İBRAHİM EFENDİ’NİN ASTRAL SEYAHATLERİ
İbrahim Efendi, Leyla'nın evleneceğini duyunca uykudan kesildi. Kimileri yemekten, içmekten kesilir; İbrahim Efendi uykudan kesildi. Yeni doğmuş bir bebek için annesini kaybetmek neyse… Yemyeşil bir vadi için akarsuların çekilmesi neyse… Bir sokak köpeği için mahalledeki restoranların kapanması neyse… İbrahim Efendi için uykudan kesilmek oydu. Ona göre en hayati faaliyet uykuydu.
Uyku sağaltırdı. Uyku arındırırdı. Uyku dinlendirirdi. Uyku onarırdı. Acı hatıralardan kurtulmak ancak uyku sayesinde mümkün olurdu. Yaraların birçoğu insan uyurken kendiliğinden kapanırdı. Hepsinin de ötesinde İbrahim Efendi için uyku rüyalar, haritalar, yoldaki işaretler, karanlık odalara ışık getiren pencereler, yeni evlere açılan kapılar ve talimatlar demekti.
Bütün bunlardan yoksun kalınca İbrahim Efendi'nin ayarları bozuldu. Şaşırdı, sendeledi. Yataktan çıkmamaya başladı. Tam kırk gün boyunca şimdi uyudum, şimdi uyuyacağım diyerek yastıktan başını kaldırmadı. Vücudunda olimpiyatlara katılan bir jimnastikçiden daha az yağ kalınca Mahitab onu serumla beslemeye başladı.
Uyku ile uyanıklık arasında
Aslında İbrahim Efendi hiç uyumuyor değildi. Uyku ile uyanıklık arasındaki o tekinsiz coğrafyada sıkışıp kalmıştı sadece. Bir an dalar gibi oluyor, zihni kendisine oyunlar oynuyordu. Boyut değiştirdiği kesindi, öte yandan bu gördüklerinin rüya olmadığı da kesindi. İlk dalışında kendisini Ötüken'de unutulmuş bir erkek kurt olarak hayal etmişti nedense. İkinci dalışında uzaya fırlatıldıktan hemen sonra dünyadaki komuta merkezi ile bağlantısı kesilmiş bir mekik olarak gördü kendini. Üçüncü dalışında bir denizaltı idi. İkinci Dünya Savaşı'nın bittiğini bilmeden denizin altında dolaşıp duruyordu.
Kırk birinci gün Mahitab'ı şık kıyafetler içerisinde sokağa çıkarken gördü. Leyla'nın düğününü hatırladı, ona gittiğini anladı. Kendisini zorlayarak yataktan kalktı. Masanın üzerindeki davetiyeyi alıp gözlerine doğru kaldırdı. Düğünün gerçekleşeceği mekânın adresini okurken yüreğindeki sancı dayanılmaz bir hal aldığı için derinden bir "ah" çekti.
İbrahim Efendi'nin çektiği "ah" açık pencereden çıkarak sokağa karıştı. Sevgilisinden henüz ayrılmış bir genç kıza eşlik ederek metroya bindi. Üsküdar sahilinde indi. Kafasını telefonundan kaldırmayan bir ergenin okul çantasına girerek vapura atladı. Eminönü'ndeki karmaşada bir lahza soluklandı. Bilahare, Babıali yokuşunu oradaki dükkânların vitrinlerine bakarak çıktı ve nikâh merasiminin yapılacağı salona İbrahim Efendi'den önce gidip onu beklemeye başladı.
Aynada kendini görememek
İbrahim Efendi evden çıkarken son kez aynaya bakmış ve hayret etmişti. Umumiyetle insanlar kendilerini olduklarından daha güzel ya da yakışıklı görürler. Ecnebilerin yersiz özgüven adını verdikleri bu vakıayı Türkçeye sosyal gerçekçilik olarak çevirebiliriz. Fakat İbrahim Efendi'nin derdi bu değildi. İbrahim Efendi aynada kendisini göremiyordu.
Düğünün yapılacağı salona vardığında evde iken çektiği ahın kendi yerine oturmuş olduğunu fark etti. Kaldırmaya kıyamadığı için birlikte oturdular ve plan yapmaya başladılar. İbrahim Efendi'nin geldiği yerde düğünden gelini kaçırmak bir kahramanlık alameti olarak görülürdü. Koskoca Timuçin Han'ın karısını bile kaçırmamışlar mıydı? Kendisi de pekâlâ bunu yapabilirdi. Efendim, sevgi de neymiş, o zamanla kazanılan bir özelliktir, diye geçirdi içinden.
Kendi düğününde misafir
Bu sırada davetliler bir bir gelip yakınlık ve kıdem sıralarına göre koltuklara oturmaya başladılar. Birbirlerine hâl hatır soruyorlar, gülüşüyor, şakalaşıyorlardı. İbrahim Efendi'yi umursamıyorlar, hatta daha doğru bir ifade ile söylemek gerekirse görmüyorlardı. Öyle ki Mahitab bile yanından geçip gitmiş, kendisine selam vermemişti.
İbrahim Efendi planını tatbik etmek için girişe yakın bir yere geçmeye karar vermişti ki kapı açıldı. Gelin ve damat kol kola içeriye girdiler. İbrahim Efendi damadı görünce şaşkınlıktan düşüp bayılacak gibi oldu. Çünkü Leyla'nın evlenmek üzere olduğu adam İbrahim Efendi'nin ta kendisiydi. Üstelik Leyla'nın derdinden yatağa düşüp konuşmayı unutmadan ve bir deri bir kemik kalmadan önceki ışıltılı ve gürbüz haliydi.
Peki, şimdi ne olacaktı? İbrahim Efendi kendi düğününden gelin mi kaçıracaktı. İşler iyice tuhaf bir hal almaya başlamıştı.