Birileri aile kurumunun köküne kibrit suyu dökmek istiyor
Feminist edebiyatın başyapıtı kabul edilen Kurtlarla Koşan Kadınlar'ın yazarı psikanalist Dr. Clarissa P. Estes'e göre "bir kadın edepli olmalı, nazik olmalı, söz dinlemeli, hizmet etmeli, memnun etmeli" gibi yüzyıllardır süregelen türlü dayatmalardan ötürü kadınlar vahşi doğalarından koparılmıştır. Özünden bu kadar koparılan kadın iç barışını kaybetmiş, kendine biçilen kaftana uygun olmaya çalışmış, kaybolmuştur. Günümüz kadınları için kışkırtıcı olan bu söylemlerin artık bizdeki karşılığını yitirmeye başladığını düşünüyorum ben. Şimdi sizlere Prof. Dr. Elif Nuroğlu'ndan bahsedeceğim... Nuroğlu'nun sessiz ama oldukça güçlü bir hikâyesi var. Duruşu, başarı grafiği ve yaklaşımları ile Estes'in birçok tezini tepe taklak ediyor. Çünkü biliyorum ki, Allah'a ve Resulüne iman eden kadın ve erkeklerimizin birbirlerinden korunmaya ya da güreşmeye ihtiyaçları yok. Çünkü kurt kapanları, kafesleri ve zehirli yemleri yok. Bunun yerine iyi insan olma çabaları, aile değerleri ve çocukları var. Elif Nuroğlu tam da bu minvalde, Müslüman kadının yeniden dirilişine işaret eden çok güzel bir örnek. Kendine dönmek, var olmak ama diğer yandan da evinin yolunu bulmak isteyen birçok kadına ilham olması temennisiyle...
Sessiz ama yüksek bir kariyer grafiğiniz var. Sizi henüz tanımayan birçok kişiyi baz alarak sormak istiyorum. Elif Nuroğlu kimdir, neyle iştigal eder?
Gönenlidir, Gönenli ve Rumeli göçmeni olmaktan nedenini bilmediği bir mutluluk duyar. 1999 yılında girdiği üniversite sınavında İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu için puanı kesilen ve tıp okuma hayalleri kırılan, sonrasında tıp okumaktan soğuyan, akabinde "Bu yıldızlar sönmesin" şeklinde bir gazete ilanı görüp Önder'in yolunu tutan, Önder bursu ile Bilkent Üniversitesi'ne başlayan 17 yaşında bir öğrenci. 1,5 yıl okuduğu ve çok sevdiği Bilkent Üniversitesi'ni başörtüsü sorunundan dolayı bırakmak zorunda kalan ve Viyana yolunu tutan 19 yaşında bir kız. 2007 yılında Uluslararası Saraybosna Üniversitesi'nden asistanlık teklifi gelince, bu kez Viyana'dan bavulunu alıp tek başına akademik kariyer yoluna çıkmış biri. 2009 yılında oğlum doğmadan önce doktora tezimi hocalarıma gönderip hastaneye gittim. Şu an 10 yaşında olan oğlumun ilk 10 ayı evde annesiyle doktora tezini düzeltmekle geçti. Bosna'da düzenli bir bakıcısı olmadı, ben derslerimi hep oğlumun yanında hazırladım. Anne ve babası olarak aynı üniversitede çalıştığımız için oğlumuzu da kedi yavrusu gibi yanımızda taşıdık. 2012 yılında Türk- Alman Üniversitesi'nden davet aldım. 2014 yılında Türkiye'de doçentlik sınavına girdim. 32 yaşında doçent oldum. 2020 yılı şubat ayında da Türk-Alman Üniversitesi'ne profesör olarak atandım. İktisat ve istatistik derslerini çok severek veriyorum. Alanım uluslararası ticaret. Anadolu Ajansı'nda ayda birkaç kez analizler yazıyorum. Doktora bebeği olan oğlum şu an 10 yaşında, yardımcı doçentlik bebeği oğlum 7 yaşında, doçentlik bebeği kızım 4,5 yaşında. Ben çocuklarımı tam zamanlı bakıcı ile büyütmedim. Eşimin de benim de ailemiz yanımızda değildi. Dolayısıyla dersim hariç çocukları kimseye bırakmadan bir sistem kurmaya çalıştım. Akademik çalışmalarımı onlarla birlikte yürüttüm. Bu esnada sosyal medyayı yoğun olarak kullanmayı çocuklardan vakit çalmak olarak düşündüm ve o işe hiç girmedim. Whatsapp haricinde sosyal medya kullanmıyorum. Başka felsefi nedenlerim de var sosyal medya kullanmamak için. Böyle olunca dost ve arkadaş çevresi ve içinde bulunduğum akademik çevrede, popüler olmadan yaşayıp gidiyorum. Bu bir tercih…
29 yaşında üniversite bölüm başkanı, 38 yaşında profesör oldunuz. Herkesin deli gibi merak edeceği o soruyu sormak istiyorum. Üç çocukla nasıl oldu o iş? Bir yandan mesai yapıp makaleler yazarken diğer yandan çocuk bakmak, alt değiştirmek, emzirmek, yemek, çamaşır…
Annemin bir lafı var: "Ben fil miyim?" der. Bence hiçbir kadın veya erkek fil değildir. Destek olmadan yapamaz. Eşimin desteği ve verdiği motivasyon olmadan başaramazdım. Ayrıca babamın inanılmaz bir desteği var, makale bitirmem ve yoğun çalışmam gereken zamanlarda babam veya annem gelir Balıkesir'den ve ben kapanıp yoğun çalışırım. Boş duramayan bir insanım. Bir iş bitince hemen yeni birisine başlayarak dinlenirim. Yani bugün bir makale bitiyorsa sırada bekleyen iki-üç iş vardır ve hemen diğerine geçerim. Çocuklardan sonra her yerde çalışabilme gibi bir yetenek gelişti bende. Doktorda sıramı beklerken bile yanımda bir makale olur.
Şimdiye kadar iki farklı ülke ve üniversitede çalıştım, bebeklerim üç-dört aylıkken bile üniversitede derslerimi verip kalan zamanı evde çalışarak geçirmemi teklif etti yöneticilerim. Bu benim akademik kariyerimin çocuklarla birlikte hiç kesintiye uğramamasını sağladı. Hem çocuk bakıp hem makale yazabildim. Çocuklar üniversitede büyüdü. Bosna'da bakıcım olmadığı zamanlarda oğlum da okula geliyordu. Okulda giydiği bir tulumu vardı. Emeklemeye yeni başlamıştı, koridorlarda emeklerdi. Üniversiteden çıkarken tulumunu çıkarır, elini yıkar eve giderdik. Eşimin oda arkadaşı bir hoca: "Buraya bir beşik koysanıza" dedi. Herhalde laf sokuyor diye düşündük, meğer kendisinin de dört çocuğu varmış ve samimiyetle söylemiş.
Son yıllarda "başarı" denen şey olmazsa olmaz şeklinde algılanıyor. Herkes "başarmak" zorunda mı? Sizin başarı kriterleriniz nedir? Evdeki kadın kısır, börek yapmasın mı?
Kadın isterse atom parçalasın, evdeki çocuğu mutsuz bir şekilde annesinin yolunu gözlüyorsa, sonunda asi ve annesiz çocuklar yetişiyorsa bence bu başarı değildir. Dış dünyada harika bir başarı grafiği çiz, herkese karşı çok hoş ve kibar ol. Ama evde sert, işleri yetiştiremeyen, kendin ile birlikte herkesin iki ayağını bir pabuca sokan bir kadın ol. O zaman bu başarı değildir. Ben çok başarılı olmak için yola çıkmadım. İşimi severek yapınca sonuç böyle oldu. Ayrıca çocuklarım küçükken bilinçli olarak pek çok işe "hayır" dedim. Sadece dersimi vereceğim ve yayınlarımla uğraşacağım, şeklinde bir plan yaptım. Araştırma kurumları, projeler gibi hiçbir ekstra işe özellikle girişmek istemedim. O işleri çocuklar büyüyünce yaparım diye düşündüm.
Çocuğunuz var ise bazı işleri askıya almalısınız. Kemal Sayar'ın dediği gibi çocuğunuzu sadece sevin, annesine doysun. Küçük yaşlarda çocuğunuza anne olamazsanız, sonra geç kalmış olursunuz ve işlerinizi yoluna koyup çocuk 10 yaşına geldiğinde ona tekrar yaklaşıp "hanimiş benim bebeğim" diyemezsiniz. O zaman sizi iter, istemez. Allah korusun. Sonra o başarıyı alıp ne yaparsanız yapın. Çocuğunuz artık sizin değildir.
Modern dünyada kadın ve erkek rolleri üzerine ne düşünürsünüz? Anladığım kadarıyla siz hiç feminist olmadan, erkeklerle cebelleşmeden, onlarla yarışmadan gayet sağlam adımlar atmışsınız. Demek ki cinsler birbirleriyle güreşmeden de bir yere varabiliyorlar?
Ben ne hayatı ne de evliliği eline boks eldivenlerini geçirip hamle yapmak için fırsat kollamak olarak görmüyorum. Sadece evlilikte değil, iş hayatında da öyleyim. Tabii ki profesyonel olmak için hafızanız güçlü olmalı, aynı hatayı tekrar yapmamalısınız. Hele bir kurum veya birimi yönetiyorsanız, insanları tanımalı ve kimsenin diğerinin hakkını yemesine izin vermemelisiniz. Pergelin ucu adalete takılıdır bende. Hem üniversitede hem sınıfta hem de aile içinde. Etrafınızda adil düşünen insanlar var ise zorlanmıyorsunuz. Ayrıca, akademik hayatta yarış bence iş arkadaşları ile değil kendinizle ve hatta Üniversitelerarası Kurul kriterleri ile oluyor. Modern dünyada kadın ve erkek rolleri değişti. Eşim hep der ki "Dedem elimde bu süpürge ile beni görse acaba nasıl kızardı?" Bunu biz evde birlikte iş yaparken hem söyler hem de güleriz. Modern hayatta kadının ev dışındaki işi artıyor. Yeri geliyor, eskiden sadece erkeğin yaptığı taşımacılık işini kadın yapıyor. Yeri geliyor erkek çorbayı karıştırıyor. Bunu birbirinizin işini kolaylaştırmak, evdeki işleri hızlıca bitirip birbirinize vakit ayırabilmek için yaptığınız zaman zevkle yaparsınız. Bir de bunu eşitlik adına, herkesin yükü aynı şekilde zor olmalı deyip birbirinizin kafasına vura vura yapabilirsiniz. İkincisinde bu sözüm ona eşit paylaşım çok uzun sürmeyebilir. Ben mutlak eşitliğe inanmıyorum. Çok sevdiğimiz bir büyüğümüz derdi ki, adalet herkese aynı boy gömleği vermek değildir, herkese cüssesine göre gömlek vermektir. Modern dünyada kadının ve erkeğin rolleri farklılaştı ama fıtraten erkek çocuğu emziremez mesela. Bu hiç değişmeyecek. Sırf eşit olacağız diye ben gece bebek uyanınca eşimi hiç uyandırmadım. Hatta "git sakin bir yerde uyu" diye başka odaya gönderdim. Ama o da sabah beni uykusuz görünce çocuğu alıp uzaklaştırdı ve birkaç saat rahatça uyumamı sağladı. Düsturumuz kolaylaştırmak, zorlaştırmamak olmalı. Kadın veya erkek olmamız fark etmez, eşlerimize karşı şefkatli olmalıyız. Hem erkek hem kız çocuklarımızı da böyle yetiştirmeye gayret edersek gelecek de güzel olur. Modern dünyada kız ve erkek çocukların rolleri de değişiyor. Eskiden erkek çocuklar kek ve puding yapmaz ve evi süpürmezdi, ama şimdikiler yapıyor. Bu kendi ayakları üzerinde durmaları için gerekli olduğu kadar gelecekte kuracakları ailelerdeki iş paylaşımında da iyi olacak.
Kadını kamusal alanda görünür olmak üzerinden tanımlayan, var olmasını üretim ve tüketimi üzerinden değerlendiren anlayışın hakimiyeti seküler (dünyevi) hırsı da tetikliyor. Bunun önümüzdeki on yıllarda yansıması nasıl olacaktır sizce?
İktisatta 'Gayri Safi Milli Hasıla' (GDP) hesaplamasında bunu çok eleştiriyoruz. Kadın dışarıda çalışır maaş alır, o maaşla eve temizlikçi ve bakıcı alır, evde yemek yapamaz dışarıda yemek yenir, bunların hepsi ayrı bir masraf kalemi olarak hesaplanır ve GDP artar. Diğer yandan çocukla birlikte işine ara veren kadın çocuk bakar, temizlik yapar, yemek yapar. Ama hem maaşından feragat ettiği hem de yaptığı işler için kendisine bir şey ödenmediğinden ekonomiye katkısı hiç yokmuş gibi görünür. Bu anlayış çok sıkıntılı. Hepsi bir tercihtir. Çalışmak ve çocuklar için bakıcı veya anneanne / babaanne formülü bulmak da, kadının çocuklarını kendisinin yetiştirmesi de. Evde olup çocuklarına ahlâk ve maneviyat eğitimi veren, derslerine takviye yapan anneler var. Bunları çalıştığı hâlde yapmaya çalışan anneler de var. Yani şu iyi çözümdür, bu kötüdür diyemeyiz. Ayrıca bütün gün evde olup çocuğu televizyona teslim eden anneler de var.
Ben önümüzdeki yıllardaki sonuçları çocuklar üzerinden okumaya çalışıyorum. Anne ve babasına doymuş, küçüklüğünde ve ergenliğinde onlarla çok şey paylaşmış çocuklardan oluşan bir toplum olmamız önemli. Kadın bunu ister kamusal alanda görünür olarak ister de görünmeden yapabilir. Hepsini yapan güzel örnekler var sizin söyleşi dizinizde de gördüğümüz üzere.
Burada sorduğum kimi soruların oldukça netameli, tabiri caizse "ateşten gömlek" olduğunun bilincindeyim. Fakat yine de açıkça sormak istiyorum. Sizce annelik kadının var olması için bir cam tavan mıdır?
Biz akademik çalışmalarda kadının çalışma hayatındaki cam tavan engellerini inceliyoruz. Anneliğin çalışan kadın için cam tavan olmaması pek çok faktöre bağlı. Çocuğun bir hastalığı veya özel durumu var mı? Eşiniz ne kadar yanınızda? Aile desteği var mı? Bunlar "Çalışan kadın için annelik cam tavan mıdır?" sorusunun cevabını etkiler. Ancak kadının var olması dediğimizde mesele çetrefilleşiyor. Var olmak ne demek? Nerede, nasıl ve kim olarak var olmak? Tabi ki çocuk doğunca hayatınızdaki pek çok denge değişecek. Bosna'da iki akademisyen kız arkadaş, yeni doğmuş çocuklar sonrasında hayatlarından bezmiş şikâyet ederken, üçüncü arkadaş dedi ki: Ne bekliyordunuz ki, bebek bu. Sonrasında Allah ömür verdiği sürece hep sizinle olacak.
Bence kadın isterse ve buna gücü yeterse çocukla da var olur, hem de varoluşu farklı bir boyut ve kıymet kazanarak var olur. Anne olmama hâline göre daha güçlü bile olabilir. Ben öğrencilerimi anne olduktan sonra çok daha iyi anlamaya başladım. Öğretme tarzım değişti. Çocuk olunca sadece anne değil babanın da çalışma düzeni değişiyor. Ama biz nedense sadece annelik üzerinden tartışıyoruz bu meseleleri. Ama çocuğun size kattığı zenginlik, motivasyon, enerji gibi çok faktör var. Büyüdüklerinde fark ediyorum ki çocuklar bakış açımızı zenginleştiriyor. Ne kadar bilimsel çalışan bir beyin diyorum 7 yaşımdaki oğlumu dinlerken.
Bir kadının yeni bir kimlik doğurması için gerekli olan ilk argümanlardan biri boşanmakmış gibi bir resim çiziliyor yine son zamanlarda. Önümüze konan böylesi çok fazla başarı hikâyesi güzellemesi var. Diğer yandan "solo annelik", "solo babalık" gibi kavramlar da türedi. Bütün bunlar tevafuk mu sizce? Değilse, sizin bir teoriniz var mı?
Bence birileri aile kurumunun köküne kibrit suyu dökmek istiyor ve buna farklı kesimlerden kişiler kolayca alet olabiliyor. Çünkü çıkış noktası çok masum, kadını şiddete karşı korumak. Aile kurumunun örselendiği, yıpratılmaya çalışıldığı, hatta bu esnada erkeğe çok kötü davranıldığı bir dönemden geçiyoruz. Kadını güçlendirmeye ilk olarak erkeği güçsüzleştirmekten, kolunu kanadını bir şekilde kırmaktan başlıyorlar. Zaten "babasız da çocuk büyütülür" veya "annesi olmadan sadece baba çocuğunu büyütebilir" gibi fikirler -ölüm, hastalık vs. zaruret hâlleri hariç- bizi ailesiz topluma doğru sürükleyen tehlikeli yaklaşımlar. Kesinlikle tevafuk değil. Bir de kılıf olarak zaten her insanın karşı olduğu kadına karşı şiddet kullanılıyor.
Bir teorim yok bu konuda ama hissiyatım bu yaklaşımların hiç de masum olmadığını söylüyor. "Güçlü kadın" diye ortaya çıkanlar mevzuları konuşurken inanılmaz tahammülsüzler, hatta hemcinslerine karşı bile çok tahammülsüzler. Ben o kadınların yetiştirdiği oğlan çocuğu olmak istemem mesela. Babanın ve erkeğin devamlı düşünce bazında ezildiğini ve aşağılandığını gören erkek çocuklar sizce nasıl yetişir? Sonrasında da yumuşak erkekler ortaya çıkıyor. Fare görünce kaçan, erkeğin sahip olması gereken cesarete sahip olmayan erkekler. Velhasıl dünyanın dengesi bozuluyor ve buna İslam itikadına sahip olduğunu söyleyen kesimden de ciddi destek var. Toplumun temeli ailedir. Yüzde yüz her konuda hemfikir olan anne baba zaten hiçbir ailede yoktur. Olmasına gerek de yok, "barika i hakikat müsademe-i efkardan doğar" der ve meseleleri tartışırız. Ama ailesiz toplum çok tehlikeli, endişe verici. Buna bir şekilde destek olmanın vebali de vardır.
PROF. DR. ELİF NUROĞLU KİMDİR?
1982 Gönen doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Viyana Ekonomi Üniversitesi İşletme Bölümü'nde, doktorasını ise Viyana Üniversitesi İktisat Bölümü'nde tamamladı. Sonrasında Uluslararası Saraybosna Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2014'te Türkiye'ye dönüş yaparak Türk-Alman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde Yard. Doç. Dr olarak çalışmaya başlayan Nuroğlu, Şubat 2020'de Profesör oldu. Hâlen Türk-Alman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Uluslararası İktisat Anabilim Dalı'nda çalışan Nuroğlu evli ve üç çocuk annesidir. Birçok proje ve idari görevleri bulunan Nuroğlu, KADEM Kadın ve Demokrasi Derneği'nin Toplumsal Cinsiyet Adaleti konulu makale yarışmasında (2015), yüksek lisans öğrencisi Nurgül Başaran ile birlikte birincilik ödülü almıştır.