gerekir ki derginin sunuş yazısındaki vurguya rağmen kapağa taşınan dosya adı sekülerizmin düşüşünden ya da dinin özel alana sığmamasından duyulan hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır. Ayrıca dördüncü sayfada yer verdiği kitap ilanıyla dergi, metinlerini sayfalarına taşıdığı konferanstan daha ziyade 1990'lar tarzı duyarlıkların tavan yaptığı önemli bir dönüm noktasına tekabül eden 2010 sonrasında tecrübe edilen ve bugün de aktüel konumunu koruyan gelişmelere nasıl yaklaştığını izhar ediyor.

Şüphesiz Türk laikliğinin yol açtığı sorunlara dair önemli tespitlerin yer aldığı derginin bu sayısı hakkında sadece birkaç göstergeden hareketle nihai ve mutlak bir yargıya varmamak gerekir. Beri taraftan derginin kurucu temelinden ilham aldığı yaklaşımların da belli tercihlere etki etmediği düşünülemez. Fazlasıyla spesifik hatta teferruat sayılabilecek bir çıkış noktasından hareket edelim. Mesela derginin sunuş yazısından hemen önceki sayfada yer alan reklamda "Türkiye'nin bugününü ve belli işaret noktalarından hareketle okunmasını sağlıyor" diye tebcil edilen kitap Niyazi Berkes'in Teokrasi ve Laiklik adlı çalışmasıdır.

Şu hâlde mevcut durumu doğru anlamak ve geleceğin dünyasının nasıl şekillendirilmek istendiğini görmek için bu reklam üzerinde biraz daha durmak elzem. Cogito'nun yayın hayatına başlamasının üzerinden geçen çeyrek yüzyıllık bir zamanın ardından aydınlanmanın belli siyasi ideallerinin eleştirel bir yeniden değerlendirmesini de içerecek biçimde genişletilmesini hedefleyen sayısının girişinde acaba niçin Niyazi Berkes'in Teokrasi ve Laiklik adlı kitabının reklamına yer verilmiştir?

"Ah-vah" makamındaki nihilist bakış

Çıkarımları aynı kapıya çıksa da Berkes'in düşünce hayatımızda yankı uyandıran Türkiye'de Çağdaşlaşma eserine değil de laiklik odaklı olana dikkat çekilmesi aktüel siyasi gelişmelerin galebe çaldığını akla getirmektedir. Hatta bir adım ileri giderek tıpkı aynı zaman diliminde kamusallık kazanan benzer yayınlarda olduğu gibi laiklikle ilgili belli duyarlılıklar açısından post-sekülarizmi tartışmaya yeltenenlerle Niyazi Berkes arasında benzeşimden de öte bir ortaklaşmanın bulunduğu ileri sürülebilir. Dolayısıyla ilk bakışta önemsiz sayılabilecek bir ayrıntıdan yola çıkılması bile Türkiye ile ilgili tartışmalara dair bütüncül bir bakış açısı kazanma sürecine katkı sunacaktır.

Son bir vurguyla bu bahsi kapatalım: Derginin öne çıkarmaya çalıştığı kavramı anlamak bakımından zamanımızın entelektüel durumunu belirleyen düşünürlerden Jürgen Habermas'ın Doğalcılık ve Din Arasında (2009) kitabının reklamı derginin laiklikle "yüzleşme" denemesi açısından daha anlamlı bir tercih olurdu. Zira Habermas bu kitabında metafizik sonrası dünyada dinin toplumsal hayattaki önemi ve sekülerizmin sınırlarını göz ardı etmeden yapılacak bir felsefi eleştirinin kaçınılmazlığını vurguluyordu. Kaldı ki postseküler kavramı Habermas'ın 2001 tarihli "Glauben und Wissen" (İnanç ve Bilgi) başlıklı meşhur konuşmasından sonra yaygınlık kazanmıştır. Burada Habermas hümanizmle irtibatlı olan doğalcı soy ıslahına karşı Yahudi-Hristiyan geleneğini yardıma çağırıp ve dinî seçim/ mutabakat fikrinden yardım ummaktaydı.

Türkiye'nin adlandırılamayan şimdisinde birçok kişi çeşitli pratikleri sekülerizm ekseninde değerlendirmek için ısrarla birtakım göstergeler üzerinde duruyor. Hâlbuki süreklilik arz edecek şekilde bilhassa sosyolojik araştırmalarla desteklenen çıkarımların beslediği sekülerizmle ilgili yerleşik kanaatler düzleminden kopmak için meseleyi sadece dindarlar arasındaki yaklaşımlarla sınırlayan "ah ve vah" makamındaki nihilist bakışı sekteye uğratan değerlendirmeler yapılmalıdır.

Sekülerizmin siyasi dönüşümlerle ilintisi

Şu hâlde uzun yıllardır tartışılan ama ilk zamanlardakiler ile günümüzdekiler arasında önemli farklılıklar bulunan sekülerizmin son senelerin siyasi dönüşümleriyle de ilintisi kurulmalı artık. Mesela "eşit özgürlüğe" bağlılık duyan liberal soldakiler, Türkiye'deki yaygın kanının aksine birtakım görüşler ileri sürmektedirler. Laiklikle ilgili hemen hemen bütün kazanımların "sahiden teker teker ortadan kaldırılmasına" muhafazakârlığın "büyüdükçe büyümesine" dönük katkılarından dolayı aydınlanmacı post-sekülerizmin kurumsal mecralarından yeni CHP'yi eleştirirlerken, bu partinin dinî içerikli "israf" kavramını kullanmasına, "Ayasofya ve Kariye müzelerinin cami yapılması aleyhinde tek söz etmemeye özen göstermesine" kahretmektedirler.

Meseleye bu açıdan yaklaşmak tartışmayı alevlendiren bir başka boyutu da gündeme taşımak açısından aydınlatıcı bir bakış açısı sunmaktadır. Aslında güncel sekülerleşme araştırmalarının, genel olarak ahalinin belli davranışlarını yargılamanın ötesine pek geçmeyen negatif dilinin ürettiği metinler labirentinde kaybolmak yerine toplumsalın farklı kesimleri arasındaki ilişkilere yoğunlaşan bu türden değerlendirmelere odaklanması gerekir. Karamsar tablo çizmekte örtüşen dünya kadar yayına nazaran daha serinkanlı çalışmaların kuşaklar arası farklılaşma ve dönüşümleri anlamaya daha çok katkı sunduğu inkâr edilemez.

Böylesi bakış açılarının örneklem alanında çoğalması, ülkede olup bitenlere daha geniş bir perspektiften bakabilmeye imkân tanırken, Türkiye'nin birbirinin zıddı gibi bir görünüm sunan çevrelerinin olumlu yahut olumsuz bütünlüğünü belirginleştirmeyi kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla 1990'lardan günümüze din ve sekülerizm çerçevesindeki belli başlı söylemlerin nasıl dile getirildiğinin izini sürmekle, birbirinden alakasız olduğu varsayılan parçalar arasındaki uzlaşımların tespiti mümkün hâle gelecektir.

BİZE ULAŞIN