Uzun menzilli kısa metrajların esaretinde
İnsanlık tarihinin hiç nihayete ermeyecek serüvenlerinden biri şüphesiz hakikati aramaktır. İnsanoğlu nefsi için geçerli ve gerekli olanı fark ettiği andan itibaren çevresindeki her şeyi kendine göre kurgulayan en güçlü varlıktır. Artık o öyle dediği için öyle olmak zorunda, başkaları da öyle inanmak mecburiyetindedir.
Bu sayede, birilerinin hedeflerine varmak için kurguladığı hikâyeler, başkalarının kaderini belirleyen gerçekliğe dönüşebilir. Gücü elinde bulunduranın tezleri, tartışılmaz kılıfıyla sarılı bir ambalaj içinde düşünme ortamına yeni giren taze beyinler için hazır bir düşünce biçimi olarak sunulabilir.
Güç ve iradeyi yerel bir potansiyel olarak düşünmemek gerekir. Yaşamımızın temelindeki beğeni, eleştiri, heves ve hayallerimizi besleyen büyük etkenleri göze alarak, bizi kimin kuşattığını anlamaya çalışmak en doğru yaklaşım olur. Çünkü maddi çevrenin içindeki fiiller, zihinsel dünyamızın üzerindeki yönlendirmeler yanında basit ritüeller olmaktan öteye gidemez.
Süregelen zamandan daha hızlı değişen günlük fikirlerimizin dışında, tabu veya kesin kabul olarak içimize işleyen inançlarımız bizi farkında bile olmadığımızbir akıntı gibi sürükleyebilir.
Tabiat karşısında aciz bir varlık olarak başlayan insan, varlığın hakikatine ilişkin doğruları algılayamadığı dönemlerde mitoloji ve masal yoluyla ürettiği tasvirlerle kendinden sonra gelenlere bir şeyler anlatmaya çalıştı.
Mit, masal ve efsanelerden yapılan barut
Yedi başlı köpek-ejderha hikâyeleri, kale kapısını kalkan yapan yiğitler, yalnızca topuğundan vurularak öldürülebilen Aşil ve daha nice efsaneler olağanüstü olayların, kelimelerle anlatılmaya çalışılmasından ibaretti. Ancak son 300 yıldan beri kendi laboratuvarında ürettiği efsaneleri, dünyaya aktarmak için büyük çaba gösteren merkezler her yörede peyda oldu.
Sermaye ve lojistik gücü kendi ellerine almak için her türlü kötülük ve yöntemi denemekten çekinmeyen emperyal zihniyet, önce kendi nesillerini birer köle gibi kullanmaktan çekinmedi. Hammadde ve köle ihtiyacı arttıkça, dünyanın bakir bölgelerinden milyonlarca masum bu yollarda ömrünü tüketti.
Ne hazindir ki, günümüze kadar izleri uzanan bu engizisyonun izlerini hâlâ görmek mümkün… Yıllardır çikolata üreticilerine kakao işçiliği yapan Fildişi'nde hayatında hiç çikolata yememiş insanları hâlâ görebiliyoruz.
Hayatın kendisi de böyledir çoğu zaman… Hangi gerçeğin parçası olduğunuzu bilmeden zaman akıp gider. Sahip olduklarımızı, gözümüze denk gelenleri tek gerçek kabul ederek edindiğimiz kanaatler, hakikatle aramızda örülen bir aşılmaz duvar gibidir. Zihnimize veya gözümüze sokulmaya çalışılan imajlar, fantastik kurgular olması gerekenle aramızda engel olarak yerleşir.
Örneğin, 20'nci yüzyıl başlarında Amerikan rüyasını anlatmak için seçilen Hollywood karakteleri böyle bir zekânın ürünüydü. Sarışın, yakışıklı, renkli gözlü atletik Amerikan figürü, gerçekte olmayan ama varmış gibi lanse edilen bir hayalin zihinlere yerleştirilmesiydi.
Uzun menzilli kısa metrajlar
Hollywood öyle güçlü bir silah olarak kurgulanmıştı ki, silahla ve güçle yapılamayacak etkiyi kalplerde yarattı. Avrupa'nın itilmiş ve hor görülmüş halklarına Tanrı'nın seçilmiş halkı payesini yakın zamanlarda bile her ortamda ezberlettirirken, geriye kalan "ötekiler"e de bu "yüceliğin" ezici gücü fantastik bir dille anlatıldı.
Kendi kökenlerinde olmayan hikâye, mit, masal, efsane ve daha ne varsa, toplayıp bu silahın cephanesine barut yaptılar. Amerikan film endüstrisinin fikir babası Joseph Campbell'ın Kahraman'ın Sonsuz Yolculuğu ve Mitoloji'nin Gücü gibi eserleri de kutsal kitap gibi her satırıyla yeni fantezilerin pınarı olarak elden ele gezdirildi.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, dünyanın her yöresini tek bir mecradan silkeleyebilecek mekanizmalar da hayata geçti. Artık eskisi gibi hikâyenin başı ve sonunu merak eden bir nesil yerine, tek bir kesit, tek bir parçayla yetinen dimağlar yeterli olabiliyor.
O kadar birbirine girdi ki her şey, bize Mevlâna'nın "fil hikâyesi"ni ya da Eflatun'un "mağara" hikâyesini modern literatürle izah edecek seslere de ulaşmak zor…
Lise yıllarım "Aşağı mahallede kavga var abi" diye çağrılıp, sonra ayazda bırakılan masum kandırılmışlıklar, kısa süren sükut-u hayallerle doluydu. Ama şimdi ömürlerden ömür götüren uzun menzilli kısa metrajlarla mücadele ediyoruz.
Herkes bir hamburger menüsü gibi, günlük, haftalık, aylık önüne getirilen mevzuların peşinde, hazır kanaatler üzerinden yaşıyor. Duyduklarına inanamayan kişilerin yerini, duymak istediğini dinleyenler aldı.
Kendisine gösterilenle yetinen zihinler, görmediklerine ilişkin fütursuz komplo teorilerinin gönüllü takipçilerine dönüştü.
Bu da bir devirdir elbet, geçer her devir gibi… Yeni gelen eskisini aratır mı? Zaman en iyi terazidir.