Evet, bütün yönleriyle bir masal kitabıdır Muhayyelat fakat masalları anlatış tarzı, yer yer bilinç akışının hissedilmesi, olaydan olaya atlayan kurgusu ile sanki günümüzde yazılmış bir masallar toplamı gibidir. Geleneksel anlatı ile modern anlatının sınırlarında dolandırır Giritli Aziz Efendi bizi. İşte bu farklı eseri, Kapı Yayınları bugünlerde günümüz Türkçesiyle yeniden yayınladı. Günümüz Türkçesi ifadesinin tehlikeli olduğunun da farkındayım bu arada ama yine de başarılı bir çalışma olmuş gibi geldi bana. Bir tür sadeleştirme çalışması değil de, 18'inci yüzyılın Türkçesi ile yazıldığı için gündelik okurun anlamada zorlanacağını düşünmüş olmalı kitabın editörleri. Çünkü daha önceki baskılarında bendeniz de ağdalı dilinden şikâyet ederek(!) kitabı bitirememiştim. Bu baskıdan epey faydalandığımı söyleyebilirim.
Aziz Efendi 1749'da Girit'te doğar. Babası hem Girit defterdarı hem de tarihçisi olan Mehmed Efendi'dir. İlk tahsilini Girit'te tamamlar ve babasının ölümünün ardından kalan serveti tüketince İstanbul'a gider. İstanbul'da saraya yakın geçirdiği günlerinin ardından bir süre Sakız Adası'nda vergi tahsildarı olarak görev yapar, daha sonra Belgrad'a gönderilir. Buradaki başarısının ardından Berlin'e büyükelçi olarak atanır. Burada hayata gözlerini yuman Aziz Efendi, Berlin Müslüman Mezarlığı'na defnedilir.
Aziz Efendi'nin Muhayyelat'ın haricinde bir de Varidat isimli tasavvufi bir eseri, Türkçe ve Farsça şiirleri de bulunmakta. Muhayyelat'ın önsözünde bahsettiği Avrupalı bilginlerin sorularına cevap olarak yazdığı risale ise henüz bulunabilmiş değil. Bu da tabii kazı yapmayı seven okurlar için hayli ilgi çekici; kimdi o bilginler, hangi soruları sordular ve Aziz Efendi soruları nasıl cevapladı, hepsi meraka haiz meseleler. Muhayyelat, devrinde çok okunmuş ve Tanzimat yazarlarını derinden sarsmış bir eser. Muallim Naci'nin Naci adını kitaptaki Billah hikâyesinden aldığı, Ahmed Mithat Efendi'nin bir kahramanına Muhayyelat okuttuğu bilinmekte. Aziz Efendi'nin elçilik görevi dolayısıyla birkaç dile vâkıf olması dönemin Batılı yazarlarını okuduğunu akla getirmekte. Ayrıca kitapta geçen hikâyelerin Binbir Gece'deki bazı hikâyelerle benzerlik taşıması da yazarın faydalandığı doğulu kaynaklar hakkında bize bir fikir vermekte. Hikâyeler yeniden üretilirken kullanılan teknik ise şaşırtıcı.
Tabii sadece teknikte de değil kitaptaki yenilikler. Doğu hikâyelerinin temel taşı olan tasavvufi göndermeler de Aziz Efendi tarafından yeniden ele alınmış. Her hikâye bir tasavvufi remze yaslanmakta aslında. Bu anlamda daha sonra yazılacak olan Amâk-ı Hayâl'in de önünü açmakta Muhayyelat. Kitaptaki modern unsurlardan belki de en dikkat çekicisi trajediye yakın bir anlatım dili kurmuş olması. Bunda tabii Aziz Efendi'nin Yunanca bilmesi ve mitolojiye de ilgi duymasının etkili olduğu söylenebilir. Çünkü eski hikâyemizde konu ve konudaki fani hayata dair göndermeler en başat unsurdur. Muhayyelat'ta ise 'insan' öndedir. Hikâyeler tam da bu yüzden gelenekten bir kopuş, bir ayrılışı ifade eder.
Şark hikâyesinde bolca karşılaştığımız periler, cinler, ifritler Muhayyelat'ta da var. Hikâyeler çeşitli ülkelerde, coğrafyalarda geçmesine, kahramanlar farklı milletlerden seçilmiş olmasına rağmen özellikle 18'inci yüzyılın Osmanlısına dair birçok özellik de kitapta yansıtılmış. Bunun yanında sihir, büyü, tayyı zaman, tayyı mekân gibi şark hikâyelerinde karşılaştığımız unsurlar olsa da, bu unsurlar ve hikâyeler arasında ustaca bir bağıntı kuruluyor ve masalların birbirinden bağımsız değil, birbirini bütünleyen anlatılar olması sağlanıyor. Muhayyelat tam da bu sebepten dolayı masal değil de, roman sanatına yakındır diyebiliriz. Kitabın tasavvufi yanından da bahsetmiştim. Aziz Efendi'nin hangi 'yola' bağlı olduğu net değilse de, kahramanlarına 'insanı kâmil' olma yolunda bir tür seyri sülük yaptırdığı da çok açık.
Muhayyelat 18'inci yüzyılda yazılmış olmasına rağmen, tıpkı modern metinler gibi daha ilk satırlarda bir 'evren' kurmayı başarması, gelenekle modern anlatı arasındaki geçişi ve bir Osmanlı aydınının trajediye masallar üzerinden nasıl yer verdiğini görmek açısından kesinlikle okunması gereken bir eser. Devrinde 'çok fazla hayal kurulduğu' için eleştirilen eser, yine de Tanzimat döneminde yazılan roman ve hikâyeleri etkilemeyi başarmıştır. Bu etkinin günümüzde bile sürdüğünü görmek heyecan verici.