Kendimi ifade etme biçimi olarak minyatürü seçtim
Başladığınız noktadan minyatür gibi bir alana ulaştınız ve buradan devam ediyorsunuz. Eserleriniz de büyük ilgi görüyor. Bir eser meydana getirirken neyi amaçlıyorsunuz?
Bir esere başladığım zaman o eserin kime hitap edeceği, alıcısının olup olmayacağı, güncel bir mesajının olması gibi sorulara çok takılmıyorum. Bu düşüncelerden ziyade bana dokunan, kendi fikir ve duygularımı yansıtan şeylere odaklanıyorum. Yani aslında biraz kendi dünyamı önceleyerek ilerlediğimi itiraf etmem gerek. Bu, ilk bakışta kulağa biraz bencilce gelebilir fakat kendi dünyanızı çözümlemeden muhatabınızla ilgili bir durumdan, hâlden, anlayıştan bahsetmek bana pek de mümkün gelmiyor. Tabii ki bu izleyicinin önemsenmediği anlamına gelmiyor, bilakis onun alacağı hazzın burada gizli olduğunu düşünüyorum. Sanat eserinin izleyicisine, önce sanatçının bakış açısı hakkında bir bilgi vermesi gerektiği kanısındayım. Sanatçının esere kattığı öznel yorum, izleyicinin o eser karşısında aldığı hazzı eşsiz hâle getirir. Bana göre sanat eserini özgün kılan şey de budur. Beni besleyen şeyler arasında bulunduğum yer elbette önemli. Fakat mekândan kastın, duvarlar ve yollardan ibaret olmadığının da altını çizmek isterim. Mekânlar ve ruhlar birbirine yazılıdır. Ruh da beden gibi beslenmesi gereken bir varlık, dolayısıyla güzel olanı izlemek, sanat icra ederken güzel olanı seçip yansıtmanıza sebep olur. Tabii bu yansıtmanın çeşitli yolları var; kimisi yazarak, kimisi söyleyerek ifade ediyor kendini. Ben de kendimi ifade etme biçimi olarak minyatürü seçtim. Zaten çizimlerimde de sıklıkla Balat'ta iç içe olduğum evleri kullanıyorum. Bulunduğum mekân bu açıdan benim için zengin bir kaynak aynı zamanda.
Aslında sanat eğitimime başlarken ne yapmak istediğimi biliyordum ama varmak istediğim yer konusunda çok net bir fikrim yahut hedefim yoktu. Sadece ilerliyordum. Örneğin eserlerimin kalabalıklara hitap etmesi gibi bir beklentim yoktu ama öte yandan her bir eserin kendi ruhdaşını bulmasını arzu ediyordum. Üretime devam ederken beni motive eden şey bir hedeften ziyade "yolda olma" hâliydi. Bugün geldiğim noktada tam olarak bir hedeften değil ama bir ümidimden bahsedebilirim. Kendi sanat yolculuğumun devamında, bugün benim yürüdüğüm yolda yürümek isteyenlere 21'inci yüzyıldan bir ışık, bir nefes taşıyabilmiş olmayı ümit ediyorum.
Balat'ta bir atölyede minyatür sanatıyla uğraşıyorsunuz fakat öncesinde de felsefe ve psikoloji geçmişiz var? Hayalleriniz bugün geldiğiniz yere nasıl evrildi?
Öncelikle belirtmeliyim ki, akademik olarak ilgilendiğim psikoloji ve felsefe ile icra ettiğim sanat olan minyatürü hiçbir zaman ayrı görmedim. Geleneksel sanatlarla ilk karşılaşmam da psikoloji okurken bir ödev olarak Topkapı Sarayı'na gitmemle başladı. Bu ödevde benden beklenen sanatın insan ruhuna etkisini detaylıca incelememdi. İnceleme yapmaktan inceleme konusu olmama varan hikâye de burada başlıyor. Sarayda yüzyıllardır esen o tarihî atmosfer, o durağan hava o zamana kadarki alışkanlıklarıma çok ters düşüyordu. Bu tezat, bir masa başında sebat ve sükûnet ile saatlerce hatta günlerce çalışan, bir eseri ortaya çıkarmak için neredeyse aylarca emek sarf eden talebeleri gördüğümde kısmen şaşırmama, daha çok da merak duymama sebep oldu. Belki de o zamana kadar farkında olmadığım ama en çok ihtiyacım olan şeyle böylece tanışmış oldum; sabretmek ve beklemek. Üstelik bunları çalışarak ve bezginlik göstermeden başarmak… İşte böylece ilk icra alanım olan ve on yıldan fazla emek verdiğim tezhip sanatına adım atmak için bir motivasyon bulmuş oldum. Bu sırada psikoloji eğitimimi tamamladım. Fakat pratikte "güzel"i icra ederken "güzel" olanın ne olduğu sorusu zihnimde büyümeye başladı. Bu sorgulama süreci ideal olanı, güzel olanı, iyi olanı aramaya itti beni. Yani bir anlamda felsefenin kollarında buldum kendimi diyebilirim. Sonrasında felsefe eğitimimi de tamamladım. Fakat bu esnada çiçekler ve yapraklarla başladığım çizim serüveni de evlere ve gökyüzüne evrildi. Yani yeni sorgulamalar beni tezhip alanından minyatüre taşıdı.
Felsefenin soru sorma pratiğinin sanatımın üretim sürecine etkisi kaçınılmazdı. Tabii bu, tabiri caizse işin geleneğine de aykırı gibi görünüyor. Yani böyle bir ön kabul, böyle bir alışkanlık var. Bahsettiğim ön kabuller minyatürün geleneğinde değil, insanların zihninde oluşan ve eski değil bilakis yeni bir kabul bence. Minyatür sanatı 7'nci yüzyıldan itibaren yenilikçi ve çağına özgü özellikler göstermesine rağmen günümüzde geçmişin bir taklidi olmaktan öteye gidemiyor maalesef. Nakkaş Osman'ın kumaşı bezeyişinde, Matrakçı'nın minyatürü salt mimariden ibaret sayışında, Levni'nin renkleri ve -neredeyse ilk kez- kadın figürünü öne çıkarışındaki cesaretinde hep bir özgür ve özgün olma hâli vardı. Bizim de bugün ortaya yeni bir şeyler koyarken muhafaza etmemiz, korumamız gereken gelenek onların gösterdiği özgün tavır ve cesaret olmalıdır. Benim anlayışıma ve sanatıma göre gelenek, ahde vefadan çok minyatür sanatının biçim algısını koruyarak yeni şeyler üretebilme özgürlüğüdür. Gelenek size yöntemi öğretir, bu yöntemle sizin göstereceğiniz şey size has ve yeni bir şey olmalıdır. Bu idrake varabildiğim için kendimi çok şanslı görüyorum. Felsefe eğitimi alırken felsefeyle ne yapacağım konusunda planlarım olduğu gibi minyatürle ilgili çalışırken de sanatımla ne yapacağım, nerede olacağım gibi konularda tabii ki bir fikrim vardı. Balat'ta bulunuyor olmam da bu sürecin bir parçası. Atölyem için seçeceğim mekânın, şehrin eski dokusunu yansıtırken, yaşayan zamanla da bağını koruyor olması çok önemliydi. Zannediyorum ki Balat da bu nitelikleri fazlasıyla bünyesinde barındırıyor.