Düğünden gelin kaçırmak, saraydan at çalmak ve dahi kırk farklı makamda ıslık çalmak eski kültürümüzde kahramanlık alametleriydi. Bunlarda muvaffak olan kişilerin şöhretleri dağlarda ve denizlerde söylenir, kendileri öldüklerinde dahi şanları yaşardı. Yine de İbrahim Efendi kendi düğününden, üstelik evlenmek üzere olduğu genç bir kadını kaçırmayı gururuna yediremedi. Doğacak evladın nesebi hususunda hiçbir şüphe olmayacağı kesindi fakat işin sonunda kahraman kadar rüsva olmak da vardı. Bu yüzden zaten kimsenin görmediği cılız ve hastalıklı bedenini nikâh dairesinin dışına sürükledi ve kayıplara karıştı.
Bir meslektaşımızın geçen asırda vukufiyetle ifade ettiği gibi: "Harita icat edilmeden evvel insanlar kaybolmak nedir bilmiyordu." İnsanın kendi içinde kaybolması gibi tumturaklı lafların uydurulması için de cemiyetin topyekûn aptallaşmasını beklemek gerekecekti. Bu yüzden eski kitapların ya mukaddimesinde ya da dibacesinde "İnsan dünyada kaybolmaz" yazılıdır. O halde İbrahim Efendi'nin kayıplara karışmasından murat kendisinin bile ücrası olan bir yere saklanmasından başka ne olabilir?
Kâh inerim yeryüzüne
İnsanlardan umudunu çoktan kesmiş olan İbrahim Efendi inzivaya çekildikten sonra dikkatini iki canlı türüne yöneltti. Bunlar kuşlar ve çiçekler idi. Ahir ömrünün birkaç yılını onların isimlerini ve hususiyetlerini anlamaya, onlarla yakınlık kurmaya adadı.
Evvela buna uygun bir mesken tuttu kendine. Obasını, Ağlayan Gelini yani ters laleyi ilk kez gördüğü yere kurdu. Çoban Yastığı ile yakından alakadar
oldu. Hercai Menekşelerden iyilikle kötülüğün umumiyetle bir arada bulunduğunu öğrendi. Cam Güzeli, Hüsnüyusuf, Cennet Kuşu en yakın arkadaşlarıydı. Canı sıkıldığında Buhurumeryem, Horoz İbiği, Civan Perçemi, Çarkıfelek gibi nispeten uzak mahallerde yaşayan dostlarını
ziyaret edip onlarla dertleşti. Kimi zaman da Küpe yahut Ateş Çiçekleri, Gâvur Gülleri, Hanım Düğmeleri, Sümbülteberler orada burada yolunu kesip
halini hatırını sorarlardı. İbrahim Efendi'nin muhitine uğramayan tek güzel ise Kahkaha Çiçeğiydi.
Kâh çıkarım gökyüzüne
İbrahim Efendi'nin inzivası uzadıkça zihninde yerle gök birleşmiş, tabiat gözüne tek bir parça halinde görünmeye başlamıştı. Kanatları olmasa da şairin "kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi" bahsinde ifade ettiği mertebeye erişmişti. Bu sayede kuşlardan bir meclis kurmuş, gece gündüz onlarla söyleşmişti.
Şimdi hatırladığımız kadarıyla kuşlar meclisinin azalarından bazılarının isimleri şöyle idi: Sarı Kiraz Kuşu, Sarı Asma Kuşu, Bıyıklı Baştankara, Kardinal Kuşu, Kızıl Gerdan, Bayağı İpek Kuyruk, Tarla Kuşu, İshak Kuşu, Keten Kuşu, Şakrak Kuşu, Çalıkuşu ama Sürmeli olanından. Cemiyetin zabıtlarına da Sekreter Kuşu vaziyet ediyordu.
Aman avcı
Yine bir gün İbrahim Efendi kuşlarla ve çiçeklerle halvet halindeyken üzerlerinde bir gölge belirdi. Kanat açıklığı üç metreyi bulan, kartalı andıran bir vahşi kuştu bu. Kanatlarını çırparken çıkardığı rüzgâr bir acı yele dönüşüyor, adeta bir çığlık gibi toprağa saplanıyordu.
İbrahim Efendi buna kayıtsız kalamadı. Eline bir taş alıp bu devasa kuşu kovalamaya başladı. İbrahim Efendi kuşun konduğu yere doğru koşuyor,
tam yaklaşıp kafasına taşı indirmeye hazırlanırken kuş aniden kanatlarını açıp uçmaya başlıyordu. Bu kovalamaca akşam saatlerine kadar sürdü. Nihayet yorulup vazgeçmek üzereydi ki kuşun indiği yerin yuvası olduğunu anladı. Son bir gayretle kayalara tırmanıp sessiz adımlarla yuvaya yaklaştı. Tam üzerine atlamak üzereyken kuş döndü ve göz göze geldiler. Saatlerdir kartal zannederek peşinden koştuğu zavallı hayvancağız aslında toy kuşu değil miymiş? Fakat iş işten çoktan geçmişti.
Şenlik dağıldı
İbrahim Efendi elleri kanlı bir şekilde obasına döndüğünde meclisin çoktan dağıldığını gördü. Üstelik işlediği bu ilk cinayet onu görünür hale getirmiş ve her yerden haberler yağmaya başlamıştı.
Rüzgâr tarafından getirilen bu haberlerden biri de Leyla hakkındaydı. İbrahim Efendi bu haberi duyunca kulaklarına inanamadı. Gidip hakikati kendi gözleriyle görmekten başka çaresi kalmadı. Azığını almadan yola koyuldu. Hadiseler giderek daha garip bir hal alıyordu.