HAYAT BİLGİSİ
Kendimi sevmem, başkalarını sevebilmemin ilk şartıdır
Sevgi; varlığı gizlenemeyendir, nerde olursa olsun kendini izhar edendir. Var olan her şey tezahürleri ile belli olur, sevgi de öyle. Bir çiçeği sevmek, bir hayvanı sevmek ya da bir insanı sevmek; onunla ilgili bir şeyler yaptırır. Baktırır, gördürür, düşündürür, hareket ettirir. Kendisinin dışındaki birine içtenlikle yöneltir. İnsanca duygularla, insanca bir hayata adım attırır.
Sevgi ve şefkat; ilk gıdamızdır Canımıza can katan sevgiyi, çocuk ilk önce sevildiğinde hisseder. Bu hisle, çocuğun sevgi çekirdeğine su dökülmüş ve güneş vurmuş gibi olur. Böylece içindeki sevgi çekirdeği büyümeye başlar. O büyüdükçe başkalarına karşı da sevgi duyguları uyanır ve içi kıpır kıpır olur. Çocukken, anne babasından gördüğü, şartsız ve çok güzel bir şekilde ona yansıyan şeyin sevgi olduğunu anlayamaz fakat o güzel duyguyu iliklerine kadar hisseder. Bu, çocuğun aklının ve duygularının büyümesi için alan açmak ve beslemek demektir. Yani, önce çocuk adını koymadan sevgiyi yüreğinde hisseder sonra bunu çoğaltarak yansıtır.
Sevgi başlangıçta büyükten küçüğe akarken, daha sonra çocuk büyüdükçe kendi içinde çoğaltıp o da karşısındakilere yansıtmaya başlar ve işleyiş
güzel bir veriş-alışa dönüşür. Bu çocuğu ayağa kaldırır, belini doğrultur ve bakışlarını gülümsetir. Farkında olmadan etrafı daha güzel görmeye başlar. Daha coşkulu koşar oynar, her şeye daha olumlu bakar, daha barışık ve daha insanca duygular sarıp sarmalar çocuğu. Çünkü içindeki temel açlık giderilmeye ve bu sayede yüreğinin gözleri görmeye, kalbi atmaya başlamıştır. İnsanca yapılanmanın en önemli harcı temele konulmuştur. Bu çocuğun bütün kimyasını olumlu yönde etkiler. Bu yapılanma; ancak ve ancak sevginin söz ve davranışlardaki uyumlu birlikteliği sağlandığında oluşur.
Çocuk büyüdükçe, anne babanın beklentileri de büyür. Başlangıçtaki çocuğun gönlüne çiçek açtıran beklentisiz sevgi, yerini şartlı sevgiye bırakır.
Çünkü çocuğun boyunun büyümesine paralel, anne baba tarafından büyük yerine konur. Eğer biz anne babaların, çocuk psikolojisi ve gelişim basamakları hakkında yeterli ve düzenli bilgi sahibi olmak gibi bir gayretimiz olmazsa, "ben doğrusunu bilirim. Ne istersem doğru odur, onu yapacaksın, sen çocuksun, büyüklerinin sözünü dinlemelisin" modunda hareket ederiz. Anne baba, itaat eden uysal bir çocuk yetiştirmeye gayret ettikçe, çocuğun çok daha acil bir ihtiyacı görmezden gelinir. O da şartsız sevilip kabul görmesi ve kendisine değer verilerek davranılmasıdır.
Çocuk büyüyerek genç olmaya başladığında, giderek sevgiyi sunmanın şekli değişmeye ve devreye roller ve sorumluluklar girmeye başlar. Biz anne babalar, sevgiyi vermek için beklentilerimizin gerçekleşmesini talep ederiz. İşte asıl sıkıntı burada başlar. Beklentinin realist olmaması, doğru bir bilgi kaynağına dayanmayan ve çocukluk özelliklerini bilmeden anne babalık yapmaya çalıştığımızda; iletişim kazaları yaşarız. Bu ise, çocuğun duygularına zarar verir ve bizimle iletişimini bozar. Oysa olması gereken ilk husus; anne babasının gencin gönlünde yer almasıdır. Anne babasının kendisini yürekten sevdiğine inanmasıdır. Ailede kök salması ve kendisini o yuvaya ait hissetmesi; sınırları olan ve aynı zamanda çocuğun da sınırlarını koruyan bir anne baba olmalarıyla yakından ilişkilidir.
Beklenen ve ihtiyaç olan ise, gerektiğinde yanlışlarını gösterip yardımcı olmaya çalışmaları ve fakat aradaki olmazsa olmaz yürek bağını mutlaka ohesaba katmaları ve "yavrum" dediklerinde yüreğine dokunmalarıdır. Tavsiye, uyarı ve hatta eleştirilerini, kişiliğini değil davranışlarını esas alarak yapmalarıdır. "sen beceriksiz, başarısız, dikkatsiz bir çocuksun" demek yerine, "hepimiz bu yaşlarda senin gibi acemilik çektik. Bunlar çok normaldir.
Bir de şöyle yapmayı denemek ister misin?" diyerek, gencin kendisini kötü hissetmeden coşkuyla yeniden başlama heyecanı duymasına yardımcı
olabilmeleridir. İşte bunları yapamadığımızda, davranışı değil kişiliği hedef alarak çocuğumuzu karaladığımızda ki "karalamak yaralamaktır", en çok zarar gören çocuğumuz olur.
Sevgiyi sözlerimizle verip davranışlarımızla geri alırsak, çocuk bunu anlayamaz ve nasıl düşüneceğini şaşırır. Özellikle 0-11 yaşta, çocuğun bağlanma ihtiyacı çok yüksektir. Sevgi ihtiyacı yaklaştırır, yanlış ve çocuğun kişiliğini hedef alan yıpratıcı ve kırıcı sözler uzaklaştırır. Bu çeken ve iten duygular, çocuğun psikolojik dengesini bozar ve çocuk tanımlayamadığı, anlayamadığı bu durumu kaldıramaz. Hırçın, huysuz, uyumsuz ve mutsuz
bir psikolojyle, anne babanın beklentilerinin aksine davranır. Bu durumun arkasındaki sebeplerin kendilerine bağlı olduğunu anlayamayan anne
babalar, çocuğu eleştirir ve dengeli davranması için uyarırlar. Çocuk da bu uyarıları anlayamaz ve zaten sevgi ve tutarlı davranma ihtiyacı giderilmediği için istedikleri gibi de davranamaz. Ondan sonra da adı "sorunlu çocuk" olur. Oysa doğru cümle, "sorunlu hale getirdiğimiz çocuk" olmalı.
Gencin kendisini nasıl algıladığı, hayata baktığı penceresidir
Bu şekilde büyüyen çocuk genç olduğunda, kendisinin sevilmeye değer olmadığına inanır. Çünkü kendilik algısı zarar görmüştür. Her adım atışında, bir karar alacakken, anne babası yanında olmasalar bile, onlar sözleri ile hep gencin zihnindedirler ve aynı yıpratıcı, yıkıcı sözleri söylemeye devam ederler. Bir insan sürekli neleri duyarsa, giderek onlara inanır. Bu herkes için böyledir fakat çocuk için daha çok böyledir. Çünkü anne babası, çocuğun sadece zihninin değil, yüreğinin gözleri açık kulakları büyük şekilde yöneldiği ilk muhataplarıdır. Sözleri çocuğun hayatının gidişini etkiler. Çocuk olumsuz yaklaşımlarla giderek kendisiyle arasının açılmasına rağmen, sevgi görme ve ailesiyle bağının devam etmesine duyduğu ihtiyacından dolayı bağını koparamaz fakat kendisi ile bağı kopar. İç hacmi küçülür, kabına sığamaz, kendi gönlüne kendisini alamaz, gönlünün kapıları kapanır ve kendisi dışarıda kalır.
İşte bu, bir çocuğa yapılacak en kötü ve zararlı yaklaşımların başında gelir. Kendi gözünde değeri düşer ve hatta kendisinin üstünü çizer. Bu duygu seviyesi, sorunların hormonlu deve dikeni gibi hızlıca çocuğun duygu dünyasını kaplaması anlamına gelir ki, bu düzelmeden, var olan yaralar iyileşemez. Çocuk kendisini sevmeden Rabb'ini (c.c) bile sevemez. Oysa her iyi iş için, sevgiyi kendine sunması, kendisini sevmeye ve sevilmeye değer bulması lâzımdır. Bu durum düzelmedikçe hayatı boyunca "ben" olması da, "biz" olması da çok zordur. Bu tablonun mimarı ise, çok seven fakat sevginin nasıl verileceğini bilmeyen biz anne babalarız. Elindeki çok değerli kristal parçasını marangoz testeresiyle şekillendirmeye çalışarak, onları basit birer cam parçası haline getiren yani elindeki malzemeyi tanımadığı için heder eden acemi çıraklara döneriz Allah (c.c) korusun.
İlişkiler sağlamsa kişilik sağlam olur
Sevgiyi dolu dolu hisseden çocuk, verilen her güzel bilgiyi, kendisinden istenenleri ve büyüdükçe öğrendiği sorumluluklarını hiç zorlanmadan ve mutlulukla yapar. Kendisini geliştiren yeni düşünceler, hobiler, yeni yeni ilgiler edinir. Ve artık çocuğumuz ön ergenlik ve ergenlik çağlarında, kendi dünyasını ve dünyayı güzelleştirme aşamasına geçer. İyi bir arkadaş olur ve bu arkadaşlıklar sürdürülebilir arkadaşlıklar olur. Çünkü aileden aldığı
değerler, gördüğü sevgi ile birlikte, olması gerektiği gibi çocuğun hayatındayer almaya başlar. Bu uyum ve güzel geçim demektir. Bu da önce çocuğun kendisini nasıl gördüğünün fotoğrafını çeker. O fotoğraf dünyaya gülümseyerek bakan bir fotoğraftır. İşte bu profil, dünyaya şekil verecek aydınlık bir profildir ve bütün çocukların hakkıdır.
Sevmek vermektir, almak değil
Sıra yetişkinliğe gelince, zihin heybemizdekiler ve gönlünüzdekiler bizi şekillendirmeye başlar. Kavramlar adeta birer birer hayatımızda boy göstermeye başlarlar. İki yetişkin olarak çocukluğumuzdan itibaren biriktirdiğimiz malzemelerimiz hazır beklemektedir. Elimizi heybemize attıkça, ne biriktirmişsek elimize gelir. İşte kendimizi her ifade edişimizde bunlar muhatabımıza yansır. Sevgi, günlük işleyiş içinde kendini şahsın zihninde şekillendirdiği biçimle ortaya çıkar. Seni seviyorum derken, kendini ve isteklerine itaat edilmesini mi seviyor yoksa karşımdakinin mi? Seni seviyorum deyip, istediği her şeyi yapmalarını bekliyorsa, o kendisini, konforunu ve kendisine itirazsız hizmeti seviyor demektir, muhatabını değil. "Sev" demek kolaydır, kendini sevdirecek bir ahlâkın var mı? Ondan haber ver. "Seviyorum" demek kolaydır. Sevmenin gereğini yapabiliyor musun? Ondan haber ver. Kendini sevmiyorsan karşındakini hiç sevemezsin. Kendinle aran nasıl? Ondan haber ver. İstediğin olmadığında, gittiğini düşündüğün duygu sevgi değildir. Sevgiyi gerçekten tanıyor musun? Ondan haber ver.
Kendine düşeni yapmadan, sürekli beklenti içinde olup, beklediğin olmadığında kıyameti koparman, kendini sevmendir. Karşındakine saygı duymadan sevgisini kazanamazsın. Kendine saygı duymadan da karşındakine saygı duyamazsın. Kendine saygın var mı? Ondan haber ver. Pek çok
sorunun kaynağı, kendisini sevemediği için kendisine yabancılaşanların, içindeki dindiremediği savaşı, birlikte yaşadıklarına yansıtmasıdır, sonunda da suçu onlara atmasıdır. Savaşını bitirmeye niyetin var mı? Ondan haber ver. Ve ilâveten bilelim ki, sevebilmek bir makamdır, mertebedir ve sevme
yeteneği her insana bahşedilmiştir. Bu yetenek önce kişinin kendisini sevebilmesiyle açığa çıkar ve gelişir.
Öyleyse; kendimi sevebilmem, varlığımı hissedebilmemdir. Kendimi yüreğimde hissetmem, gözlerime fer, dizime dermandır. Yolumda ışık, belimde azıktır. Gayretimin arkasındaki müthiş organizatördür. Bana durmadan enerji yükleyen, iyiyi görmem, doğruyu yapmam için konuşan ve moral verendir. Kendimi sevdikten sonra, benim dışımdakine de yansıtabildiğim ışıktır. Taşa toprağa, börtü böceğe bile içimdeki bu hisle kuşatıcı ve gülümseyerek bakabilirim. Öyleyse, ilk önce, sevginin yüreğime kök salmasını sağlamak için, yaradanıma (c.c) müracaatımı yapmalı, sonra da gereken adımları atmalıyım.
Sevmek, korumayı ve geliştirmeyi sağlamalı. Öyleyse; önce ben kendimi nasıl koruyabilir ve nasıl geliştirebilirim?