Kardeş Payı diye bir dizi varmış, her bölümünün başına bir çizgi film koyuyorlarmış. Vecihi Hürkuş’u anlattıkları çizgi filmi birkaç kez izledim. İzledikçe hem içimde “Neden bu millet kendini serbest bırakmak istedikçe önüne muhakkak engel koyanlar çıkıyor?” sorusu kıymık gibi battı, hem de bu çizgi filmi yapanları ayrı ayrı takdir ettim.
Geçen akşam büyük oğlan ziyaretime geldi, içeri girer girmez "Anacığım, nasılsın?" diye sordu. İçime bir kurt düştü. Çünkü bizimkilerin 'anacığım' hitabının arkasında bir çapanoğlu vardır hep. Dedim "Hayırdır, nen var evladım?" Oğlan bir yutkunur oldu, "Ah, anacığım, sen gözümüzden anlarsın bir şey olduğunu..." Öte türlüsü kibrime dokunacağından itiraf etmiyorum tabii ama bizimkiler böyle lakırdılar ettiklerinde "Yavrum, evladım, her şeyiniz ayan beyan ortada da farkında değilsiniz," dememek için dilimi ısırıyorum. Neme lazım, varsın koskoca adamlar hâlâ beni neredeyse doğaüstü güçleri olan mübarek bir kadın zannesinler. Analık dediğin az buçuk da göz boyama zaten.
Geldi, oturdu yanıma. Bir yandan da lafa nasıl başlayacağını bilemiyor, oflayıp duruyor. Aman, bu oğlan da rahmetli gibi tatavayı, abartmayı pek sever. "Yine ne çıkacak altından bunca oflayıp öflemenin?" diye yan yan bakarken evladıma, oğlan ceket cebinden disket mi tablet mi ne diyordunuz siz, el kadar da dünyaları gösteren aletlerinizden hani, onu çıkardı. "Anacığım, geçen gün bir şey izledim, sana da göstermem lazım ama ağlamayacaksın."
Şimdiii, burada bir duralım. Bu zamana kadar okuduklarınızdan çıkartmışsınızdır, ben soğukkanlı bir insanım. Sıkıntı anlarında da metanetimi korurum, hatta başkalarına bu mevzuda destek olurum. Amma, yolda aksak serçeye rastlasam, burnu sümüklü sahipsiz velet görsem, televizyonda kaybolan kedi haberi duysam, efendime söyleyeyim, bir filmde biri düşse dizini kanatsa, başlarım zari zari ağlamaya. Ortanca gelin de benim gibi, ikimiz bir araya geldik mi, televizyon açmaya korkar bizimkiler. Belli ki oğlan ehemmiyetli bir şey bulmuş, bana seyrettirmek istiyor ama öte yandan zırıldamamdan korkuyor.
"Amaaan," dedim oğluma, "atın ölümü arpadan olsun. Göster bakalım ne ise göstereceğin." Oğlan parmağını sürttü, dürttürdü, hop hop serçe gibi sıçrattı ekranda, bir çizgi film açtı. Allah biliyor ya canım sıkıldı. "Altı üstü bir çizgi film, bunun için mi kalkmış gelmiş?" diye. Aklımdan geçenleri anlamış olacak ki "Anacığım," dedi yine oğlan, "dikkatli izle bak, kimden bahsediyor?" "Altı üstü çizgi film, kimden bahsedecek?" diye içten içe söylenmeye devam ederken ben, çizgi film başladı. Aaaa! Vecihi Amca'dan bahsediyorlar! "Dur," dedim oğlana, "aman, baştan oynat şunu bakayım!"
Vecihi Hürkuş'u bizim rahmetliyle bilirim. Bizim beyin babasının arkadaşıymış Vecihi Bey. Tayyareci Amca diye isim takmışlarmış. Çocukluğunda çok etkisinde kaldığı bir kimseyi büyüyünce bile unutmaz ya insan, rahmetli de çok anlatırdı Vecihi Hürkuş'u. Nasıl hiç vazgeçmediğini, nasıl zorluklara karşı direndiğini, nasıl hiç yılmadan denediğini, karşısına kimlerin, neden ne engeller çıkarttığını, nasıl vefat ettiğini. Dedim ya sulu gözümdür diye, çizgi filmi izlerken tutsun mu beni bir ağlama? Hele "Bu ayıp da bize bin yıl yeter..." diye bitince çizgi film... O gece, o çizgi filmi birkaç kez izledik. İzledikçe hem içimde "Neden bu millet kendini serbest bırakmak istedikçe önüne muhakkak engel koyanlar çıkıyor?" sorusu kıymık gibi battı, hem de bu çizgi filmi yapanları ayrı ayrı takdir ettim.
Ağlamam durulup da az biraz sakinleyince, oğlana döndüm, "Nereden çıktı bu çizgi film?" diye sordum. Kardeş Payı diye bir dizi varmış, her bölümünün başına böyle bir çizgi film koyuyorlarmış. Bizim oğlan pek seviyormuş, her hafta izliyorlarmış. Şimdi tatile girmiş ama Tayyareci Amca'lı bölümü gördüğü ilk andan "Anacığım bunu muhakkak görmeli," demiş. İş güç derken ayarlayıp getirmesi ancak nasip olmuş.
Hatırşinas, kadirşinas evladım benim, ben merak edince diğer çizgi filmleri de gösterdi. Aman neler yok ki, kırmızı mercimek çorbasını bulan kadının, dikiş makinesini bulan adamın, kedi gözünü icat edenin, daha kimlerin hikâyeleri. Kimisini izlerken gülümsedim, kimisini izlerken yine kötü oldum. Harala gürele kavga dövüş izleteceklerine böyle güzel şeyler yapsalar ya çocuklara da büyüklere de. Bizim bey rahmetli hep söylenirdi, "İş yapmak isteyen adamları 'İcat çıkartma şimdi!' diye azarlayan tek millet bizizdir" diye. Anlaşılan o ki, bu diziyi yapanlar da icat çıkartanlardan. Allah icat çıkartanlarımızın eksikliğini göstermesin.
Tabii, kurtlu bir insanım ben. Oğlan da bilir huyumu. Sadece çizgi filmleri izlemekle kalmadım. Diziye de meraklandım. Boşuna hatırşinas, kadirşinas evladım benim diye sevmiyorum bu oğlanı. Benim için dizinin tüm bölümlerini doldurmuş elindeki alete. Tek tek gösterdi nasıl izleyeceğimi, nasıl açacağımı, nereden fişe takacağımı. Yaş artık geçti gitti, unutursam diye de anlattıklarını bir kâğıda yazdı verdi.
Diziye başlayınca anladım ki gerçekten mucitmiş dizidekiler. İki erkek kardeş var; okuyamamışlar, tesisatçı olmuşlar. Babaları ise mühendismiş emekli olmadan evvel, oğlanlar bir baltaya sap olamamışlar diye üzülüyor. Bir de çilekeş kız kardeşleri var, evi de bu haytaları da çekip çeviren. Fakat bu oğlancıkların büyük bir sırrı var, dünyayı kurtaracak büyük bir icat peşindeler. Bütün dizi boyunca, bir nefes bu motorla uğraşıyorlar. Motor da motor maşallah, derdi tasası bitmiyor. Yapması, iyileştirmesi, kötülerden kurtarması, dünyaya yayması... Allah biliyor ya, dizidekilerin tiplerine, hal ve tavırlarına, şekil şemaillerine bakınca değil dünyayı kurtaracak motoru icat ettiklerine, evi başlarına yıkmadan boru değiştirebildiklerine inanamıyor insan. Nitekim babaları da aynı fikirde olacak ki pek adam yerine koymuyor oğullarını. Ama baba sanatı oğula mirastır demişler, boşa dememişler. Boynuzlar kulağı geçiyor, okumuş etmiş adamcağızın yapamadığını iki yaramaz oğlan yapıyor. Yapıyorlar da ne oluyor, Vecihi Bey'in başına gelenlerin bir benzeri onların da başına geliyor.
Oğlancıklar bir yandan kendilerini babalarına beğendirmeye uğraşıyorlar bir yandan da bin bir türlü müşkülle baş etmeye çalışıyorlar. Bir görseniz içiniz acır. Zaten bu bizim dizilerde babaların evlatlardan, evlatların babalardan çektiği bitmiyor. Herkes babalardan şikâyetçi. Ortada zaten doğru düzgün baba da yok maşallah. Olanlardan da ya her şey gizlenip saklanıyor ya da adamcağızlar iki bölümde bir kalp krizi geçiriyor. Ne evlat evlada benziyor ne baba babaya. Kardeş Payı yine bu zaviyeden ehven. En azından, tüm sululuklarla beraber ana-babaya hürmet, kardeşlere muhabbet baki dizide. Üç kardeş çekişirken birbirlerine durmadan sataşıp sonra birbirlerine karşı bir diğerini durmadan korumaları, ana-babaları ne derse ne ederse etsin, saygıda kusur etmemelerini pek beğeniyorum.
Yalnız, bir kusuru var dizinin. Bu ana-babaya saygıda kusur etmeyen haytalar, hayatlarındaki hanım kızları pek mesnetsiz üzüyorlar. Biri evlendiğinin dördüncü ayında aldatıyor karısını -bunu yapan da bizim memleketli sarı oğlan, hususen teessüf ettim kendisine-, sonrasında da etmediğini bırakmıyor; diğeri sevdiğine sevdiğini söylememek için neredeyse çivi çiğniyor. Bir de kötü davranıyorlar kızlara, gereksiz yere hırpalıyorlar tazeleri. Üstüne üstlük, kızcağızlarla öyle konuşuyorlar ki sanki karşılarındakiler kahveden arkadaşları. Olmaz evladım öyle, insan eşiyle arkadaşıyla ahbaplık ettiği gibi ahbaplık etmez; eşine, sevdiğine mahalle arkadaşıymış gibi muamele etmez. Gençler bu ikisini pek karıştırır oldular. Laubaliliği komiklik zannediyorlar, samimiyet zannediyorlar. Ama işte o zaman da ne oluyor? Kızcağızın aylarca ensesinde boza pişirirsen, sonra aşkına ikna edebilmek için kocaman, şatafatlı sözlere ihtiyaç duyuyorsun. Hâlbuki aşk dediğin latif gerek, yakıp yıkmadan, tek sözünle anlatabiliyor musun karşındakine hissini, inandırabiliyor musun, mesele o.
Böyle veriştirdim ya, yine de pek gariban dizidekilerin hepsi. Kötü bir garibanlık değil bu, aman. Naif, sevimli bir garibanlık. En çakalında bile temiz bir saflık ve neşe var. Başlarına bir iş geldiğinde içim acıyacak oluyor, tam vahlanayazacağım hallerine, bir latife ediyorlar, koca kadın yaşıma bakmadan kikir kikir kikirdeyiveriyorum. Geçen büyük oğlanın ortanca eniği geldi, bir bölüm de beraber izledik. Dikkat ettim, benim bazı güldüklerime o gülmedi, onun bazen neye güldüğünü ben anlamadım. Demek her yaştan insana göre ayrı ayrı uğraşmışlar yazarken.
Dizide bir icat daha çıkartmışlar, vakit alan işleri hızlandırmışlar. Aman, bu bir iyi olmuş, bir iyi olmuş. Her gördüğümde aferini basıyorum. Tamam, yaşımız yetmiş ama içimiz geçmiş değil henüz şükür. Dizilerde adamın arabadan inip kapıya yürümesini, merdivenlerden çıkıp eve gelmesini uzun uzun izleyince içime fenalıklar geliyordu. Anladık, eve gelecek işte adam, her merdiveni çıkmasını ne diye gösterirsiniz? Kardeş Payı'nda böyle sahneleri hızlı hızlı geçiyorlar, izleyene hürmet böyle bir şey işte. Benim gibi yaşlanıp yaş aldıkça, yaptığı işe ciddiyetle yaklaşanların ve muhatabına hürmet edenlerin ne kadar az olduğunu ve yaptıklarının aslında ne kadar önem arz ettiğini daha iyi idrak ediyor insan. Hele de 'Aman, icat çıkartma!'cıların sesinin hâlen kısılmadığı bu zamanlarda.