Erler deminde destursuz bağa girenler

Erler deminde destursuz bağa girenler
Giriş Tarihi: 2.10.2014 23:29 Son Güncelleme: 9.10.2014 12:37
SAYI:06Ekim 2014
Bizim zamanımızda adam demek, dağ demek gibi bir şeydi. Dünyanın yükünü sırtına alan, bir de üzerine ailesini taşıyandı. Bunu seve seve yapandı. Erlik ne zaman bu kadar değişti? Adamlar ne zaman dağ olmayı bırakıp çukurluğa heveslenir oldular?

Ateşin Atılgan

Uzun zamandır kumandanın kırmızı düğmesine basıp televizyonu açmıyordum, şükürler olsun mübarek Ramazan ayında kendimi televizyonsuzluğa alıştırmıştım. Ama işte, nefs! İki ay dayanabildim dayanamadım, açtım şu mereti yeniden geçen gün. Oğlanlar takılıyor bana, "Bu da annemin sigarası" diyorlar. Haklılar, ne de olsa evde bir ses, bir can şenliği istiyor insan. Televizyona bakıyorum da ne oluyor gerçi, canımı sıkıp duruyorum. Bütün gün kendi kendime söyleniyorum. Nasıl söylenmeyeyim efendim, kadınlar da kadınlar diye tutturmuş gidiyorlar. Hiç kimse de eksik kalmıyor maşallah, herkes görüş bildiriyor: Yok kadın böyle olmalı, yok kadın şöyle olmalı. Hay kadın kadar başınıza taş düşmesin, e mi? Kadınların ne kadar çok akıl vereni var. Versinler versinler de biraz da kendilerine baksalar ya. Bu erkeklerin hiç mi rehbere,hiç mi bi müdahale edene ihtiyacı yok? Her şey mi mübah bu ademoğullarına? Mübah ya, her şey öyle mübah ki iki karısını öldürmüş adamın biri, televizyonda bir evlilik programına çıkmış, zerrece çekinmeden kendisine üçüncü eş arıyor. Cüreti karşısında lâl olanlara "Kader kurbanı olaraktan öldürmüş bulundum, yine buna şükür" diyor. Görsen bir melek, aynı yastığa baş koyduğu iki kadını o öldürmemiş. Gökten birileri inmiş, ona zorla yaptırmış. Adam da el mecbur yapmış. Sarı bir kızcağız vardı evlilik programında, o kovdu adamı programdan. Aman, kovdu da n'oldu? Başkaları çıkartmaya başladı adamı programlarına. Kimse de "Adam boyun devrilsin; iki tazenin kanına girmişsin zaten, daha sen ne yapıyorsun? Yıkıl karşımızdan" demedi adama. Reyting uğruna konuşmasına, on üç yaşında anasız bıraktığı çocuğa kalkıp da "Öldürdüm ama sor bir, niye öldürdüm?" demesine müsade ettiler. Sonra da utanmadan kalkıp adama "Öldürdüğün kadınların ailesi niye senin televizyona çıkmandan rahatsız oluyor?" diye sordular. "Bu adamı televizyona niye çıkartıyorsunuz?" diye feryat eden oğlana da ayaküstü insanlık dersi verdiler güya, "Kadınlarımız cehaletten kurtulsun diye gösteriyoruz" diyerek. Hasbinallah! Kabak döndü dolaştı yine kadınların başına patladı, iyi mi? Öldükleri yetmiyor, ölümlerinden yıllar sonra birileri kalkıp televizyonda "Cahil olmasalar öldürülmezlerdi" diyor öksüz büyümüş evlatlarının yüzüne. Katil de yanı başlarında duruyor bunlar söylenirken. Yahu, öldürenin hiç mi suçu yok? Bizim zamanımızda adam demek, dağ demek gibi bir şeydi. Dünyanın yükünü sırtına alan, bir de üzerine ailesini taşıyandı. Bunu seve seve yapandı. Erlik ne zaman bu kadar değişti? Adamlar ne zaman dağ olmayı bırakıp çukurluğa heveslenir oldular?

Size hiç rahmetliden bahsetmiş miydim? Rahmetli -nur içinde yatsın- sert adamdı. Hani gölgesi ağır olur, derler ya. Hah, o hesap. Hepimiz çekinirdik ondan ama korktuğumuzdan değil. Sabahın ayazında çıkardı yola, akşamın körü bir vakitte gelirdi yorgun argın. Ailesi için, bizim için o kadar yorulmasının kıymetini bildiğimizi bilsin isterdik, bizden yana üzülsün istemezdik. Evladım, kıymet bilmek de karşılıklı, ne demiş büyükler "Ben seni sayayım, sen beni sev ki bozulmasın ağzımızın tadı." Rahmetli de bizim kıymetimizi bilirdi sağolsun. Nur içinde yatsın, bir günden bir güne de ne evlatlarına ne bana merhamet dolu olmayan bir bakışı, bir hareketi olmadı. Amma velâkin, televizyon programlarında izlediğim, dizilerde gördüğüm, şu erkek diye yutturulmaya çalışılan zırtapozların nereden zuhur ettiğini düşünüyorum da bulamıyorum.

Bir dizi geldi şimdi aklıma, iyiler güzel olur deyince. Siz de hatırlarsınız, hani adam kaptandı. Dört evladıyla evde evlatlarına bakıp yolunu bekleyen karısını zevkinin habisliği uğruna terk etmişti de herkesten 'aşk'ına saygı duymasını beklemişti. Bunu da anlamadım hiç. Hangi diziyi açsan, aşkım da aşkım diye tutturan insanlar. Sanki âşık olunca her türlü pisliği yapmak mübahmış gibi. Sen aileni böl, dört evladını parasız pulsuz, aç bilaç sokaklara at, sonra da aşkım da aşkım de. Eşekler tepsin senin aşkını! Aşk dediğin insanı inceltir, daha da rakik hale getirir. Getirmiyorsa eğer aşk değil başka bir şeydir o. Bizim rahmetli Şefika Hanım teyze -nur içinde yatsın- vardı, gençlere bakar bakardı da "Amaaan, git yavrum" derdi, "edepsizliğin adını stres koymuşlar."

Evladım, beni üzen şey, kötülüğü sıradan göstermek. Her türlü pisliği yapabilecek bir sürü insan bulunur elbet, vardır. Biz neler yaşadık, neler gördük. Lafını sözünü ediyor muyuz ama? Baki olan iyidir çünkü. İyiyi yaymalı insan. Halbuki dizilerde seyirciye devamlı denen şu: Birisi yanlış bir şey bile yapsa, kötülük bile yapsa ona hak verin, onu anlayın. Niye bu insanların davranışları olması gereken buymuş gibi gösteriliyor, benim aklım havsalam bunu almıyor. Bir bakıyorsun ki her şey mübah, bizim sırtımıza da onların ettiklerini seyredip onlara hak vermek, anlayışla karşılamak düşüyor. Olacak şey mi bu?

Vicdanı, arı, namusu, insanlığı, iyiliği güzelliği, ne varsa al at sepete, fırlat denize. Bunu yapmak da hakkınmış gibi gösterilsin. Mesela o kaptanlı dizideki o boyu devrilesi kaptan adam, yüz üstü bırakıp binbir sıkıntıya soktuğu, etmediği zulmü bırakmadığı eski karısına bir başkası ilgi duydu diye nasıl çileden çıkmıştı, ağzından salyalar saçarak herkesi öldürmekle tehdit etmişti. Benim küçük torun gibi. O da alır bir oyuncağını bir kenara atar, günlerce yüzüne bakmaz. Ama bir misafir çocuk gelsin de attığı oyuncakla oynamak istesin bakayım, kıyametleri koparır, tepinir yerlerde. O koca kaptanın da bizim torundan farkı yok. İlla başkası görecek, isteyecek ki helali dediği karısı gözünde kıymete binsin. Ah ah, bizim adamlarımız bizi gözlerinden sakınırlardı, bunlar başka adam kıymet vermedi mi eşlerini eş yerine koymuyor.

Eğer insanlar televizyon dizilerinde gösterildiği gibiyse gençlerin haline üzülmemek elde değil. Yok insanlar aslında öyle değillerse, neden bu dizilerde öyleleri gösteriliyor hep? Birkaç sene oluyor, ortanca gelin o zaman hamile. Bir gün rahatsızlanınca işten izin almış, evde kalmış, ben de akşamüzeri yanına uğradım -elim ayağım daha tutuyordu, kendi başıma hareket edebiliyordum- bir baktım ki sinirden eli ayağı titriyor, gözleri dolu dolu. Telaşlandım, "Aman ne oldu yavrum, evladım?" demeye kalmadan hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sabah televizyonu açmış, üç dizi çıkmış art arda. Bizimki de oturmuş, izlemiş hepsini. Hıçkırırken anlatıyor bir yandan, ilki bir mimarlık dizisiymiş, hani şu kara gözlü kız var ya, onun oynadığı, hatırlarsınız. O dizide adam kadınla zorla, şantajla beraber olmuş. Ardından, bir başka kanalda ağalı bir dizi çıkmış o dizi bitince, o ağalı dizide de adam yeni evlendiği karısına tecavüz etmiş. O dizi bitince mahalleli bi dizi başlamış, orada da adam, kendisini abi yerine koyan parmak kadar kıza musallat olup hayatını karartmış. Bu adamlar sonra, iğfal ettikleri kadınların kapısına dayanıp sevgilerini ilan etmişler, 'sevdikleri' onları reddedince herkesin gözünde kadınlar suçlu olmuş. Gelincağızım sarıldı bana, "Anne, evladım böyle insanlarla mı aynı dünyada olacak?" diye ağladı, zor teskin ettim. Bir değil iki değil, devamlı bunların anlatıldığı dizileri izleyerek büyüyen sabileri düşünün; aşkı ne zannedecekler, sevgiyi ne zannedecekler, sevdiklerine nefislerinin emrettiği gibi, hiçbir insani kurala kulak asmadan muamele etmeyi reva mı görecekler, hatta bunu hak mı zannedecekler?

Başta dedim ya, vaktiyle bizim erlerimiz birer dağ idi diye. Sorumluluk sahibi idiler. Sevmeyi de, hadlerini de bilirlerdi. Şimdi, Allah selamet versin, dağı bırak, yeniler asma çardağı bile değiller ki gölgesinde iki satır dinlenesin. Bakın, aklıma geçen gün izlediğim bir başka dizi daha geldi. Başı güzeldi dizinin, bir savcı kadınla bir emniyet müdürü adam, Mardin'den gelen kaçakçıların peşindeler. Bir müddet geçince anlıyoruz ki bu ikisi sevgililer. E iyi, güzel. Allah bağışlasın, yakışıyorsunuz da birbirinize. Sonra, efendime söyleyeyim nişanlanıyor bu mutlu çift. Allah tamamına erdirsin evladım, diyorken ben televizyona tam, bir de ne olsun, çiftin oğlan olanı arkadaşının davetine gidiyor. Orada dansözün teki dadanıyor oğlana, sarmaş dolaş oluyor. O iki dakika önce kaçakçılarla kıyasıya mücadele eden koskoca emniyet müdürü, ne hikmetse kendine sırnaşan kadına hayır demeyi, "Ben daha iki saat önce nişanlandım, yakamı bırak," demeyi bir türlü beceremiyor. Evladım, şerre hayır diyemeyen adamdan kime ne hayır gelir? Sonra çiftin kızcağız olanı durumu öğrenince ayrılıyor adamdan. Aman efendim, dizide bu olaylar öyle bir anlatılıyor ki, nişanından iki saat sonra içip içip bir başka kadının yanında sabahlayan adamdan başka herkes suçlu maşallah. Aynen en yukarıda bahsettiğim iki karısını öldüren adamın değil de ölen eşlerinin suçlu olması gibi. Daha işlediği bir hatanın sorumluluğunu üstlenmeyi beceremeyen adam emniyet müdürü olsa ne, olmasa ne? Kendini vicdanen yargılamayan, hak teslim etmeyi bilmeyen adam sevse ne, sevmese ne?

Bakın hak hukuk deyince, bir de iyi bir misalle sonlandıralım da ağzımın ağu tadı silinsin. Siz de bana "Âteşîn Teyze, yaktın, içimizi daralttın!" demeyin. Vaktiyle Eşref Saati diye bir dizi vardı, o zaman küçük oğlum daha evlenmediydi, beraber izler gülerdik. İkisinin de adı Eşref olan iki kabadayıyı anlatıyordu bu dizi. Birbirinin kardeşlerine sevdalı bu kabadayılar sonunda sevdikleriyle evlenmişlerdi. Sonra bir gün Eşrefler'den biri -aile hali, olur ya- hanımıyla ters düştü, araları bozuldu, hanımını eften püften bir sebepten haksız yere üzdü, abisinin evine yolladı -hani kabadayı ya, racon kesti-. Sonra pişman oldu, hatasını tamire çalıştı, mahallenin büyükleri ikisini bir araya getirmek için birleştiler, hakem oldular. Reyhan'a "Eşref'i affet" dediler. Herkes diyeceğini deyip bitirince sözü Reyhan aldı eline:

"Ben şu anda, şimdi bile görüyorum ki benim söz hakkım fedakârlıkta var, kabullenmekte var, tasdik etmekte var, çile çekmekte var. 'Sen bunları yaşayacak mısın, bunlara razı mısın?' diye sorduğunuzda söz hakkım var. Ama evet dersem."

"Yok o kadar değil Reyhan."

"Yok o kadar. Misalen, kabadayılığı bırakırken söz hakkım yok. Misalen, kabadayılığı sürdürürken de söz hakkım yok. Ticaret yaparken söz hakkım var mı? Yok. Ha, bunlar erkeklerin işidir. Meraklısı da yok, burnunu sokmak isteyen de yok."
"E bu niye zoruna gidiyor?"

"Şuradan zoruma gidiyor: Kedinin, köpeğin bile bu mahallede bir hakkı var, hukuku var. Bir değil iki kabadayı bu hakkı muhafaza için ömrünü feda ediyor ama iş birinin bacısı, öbürünün karısına geldiğinde hak da yok, hukuk da yok. Şimdi geriye kalıyor sevgi. Benim kendi sevgimle alakalı bir şüphem yok… Peki, sevdiğime nispetle seviliyor muyum? Ben öyle zannederdim. Hakkımdan da hukukumdan da bu yüzden vazgeçerdim. Ama yanılmışım."

"Bu biraz ağır değil mi Reyhan?"

"Değil. Çünkü ben artık lafa söze değil, davranışa bakıyorum. Ben çocuğumu kaybettim, evimi ve kocamı terk etmedim. Neden, sevdiğim için. Ben bir soru sordum, kocam beni terk etti. Bir tek soru…"

"Ama sorduğun soru çok ağırdı Reyhan."

"Sütün içinde bir kıl görsen Yadigar Baba, bardaktaki sütü dökersin. Bir daha süt içmem demezsin. Bir evlilikte bir kadının ailesine iade edilmesi, lanet olsun sütüne de kendisine de demektir. Ben sevilecek kadındım, lanet edilecek kadın değil."

Reyhan kızımı zavallı Cemile ile gariban Fatmagül ile çaresiz Şehrazat ile hep komik duruma düşürülen Açılay ile devamlı haysiyetleri yerlere çarpılan diğerleri ile yan yana düşünün bir. Haydi benim yaşım yetmiş, işim bitmiş, siz güzel evladım, ailenizle, çocuklarınızla beraber bir dizi izleyecek oldunuz diyelim, nasıl bir dizi izlemek istersiniz, sizce nasıl bir diziyi hak edersiniz? Eldekilerle varın karşılaştırın bir.

BİZE ULAŞIN