Eduardo Galeano da benim için öyledir. Galeano'yu ne yazsa okunur kılan özellik, ortak insanlık tarihine bakarken gösterdiği hassasiyettir. Montevideolu efsane gazeteci Galeano, neredeyse bir antropolog gibi deneme ve kısa hikâyelerinde hep insanın vicdanından bahseder. Bu yanıyla sezgileri çok güçlü bir tarihçidir de aynı zamanda. Fakat bildiğimiz tarihçilerden biri değildir Galeano. O, tarihi kısa hikâyeleri ve denemeleri içinde yaşayan zamansız bir masalcıdır. Onun masalları gerçeğin üstünü ve altını anlatır. Farklı coğrafyalar, farklı zamanlar bu masalsı anlatımda aynı zaman içinde birleşir ve insanın tarihi denilen daha oylumlu bir anlatının küçük birer maddesi olurlar.
Galeano Kadınlar'da bir cinsiyet araştırmasına girişmiyor. Ya da bir kâhin gibi kadınlar hakkında öngörülerde bulunmuyor. Onun kadınları direnen kadınlar her şeyden önce. Engizisyona, senatoya, kiliseye, sömürgecilere direnen kadınlar... "Çok eski zamanlarda, orman perisi Eko konuşabiliyordu. Üstelik o kadar güzel konuşuyordu ki, sözcükleri sanki daha önce başka hiçbir ağız tarafından dile getirilmemiş gibi güzel geliyordu dinleyenlere. Ancak Zeus'un resmi karısı Tanrıça Hera, sıklıkla yaşadığı kıskançlık krizlerinden birinde onu lanetleyince, Eko cezaların en kötüsünü çekti ve sesinden mahrum kaldı. O andan itibaren artık kendi başına hiçbir şey söyleyemedi, sadece başkalarının söylediğini tekrarladı. Zaman içinde gelenekler, bu laneti en üstün erdeme dönüştürecekti."
Galeano'nun yazdığı neredeyse bütün kitaplar bir çırpıda değil de, zamanla, sindire sindire okunması gereken türden. Yazar minör metinlerin üstadı olduğu için bazı metinler fazlasıyla şiir sanatına da yaklaşmış oluyor. Galeano kitaplarının sevdiğim özelliklerinden birisi de okumak için illa
ki bir sayfa sırası takip etme zorunluluğu olmaması. Böylece okur da kendi bakış açısıyla metinleri kafasında daha ilginç, daha farklı bir sıraya koyabilir.
Kadınlar'da, Latin Amerika tarihine iz bırakan direnişçi kadınları da okuyoruz. Daha önce ismini duymadığımız kahramanlar bunlar. Dişi Kaplan lakaplı Juana Ramona, General lakaplı Carmen Velez gibi… Burada tabii şunu da belirtmeden geçmemek lazım; Galeano özellikle kendi kıtasında ve batıda yaşamış kadınların hayatlarını destansı ve doğru bir şekilde anlatırken özellikle doğuda yaşamış kadınları yanlış kaynaklardan okumuş. Tabii önümüzde bir dört başı mamur kadınlar tarihi yok. Büyük kısmı kurguya dayanan bir derleme olsa da, en azından Hz. Ayşe gibi önemli isimler yazılırken Şii kaynaklarından değil de, daha doğru kaynaklardan okuma yapabilirdi Galeano. Mesela şu satırlar gerçeği yansıtmıyor ne yazık
ki: "Günümüzde kadınların içeriye adım atmasının yasak olduğu birçok cami var ama o dönemde Ayşe, halkın öfke ateşini tutuşturan nutuklarını camilerde atıyordu. Daha sonra devesinin sırtında Basra'ya saldırdı. Uzun süren savaşta 15 bin kişi can verdi. Dökülen bu kan Sünnilerle Şiiler arasında bugün hâlâ kurban almaya devam eden nefretin başlangıcını oluşturdu. Bazı teologlar ise bunun mutfaktan çıkan kadınların ne tür felaketlere yol açabileceğini göstermek açısından çok güzel bir örnek teşkil ettiği yönünde hüküm verdiler." Kendi Marksist geçmişinden dolayı seçtiği Marksist kadın karakterlerinden büyük kahramanlar çıkartırken, nedense doğudaki kadınlar hakkında doğru okumalar yapamıyor ve peşin hükümler verip ne yazık ki doğuya Oryantalist gözlüklerle bakıyor.
Bir de yayınevinin yaptığı bir hataya değinmek isterim. Kitabı rafta gördüğünüzde Galeano'nun yeni bir kitabı olduğunu sanıyorsunuz. Ya da ölmeden önce yayımladığı son bir kitap olduğunu düşünüyorsunuz. Sonradan ortaya çıkıyor ki; Kadınlar, Galeano'nun Boş Gezen ve Diğer Öyküler, Ateş Anıları, Kucaklaşmanın Kitabı, Yürüyen Kelimeler, Tepetaklak/Tersine Dünya Okulu, Aynalar: Neredeyse Evrensel Bir Tarih, Ve Günler Yürümeye Başladı kitaplarından derlenmiş bir antoloji. Yani yazarın bu kitaplarını okuduysanız bu metinlere de aşinasınız anlamına geliyor.