Zeynep Gökgöz: Sanat Sepet Servisi - Eylül

Sanat Sepet Servisi - Eylül
Giriş Tarihi: 3.09.2014 00:53 Son Güncelleme: 3.09.2014 13:23
Zeynep Gökgöz SAYI:05Eylül 2014
Müzeler bizim neyimiz olur? 'Manzara - Elvah-ı Nakşiye'den Günümüze MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonlarından Seçkiler II' başlıklı sergi Karaköy Antrepo 5'in girişinde yer alan Geçici Sergi Salonları'nda Eylül'ün 21'ine kadar bizleri bekliyor. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin önceki ikametgâhı Veliaht Dairesi restore edildi, Milli Saraylar Resim Müzesi olarak faaliyete geçti ama biz hâlâ merakla beklediğimiz Resim ve Heykel Müzemize bir türlü kavuşamadık. Karaköy'de kendisine tahsis edilen yeni yeri Antrepo 5'te koleksiyonun muhtelif periyodlarla geçici sergi salonlarında kendini görünür kıldığını görmekteyiz ki herhalde bizlere "Buradayım, beni unutma!" diye seslenmekte. Bu ünleme tam da müze mantığı ile örtüşmekte. Neden? Çünkü müzeler unutmak istemediğimiz ama artık rafa kaldırılan, tedavülden kalkan, el altında olması istenen amma velakin yürürlükte olması istenmeyen ya da modası geçen eserlerin mekânları ise, evet işte tam da kendi mantığına uygun şekilde bu koleksiyon da "beni unutma" diye seslenmektedir.

Çağdaş Sanatlar Müzesi adı altında 2015' te açılacağı duyurulan, mimari projesi Emre Arolat ekibi tarafından hazırlanan projenin en ilgi çekici kısmı isimlendirilmesi. Koleksiyonun en yeni tarihli eseri hangisi bilmem ama geç Osmanlı devri ile erken Cumhuriyet devri eserlerinin yoğunlukta olduğu 8 bin civarı (hatta 12 bin rakamı da telaffuz ediliyor) eserin hangisine 'çağdaş' sıfatını ekleyerek kullanacağız, hepsine mi? Yoksa ultra çağdaş bir mimari örneğiyle karşılaşacağımıza ima mı yapılmak isteniyor? Müzeye alımlar devam ettirilerek geçmişle bir devam zinciri oluşturmak ve muasır sanatlar seviyesine ulaştık demek mi, yoksa en çağdaş müzecilik örneğini vermeye talip olduğunu duyurmak mı amaç? Yoksa çaprazındaki İstanbul Modern ile hangimiz daha modern ya da çağdaş kapışması yaparak entelektüel hayatımıza renk katmak mı? İstanbul Modern Müzesi akıllılık edip müze olmasına rağmen kendini adlandırırken yaygın şekilde İstanbul Modern demeyi yeterli (ve bence olması gerektiği şekliyle) bulmakta ve içindeki eserleri rafa kaldırılan değil hayatiyeti olan eserler olarak tanımlamaktan yana tercihte bulunmakta diyebilir miyiz?

Müzelerin adları ne olursa olsun belli ki Sedad Hakkı Eldem'den miras antrepoların bulunduğu Fındıklı'daki alan İstanbul'un önemli kültür adalarından biri olarak işleyecek. Ama müze denen hikâye bildik şekilde mi işleyecek? Elzem olan soru bu. Gene kuralların müze gezer ve severleri boğduğu, üst üste gelen eserlerin bir müddet sonra flulaşıp her şeyi aynı grilikte görmenize sebebiyet veren göz bozukluklarına yol açtığı, çıkışta hediyelik eşya dükkânından alışverişlerle ince zevkliliğinizi ispat olanağı bulacağınız imkânların sunulması gibi tartışmaya açık çok farklı yönleri var mutlaka. Ama en mühimi; koleksiyon nasıl bir kurgu ile bize sunulacak? Nihayetinde tarihsel bilincin oluşturulması, ortak ideolojiler üretmek, ortak beğeniler kazandırmak gibi gelen ziyaretçilere ortak bir geçmiş, şimdi ve gelecek belirlemek misyonu devam mı edecek?

Birkaç sene evvel İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde çocuklara yönelik bir program gerçekleştiren müzecilik bölümünden bir eğitmenin paylaşımını bugün oldu unutmam, müzecilik denince aklıma düşer. Çocuklardan aldıkları geri bildirimlerden birinde şöyle söylenmiş: "Bu eğitimlerden öğrendim ki bu müzedeki her şey benden daha değerliymiş." Bu söz muhtemelen eğitim verenlerin artı hanesine işlenen, beni ise oldukça düşündüren bir paylaşım olmuştu. Bu mudur? Müzelerin mimarisi olsun, kurgusu ya da dikte etmek istedikleri her ne ise o olsun, hâlihazırda var olan ezicilik yönlerine bu şekilde bir katkı da eğitmenler eliyle sağlanmış olmuyor mu? Tüm insan yapımı materyallerin benden daha değerli olduğu algısı sürdürülerek sanat eserleri kutsal, müzeler mabet anlayışı devam mı edecek hâlâ ve hâlâ? Oysaki senin benim gibi başka zaman ve yerlere ait insanların üretiminin, izleyicinin kendisinde mahfuz potansiyelleri ortaya çıkaran etkisinden yararlanılamaz mı? Böylelikle pasifize edici, ağzı açık bırakıcı bir etki yerine, 'Ben değerliyim!' algısına dönüştürücü bir eğitim modeli düzenlenemez mi?

Aynı yanılgılara takılıp kalmak neden? Çünkü müzecilik anlayışımız da ithal. Büyük anlatılar döneminden kalma 'ben de büyüğüm ama' şeklinde geriden gelme hâllerimizden miras. Eleştirim tamamen bugüne, neden öyle olmuştu da böyle değil, deme lüksümüz yok. Madem iddialı bir müze binası ile çıkış yapılıyor, iddialı bir müzecilik anlayışı da doğru orantılı olarak düşünülmeli. Ama tartışmalar 'neden binamız bizden alındı'ya takılıp kalacaksa, 'biz ilgilenmiyoruz, kimler ilgileniyorsa bu işten zaten anlamıyorlar, bekleyelim görelim, bürokrasiymiş, laf anlatmakmış, proje sunmakmış, kendimizi yormayalım, bekleyelim ve bağırmaya devam edelim: Müzemi istiyorum!' şeklinde bir tartışma ne kadar yol aldıracak bekleyip göreceğiz.

'Müzemizin hâli nice olacak?' şeklinde sürüp giden polemikler ve tartışmalar (ki bu tartışmaları merak edenler arama motorlarına 'İstanbul Resim Heykel Müzesi' yazsın) herkesin kendi tarafına çektiği bir nitelik arz ediyor. Gönül isterdi ki Mimar Sinan Üniversitesi böyle bir tartışmanın ev sahipliğini yapsın ve de kendi bünyesindeki onaylayanları ve karşı çıkanları bir araya getirsin, 2012'nin Mayıs'ında yapılan Masumiyet Müzesi Sempozyumu'na benzer geniş katılımlı bir sempozyum gerçekleştirsin. Masumiyet Müzesi demişken, yazımızın başlangıcında bulunduğumuz iddiayı destekler şekilde acaba masumiyet de yitip giden bir şey olarak mı müzelik olmuştur, ne dersiniz?

Adı geçen müzelerden birkaç not daha…

Milli saraylar resim müzesi

Önceden İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanılan Veliaht Dairesi artık yeni bir müze ile hayata geçirildi. Milli Saraylar Resim Müzesi uzun süren restorasyon çalışmalarının ardından 22 Mart günü açıldı. Müzede eserlerden rol çalacağını düşündükleri için olsa gerek boğaz manzarası hiçbir yerden görünmesin diye sanki özellikle çaba gösterilmiş. Tek manzarayı seyredebileceğiniz kısım mekânın kafeteryası. Havasız bir fanus etkisi yapan müzenin dışarıyla ilişkisi kurulsa, sergileme alanı buna göre düzenlense, mekanın etkisinin müze deneyiminizi katlayacağı kesin.

Milli Saraylara ait koleksiyonlardan yaklaşık 2 yüz civarı eseri şu başlıklar altında gezebilirsiniz:

Sultan Abdülmecid / Abdülaziz Salonu
Osmanlıda Batılılaşma
Abdülmecid Efendi / İstanbul Görünümleri
Goupil Galerisinden Saraya Alınan Tablolar
Ivan Konstantinoviç Ayvazovski Salonu
Saray Ressamları
Oryantalist Ressamlar / Doğunun Cazibesi
Yaver Ressamlar
Türk Ressamları (1870-1890)
Portreler ve Tarihi Konulu Kompozisyonlar / Osmanlı Sarayında Manzara
Türk Ressamları (1890-1930)

MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Koleksiyonu

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne ait koleksiyonun küçük bir kısmı, bahsettiğimiz gibi 'Manzara - Elvah-ı Nakşiye'den Günümüze MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonlarından Seçkiler II' başlığı ile Antrepo 5'te görücüye çıktı. Bu küçük seçkinin var olan 8 bin esere yaptığı gönderme insanı heyecanlandırıyor. Bilmediğimiz eserlerin bildiklerimizden daha çok olduğunu öğrenmek sanat tarihimiz ve kültür tarihimiz için yeni pek çok anlatıyı da muştuladığı için heyecan verici. Zaten son günlerde sanat dünyasının gündemini işgal eden müzecilik etrafında dönen tartışmaların yanı sıra sanat tarihi yazımı üzerine de düşünülmesi, birbirinden koparılamayacak bir bütüne işaret ediyor. Ancak bu bütünün altından nasıl kalkılacağının da mesele edilmesi gerekecek. Şimdiye kadar küçük anlatılarla, dönemsel değerlendirmelerle, katalog yazıları ile iş kotarıldı, ancak 8 bin eserin tasnifi bile mesele olacak gibi gözüküyor.

Alt katta, nasıl bir müze binasının bizleri beklediğinin görselleri ile karşılaşıyorsunuz. Malum mimari projelerin maketleri, resimleri, videoları bayağı cafcaflı olur. Mottoları da şöyle: "Bu proje mimariye ve çevreye sadece güzel yapılar inşa edimi çerçevesinden bakmak yerine; onu kent hafızasına, koruma olgusuna, tarihsel temsiliyetler bağlamına ve sanata dair özgülleşmiş görüş üretme yönünde kullanmayı tercih eden bir zihinsel tasavvurun ürünüdür." Dileğimiz, EAA [Emre Arolat Architects] mimarisiyle ve mottosuyla, vazedilenin ve vadedilenin gerçekleştirilmesi. Fakat eserler, Emre Arolat'ın işinin kolay olacağını gösteriyor, hele arkasında böyle bir gelenek varken…

Üst katta Bedri Rahmi'nin küçük tablosu ile karşısında konumlandırılan karısı Eren Eyüboğlu'nun birbirlerine nazarları, diğer yanda Avni Arbaş'ın yoğun moruyla yanı başında Naile Akıncı'nın puslu renklerinin komşuluğu ve pek çok resim etkileyici idi. Yan yana resimlerin birbirlerinden rol çalışları rahatsız edicidir. Bu yüzden göz bazılarına zum yapıp diğerlerini yok etmeye başlamışsa suç benim midir? Alın size hayatta kalma taktiklerinden biri; bütün boğuyorsa eğer kendi dünyanı yarat!

Masumiyet Müzesi

Son sözümüz Masumiyet Müzesi için olsun. İtiraf edelim, masumiyetimizi yitirdik. Bu müze de, madem böyle diyerekten öyle bir kurgunun (romanın) kurgusu (müze) sunuyor ki bizlere, tamamen gerçek objelerden, tamamen gerçek bir zaman ve mekândan hareket edip yepyeni ve tabii sahte bir kurgu ile size anlatısını öyle bir yediriyor ki, üst katta Kemal Basmacı'nın yatağı başında kendinizi ağlarken bulabilirsiniz. Romanın 83 bölümüne mukabil 83 sergi vitrininde arz-ı endam eden buluntu veya yeniden üretim 8 bine yakın obje romanın gerçekliğine gerçeklik katıyor. Masumiyet Müzesinden, nam-ı diğer Merhamet apartmanından ayrılırken Pamuk'tan merhamet diliyor, el insaf çekiyoruz.

Yoksa siz hâlâ gitmediniz mi?
BİZE ULAŞIN