Amerikana, ABD'ye okumaya giden Nijeryalı genç bir kadının bir Afrikalı olarak ABD ya da Batılılaşma tecrübesi ile ülkesine geri dönüş süreci üzerinden bir ırk/kimlik okuması. Roman elbette sadece bir kimlik okumasından ibaret değil ancak romanın kahramanı Ifemelu başta olmak üzere romandaki siyah kadınların saçları üzerinden kimlikleri hakkındaki tespitleri, 28 Şubat sürecini yaşamış başörtülü kadınlar için fazlasıyla tanıdık.
Kitabın yazarı Chimamanda Ngozi Adichie, kitap hakkında bir röportajda; "Siyah kadının saçı siyasi bir konudur" diyor. Adichie'ye göre saçını sadece kendi tercih ettiği şekilde kullanmak isteyen bir siyah kadın, istese de istemese de siyasi bir duruş sergilemiş oluyor.
Ifemelu'nun üniversite okuduğu ABD'de bir iş görüşmesine gideceği zaman duyduğu ilk tavsiye, saçlarındaki örgülerden kurtulup saçlarını düzleştirmesi gerektiği. Profesyonel bir görüntü vermenin ilk şartı düz saç! Eğer saçınızı doğal şekilde bir Afro ile ya da uzun örgülü şekilde kullanıyorsanız en iyi ihtimalle bir sanatçı olduğunuz düşünülür. Kitapta aynı zamanda anonim blog yazarlığı yaptığını da gördüğümüz Ifemelu, saç meselesinin Amerika'da ırk tartışmaları için en iyi metafor olduğunu yazıyor. Televizyonda, moda programlarında 'öncesi' çirkin olan siyah kadının saçı doğalken, 'sonrası' güzelleşen siyah kadının saçları düzleşmiş oluyor. Ifemelu, konuyu provoke edici bir soru ile sonlandırıyor: "Michelle Obama, saç düzleştirmenin acı veren sürecinden bıksa ve kendi doğal saçıyla ekranlara çıksa ne olurdu? Eşi Barack Obama kesinlikle oy kaybederdi." Yazar Adichie'ye göre ise; 'seçilmezdi.'
Ifemelu'nun bu satırlarını okurken zihnimde son zamanların en popüler dizilerinden biri olan How to Get Away with Murder'dan bir sahne belirdi. Başrol oyuncusu siyah bir hukuk profesörü kadın olan dizinin yapımcısı da, ABD dizi sektörünün en önemli isimlerinden ve yine siyah bir kadın olan Shonda Rhimes. Rhimes başrolünü kadın, özellikle de siyah kadın, oyunculara verdiği dizileriyle tanınan başarılı bir isim. Bu dizilerle siyah kadınların ekranda görünürlüklerinin artması, hem kadın hem siyahlar için önemli bir gelişme olarak tartışıladursun, ilk sezonda dördüncü bölümün son sahnesi Ifemelu'nun tespitlerini görünür kılıyordu. Herkesin korktuğu ve saygı duyduğu siyah bir kadın olan başarılı hukuk profesörü Annalise Keating, gece ayna karşısında düz saçlardan oluşan peruğunu çıkararak, kısa ve kıvırcık doğal saçlarıyla kalıyordu. Gördüğümüz her şey sahteydi ve Annalise, beyaz olan kocasıyla hayatlarının dönüm noktası olabilecek önemli bir konuyu konuşmak için sahte görüntüsünden arınıyordu.
Annalise Keating'i canlandıran Viola Davis ise, bu rol ile Emmy ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan ilk siyah kadın oyuncu olarak sahneye çıktığında, kısa saçları minik bir Afro tarzında, olabildiğince doğaldı. Yani sanatçı Viola Davis kendi doğal saçlarıyla sahneye çıkarken, dizinin kahramanı hukuk profesörü Annalise Keating düz ve çarpıcı bir model verilmiş saçlara sahip olmak zorundaydı.
Bütün bunlar 28 Şubat kadınları için fazlasıyla tanıdık. Siyahi kadınlar saçları üzerinden bir ayrımcılık ile karşı karşıyayken, Türk kadınları başörtüleri üzerinden benzer bir ayrımcılığa maruz kalmıştı. Siyahi kadından saçlarını 'düzleştirmesi' beklenirken, başörtülü kadından saçlarını 'göstermesi' bekleniyordu. Bu kadınların saçları üzerindeki seçimleri siyasi değildi ancak dönüşmeleri istenen bireyler kesinlikle siyasi bir tasavvurun eseriydi.
Günümüzde geçmişleri sömürge ve kölelik utançlarıyla dolu 'beyaz hâkimiyeti', ABD ve Afrika ülkelerinde üstün kültür hegemonyası ile tutunmaya çalışırken, Türkiye'de de kendini hep üst kültür olarak konumlandırmış olan 'beyaz Türk' hâkimiyeti tartışılıyor. Ancak görünen o ki mücadele bir süre daha devam edecek. Doğal saçlarıyla siyah kadınlar, başörtüleriyle Müslüman kadınlar ayrımcılığa uğramayı sürdürecek. Türkiye'de 28 Şubat sürecinde üniversiteye gidemeyen, devlet kurumlarında işe alınmayan, özel sektörde ise 'beyaz' kesim tarafından sadece temizlikçi olarak kabul edilebilen, kendi kesimi tarafından ise başka alternatifi olmadığı için neredeyse maaşsız, adeta sömürülerek çalıştırılan başörtülü kadın, artık daha az baskı altında. Bu engelleme ve ayrımcılık çabaları eskisi kadar açık değil.
Sana hükmeden saçların
Amerikana'da Ifemelu'ya saçlarını düzleştirmesi tavsiyesinde bulunan arkadaşı Ruth "Kimse bunları söylemez ama önemlidir" diyor. Başörtülü kadın için de artık açıkça ifade edilmese de başörtüsü her zaman ilk 'engel'. Eylül ayında Almanya'da yayınlanan ve 'Institut zur Zukunft der Arbeit' (IZA) tarafından yapılan bir araştırmaya göre başörtülü bir adayın, aynı eğitim düzeyinde olan ve aynı nitelikleri taşıyan Alman kadın adaya göre ortalama 4 buçuk kat daha fazla iş başvurusu göndermesi gerekiyor. Yüksek pozisyonlar için müracaat eden başörtülü adaylar için ayrımcılık daha da yüksek; ortalama 7,6 kat daha fazla iş başvurusu yapması şart.
Siyah, kadın ve başörtülü olmak ise özellikle ABD gibi bir ülkede işinize mâl olabilecek bir kombinasyon. ABD'nin Illinois eyaletinde, ülkenin en ünlü Evanjelist üniversitelerinden Wheaton College'ın ilk kadrolu siyah kadın profesörü olan Larycia Hawkins geçen yıl aralık ayında ülkede artan ayrımcılığa karşı Müslüman öğrencilerine destek için başörtüsü takacağını açıkladığı Facebook yazısı üzerine önce uzaklaştırma aldı ve birkaç gün içinde işine son verildi. Üniversitenin ilk kadrolu siyah kadın profesörü olarak gördüğü 'hoşgörünün' de bir sınırı vardı ve başörtüsü ile bu sınırın sonuna gelinmişti.
Bu ayrımcılığın sadece profesyonel alanla sınırlı olmadığının altını çizmemiz gerek. Saçını düzleştirme işlemi siyah kadın için acılı bir işlem olmanın ötesinde hayatının her anını etkileyen bir mecburiyet. Yine Amerikana kitabında Ifemelu'ya "Saçını düzleştirmek hapiste olmak gibi. Bir kafestesin. Sana hükmeden saçların. Bugün koşmaya gitmedin çünkü terleyerek düz saçlarının zarar görmesini istemedin." diyor bir arkadaşı. Saçını düzleştiren siyah kadın hayatını saçını düz tutabilme mücadelesi ile geçirirken, başörtülü kadın da sosyal alanda başörtüsü ile nerelere gidip gidemeyeceğinin hesabı yapıyordu. Son birkaç yıla kadar Türkiye'de asker oğlu ile orduevine giremeyen başörtülü anne, tiyatroda, konserde izleyici olması sorun olup değil seyircilerden, sahneden bile tacize uğrayan başörtülü kadın örneği hiç az değildir.
Gelişmiş Batı medeniyeti kendini ifade özgürlüğü, liberal demokrasi gibi tanımlarla anlatmayı seçiyor, üstün olmanın şartları olarak bu özellikleri önkoşul olarak gösteriyor. En önemli ölçütlerden biri bireyin kendini arzu ettiği şekilde ifade edebilme özgürlüğüne sahip olması. Ancak bu sığ üst yüzey hafifçe sıyrıldığında kendine benzemeyen, benzemeyi kabul etmeyen her unsurun dışlandığı görülüyor. Bu ayrımcılığa hala en ağır şekilde afrosu ya da başörtüsü ile bir kadının uğradığı doğru ancak gün geçtikçe bu baskı karşısında direnci gelişen ve kendi hakları için mücadele eden kadınların artması umut verici.