"Yeryüzü tıkış tıkış, nefes alacak yer yok. İnsan her taşa zekâsının damgasını koydu. Her söz kiralanmış ya da el konulmuş. İnsan kurtuluş için her şeyden vazgeçip kaçmaktan başka ne yapabilir? Ama dünle bugün arasında nasıl bir ayrım çizgisi var?
Bu zamanımızın büyük hedefi - yaşamaya ölmeye değer tek hedef. Büyük geçmişe duyulan en küçük horgörü yok bunun içinde. Başka bir şey istiyoruz. Savruk mirasçılar olarak yaşamak ya da geçmişten geçinmek istemiyoruz. Öyle yaşamak istesek bile, yaşayamazdık. Miras tükendi ve ikameler dünyaya üsleniyor.
Bu yüzden yeni sahalara girmeye cesaret ediyoruz ve her şeyin hala ayak basılmamış, konuşulmamış, geliştirilmemiş, araştırılmamış olması karşısında şaşkınız. Dünya bakir bir halde duruyor önümüzde; adımlarımız sarsak. Yürümeye cesaret etsek, bizi anacıl geçmişe bağlayan göbek bağını kesmemiz lazım.
Dünya yeni bir zamanı doğuruyor; tek bir soru var: kendimizi eski dünyadan ayırmanın vakti geldi mi? Vita nuova (yeni hayat) için hazır mıyız? Çağımızın korkutucu sorusu bu…"
Franz Marc'ın 'Der Blaue Reiter'in Tasarlanan İkinci Cildi İçin Önsöz' olarak Şubat 1914'te kaleme aldığı yazısından bir bölüm alıntıladığımız (Sanat ve Kuram, Küre Yayınları, 2011, sf. 184,185). Joan Miro'nun Sakıp Sabancı Müzesi'nde gerçekleştirilen sergisini gezerken yolculuğumuza Franz Marc'ın bu satırlarının da eşlik etmesiyle, bir sürü düşünce ardı ardına sıralanıverdi dünden bugüne.
Bir taraftan her şeyle göbek bağını kesme isteği, diğer yandan daha keşfedilecek çok şey var tespiti; hem her şey yaşandı ve bitti felsefesi, hem sarsak adımlarla yeni bir göz ve bakışla yol alma ihtiyacı. Alın size sanatçı ikilemlerinin şahikası. Franz Marc 1914'te I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinin hemen öncesinde bu yazısını kaleme alırken, Miro iki dünya savaşına da, İspanya iç savaşına da şahit olacaktır. İkisi de dünyanın karışık ve kaotik (hoş, ne zaman böyle olmamıştı dünyamız?) zamanlarının içinden yapıtlarını üretirlerken isyanlarını da dillendirmenin yolu yaparlar sanatlarını. Çünkü her şey birer birer toz duman halinde un ufak olurken gözlerinin önünde, ellerinde kalan budur…
Farklı yol tutuşlar vardır o zamanların isyanını dile getirmek için. Kimi tümüyle umutsuz ve mutsuz hiçliğin dibine vurur, kimi bilincin altını üstüne getirir kaçacak delik arar. Gördükleri kâbusları tekrar ve tekrar üretip sağaltmaya çabalayanlar da olur, 'kim bilir bu karabasan haller bir umudu da içerebilir mi?' diyerek geleceğe ilişkin iyi niyetini koruyanlar da. Ve çıkışsızlığın getirdiği bunalımlarla çareyi bu dünyadan ayrılmakta bulanlar da çıkacaktır. İlginç dönemlerdir dünyanın ters yüz olduğu savaş yılları ve bu yıllarda her bir yol tutuş kıymetlidir, çünkü ellerini taşın (taşların) altına koymak halen önemlidir ve kimse gözlerini kapamaz olanlara.
Kadınlar, kuşlar, yıldızlar ve diğerleri
"Joan Miro 1893 Barcelona doğumludur, gerçeküstücü ve soyut resmin en önemli temsilcilerindendir". Miro hakkında malumat edinmek istediğinizde bu cümle karşınıza çıkacak. Peki, sergide karşınıza çıkan eserler de aynı şeyi söylüyor mu seyircisine? Resimlerde gördüklerinizi tanımlamakta güçlük de çekseniz tuvallerde ikamet edenler bilip aşina olduklarınız değil midir? İsimlendirmelerde sıklıkla karşımıza çıkan, sergiye adını veren kuş, kadın ve yıldız, sanatçısında bulduğu karşılığın aynını seyircisinde de bulmakta mıdır?
Tanıtım metinlerini bir tarafa bırakın, Miro'nun gerçeküstücüler ve soyut sanatla uğraşanlarla flörtünü de. Bakın ve gördüklerinizi sıralayın bakalım, 'Evet burada bir kuş, şurada bir yıldız, burada da kadınımsı bir şeyler…' Sanatçı doğrudan bu dünyadan yola çıkmıştır sanki ama farklı bir şeyler de vardır. Nesnelerin temsili veya simgesel kullanımına değil her bir nesnenin kendisinde yarattığı elektriklenmenin (bu kendi tabiri) derdine düşmüş gibidir. O yüzden seyircisinde de bu elektriklenmenin husule gelmesini ister, acaba burada ne deniyor diye peşine düşülmesinin değil. Bu dünya onu heyecanlandırır, o yüzden ilk cümlemizde zikredilen gruplarla kategorize edilmek Miro'ya dar gelir. Zaten her bir tanımlama ve sınıflandırma ile dünyamızı daraltmıyor muyuz? Hele ki sanattan bahsediyorsak, dili genişletmek istiyoruzdur, bırakın dağınık kalsın tüm tanımlar!
Tamam, dağıtalım ama şu an kendimizi yalanlar şekilde Miro'yu anlatmaya, anlamaya çabalıyoruz. O zaman devam edelim yürüyüşümüze müzenin koridorlarında. İki katın koridorları boyunca tekrar ve tekrar karşınıza çıkacak olan kuş, kadın ve yıldızlardan devam edelim. Gördüğümüz şu olacak ki Miro'yu sadece bu dünya heyecanlandırmamaktadır. Belki kadınları bu dünyada ikame olmanın bir tezahürüdür, öte yandan yıldızlar başka âlemlerin. Kuşlar da aracı mıdır yoksa iki alan arasında gelip giden? Hep bir hareket hâkimdir tüm resimlere; bir ritim, bir tempo, müzikal veya şiirsel bir ses işitivereceksiniz gibi bir devinim. Öğrenirsiniz ki hayatında şiir ve müzik önemlidir, ama yaptığı şiirin veya müziğin görselleştirilmesi değildir. O ritmi belki de ahengi görünür kılmak istemektedir. Motiflerin plastik yanıyla ilgilidir ki bu motifler bir anlamda onun kelimeleridir.
Marc'ı destekler şekilde her şeyin yeni baştan düşünülmesinden yanadır. Gene göbek bağının kesilmesinden de. Çünkü yol almaya engeldir bazen eskiler. İlginç bir gelenek vardır ait olduğu Katalan kültüründe. 24 Haziran günleri Saint- Jean ateşleri yortusunda insanlar ellerinden çıkarmak, kurtulmak istedikleri ne varsa ateşe verirlermiş, bir anlamda kendilerine yük olan şeylerden kurtulmak için. Miro da bu kurtulma isteğinden yanadır ama bir farkla. O aptallıklardan, insanların zekâlarını kullanmamalarından kurtulmak ister, yerleşen ve kıpırdatılamayan düşüncelerden ve iş tutuşlardan. Yoksa yaptığı resimler hiç de göbek bağını kesmek istemediğinin bir göstergesi değil mi? 'Kadın' ile onu yaratıcılığın kaynağı olarak görmesi, dünyaya da kaynaklık ettiğini düşünmesi sebebi ile eskilere sıkı sıkıya bağlıdır sonucuna varabilir miyiz? Bundan kopulmayacağının bilincindedir, eskilerin yol göstericiliğine kendini açar. Ama derdi yeni başlangıçlardır, isyanı vardır fakat bu isyan gözlerini kör etmez. Eserlerinde isyanını son derece şiddetle dile getirdiği olsa da bu şiddetin uyuşuk insanlarda tepki sağlamaya yarayacağına inanır. İşte bu yüzden yeni başlangıçları önemser ve yine bu yüzden başlangıçların da kaynağı olduğunu düşündüğünden 'kadın' hep merkezindedir.
"Her şeyin başı başlamak" der. Her yapıtı onun için bir doğumdur. Başlangıçlar için en ufak bir boya lekesi, duvardaki herhangi bir çatlak fark etmez, yeter ki onu heyecanlandırsın. Eserlerinin her birinin başkalarınca beğenilmesini hiç kale almaz. Bunun için kalabalıklardan hoşlanan sanatçılardan uzak durmaya çalışır. Kendi kabuğuna (atölyesine) çekilmek, suskun kalmak şahit olduğu ve sanatın önüne geçen davranışlara bir tepkidir belki de. Suskunluğuna, kendini çekmelerine karşın etrafında bir hayran kitlesi olur mutlaka. Bu hayran kitlesi sadece bakmak ve seyirci olmak için orada değildir. Onlar aynı zamanda bakılmak için de oradadırlar. Sergiye giderseniz özellikle 73 tarihli 'Figür'ü arayın, önünde dikilin ve bakmaya başlayın, o zaman anlayacaksınız bakılmak ne demek! Ve göreceksiniz bir bakıştan kurtulamayıp o bakışın sizi esir alması nasıl bir tecrübe!
Bu tecrübeyi edindikten sonra Miro hakkında şöyle bir cümle okuduğunuzda artık siz de şaşırıp kalanlardan olacaksınız: "Joan Miro 1893 Barcelona doğumludur, gerçeküstücü ve soyut resmin en önemli temsilcilerindendir."