Zeynep Gökgöz: Sanat sepet servisi

Sanat sepet servisi
Giriş Tarihi: 8.8.2014 14:54 Son Güncelleme: 28.11.2014 13:52
Zeynep Gökgöz SAYI:04Ağustos 2014
Dili sağlam, güçlü bir sergi karşımızdaki… Naif, kırılgan, duygusal yoğunluğu yüksek sergilerden değil, ne diyeceğini bilen, sert, mekânı işgal eden eserlerden müteşekkil. Ötekinin beriki halleri
Saatchi Galeri

Saatchi Galeri bugünlerde 'Pangaea: Latin Amerika ve Afrika'dan Yeni Sanat' başlıklı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 2 milyon yıl önce Paleozoik dönemde birbirine sarılmış ve zamanla ayrı düşmüş iki kıtayı yeniden bir araya getiriyor. Dili sağlam, güçlü bir sergi karşımızdaki… Naif, kırılgan, duygusal yoğunluğu yüksek sergilerden değil, ne diyeceğini bilen, sert, mekânı işgal eden eserlerden müteşekkil. İşgal tabii Saatchi'nin izin verdiği, olur dediği ölçüde. Sanat piyasası Batılı sanat üretimlerini mideye indirmiş dahasını isterken farklı coğrafyaların ve zamanların keşfi ile iştahın bastırılması şart olmuştur. Çünkü dev her daim açtır. Bu hikâyenin geçmişi belki dünya sergilerine kadar gider. 20'nci yüzyılla birlikte ise bienaller sahneye çıkar. Dünyanın dört bir yanından gelen işler hepsi bir arada, eşit bir zeminde toplanırlar. Bir aradalık önemlidir. Dışardan bakış göz hizasında bakışa kaymıştır ama dediğimiz gibi izin verildiği ölçüde. "Gel berime bakayım sen ne tatlı şeymişsin böyle, hiç yakından bakmamıştım sana, gözlerin ne güzelmiş senin, aaa patisini de uzatırmış, kuyruğunu da sallarmış, senin şimdi etin de, sütün de güzeldir, hımm?!" diyen bakışlar ötekini beriki kılar ama sadece o kadar.

İlk karşınıza çıkan iş 50 santimetre kadar yüzlerce karıncanın duvarları istila ettiği Rafael Gomezbarros'un enstalasyonu. Her bir karıncanın gövdesi iki insan kafatası görünümünde birbirine çatılmış. Kolombiyalı sanatçı bu şekilde yakın geçmişiyle de hesaplaşmakta. Yani ölenlerin anısına saygı duruşunda bulunmakta, onları bir anlamda görünür kılmakta. 'Casa Tomada' daha önce büyük kamu binalarının dışını da istila etmiş bir iş.

Aboudia, Fildişi sahillerinden gelen bir sanatçı. Pop ve soyut ekspresyonist tarzda büyük boy tuvallerin sahibi. Bir grup resmi mağaravari karanlık arka fonlara sahip hayaletimsi figürlere zemin teşkil ederken, diğer bir grup resim ise daha canlı renkler, daha sevimli figürlerle daha tekinsiz bir havaya sahip. Her bir figür, resmin içinden kara birer boşluk olan gözlerini size dikmiş, ben buradayım da sen neredesin sorusunu izleyicisine yönelterek gene kıta gerçeğine işaret etmekte ve sanki "Hepsinden haberdarsın ve hala seyircisin, ey seyirci!" demekte.

İbrahim Mahama'nın 'Untitled' enstalasyonu kendisine ayrılan odanın tamamının çuvallarla kaplanmasıyla mekânı dönüştüren işlerden. Önce kakao, sonrasında kömür taşımak için yeniden kullanılan bu çuvalların boş olmalarına rağmen ağırlığı altında eziliyorsunuz, aynı bunları taşıyan hamalların gerçekte (ve gerçekle) ezildikleri gibi. Yakın zamanda yaşadığımız talihsizlikle de öyle örtüşüyor ki bu his, hem ağırlık hem karanlık üzerinize biniyor. Ama kaçmak yerine yüzleşmek için mekânda daha fazla zaman geçirmek istiyorsunuz. Ve bu süre zarfında dünya ekonomisini ayakta tutan dinamikler aynı zamanda galerilerin de hayatiyetine sıkı sıkıya bağlı olduğundan mekânın aslında ters yüz olduğu size aşikâr oluveriyor.

Leonce Raphael Agbodjelou'nun, Picasso'nun Avignonlu kadınlarını etten kemikten hale büründürdüğü 'Demoiselles de Porto Novo' isimli büyük boy fotoğrafları, Dillion Marsh'ın elektrik direklerini saran ve direkleri görünmez kılan kuş yuvalarını fotoğrafladığı 'Assimilation'u ve diğer 11 sanatçının eserleri 2 Kasım'a kadar görülebilir. 'Pangea 2' de 4 Mart- 6 Eylül 2015 itibariyle gelecek sergiler arasında yerini almış. Daha ayrıntılı bilgiye Saatchi Galeri'nin sitesinden erişebilirsiniz.

İbadet mekanında çağdaş sanat olur mu?
St. Paul Katedrali

Olurmuş. St. Paul katedralindeyiz. Londra'ya gittiğinizde görülmesi olmazsa olmaz mekânlardan bu katedral. Gitme sebebim ise; tamam, tabii, katedrali görmek de ama asıl Mayıs ayı itibariyle yerleştirmesi yapılan Bill Viola'nın 4 ekranlı videosu. İsmi 'Martyrs'. Her bir ekran dört elemana tekabül etmekte. Toprak, hava, ateş, su. Maalesef su ekranı arızalıydı ve işin tamamı tecrübe edilemiyordu. Bu kadarı da Bill Viola'nın o bilinen ruha dokunuşuna yetti. Her bir elementin insanı zorlaması, ona zor kullanmasına rağmen tevekkül hali hele ki bir ibadet yerinde tam yerini buluyor. O sabrı maalesef tur rehberleri turistlere gösteremiyor, işin yanından bir iki lakırdı edip geçip gidiyorlar, çünkü video 7 dakika ve kimsenin vakti yok. O zaman şehitlik, kendini feda etme havada asılı anlamsız kelimeler kervanına katılıveriyor. Kelimenin Grekçe'deki 'şahit olma' anlamına vurgu yapan Viola, izleyici olarak bizleri de işine şahit kılıyor ve sesleniyor: Dur, bak, izle. Ama olmuyor, istek yerini bulmuyor, çünkü video 7 dakika ve kimsenin vakti yok.

Sadece Viola'nın değil, tam paralelinde Henry Moore'un o bildik yuvarlak formlu heykellerinden 'Mother and Child: Hood' karşınıza çıkıp sürpriz yaparken, ana mekânda Gerry Judah'ın 'Commerative Crosses' isimli altı metrelik devasa iki haçı karşılıklı olarak I. Dünya Savaşı'nda ölenlerin mezarlıklarına dikilen haçlara gönderme yaparak tepenizde asılı duruyor. Çıkışta ise dört metal heykel ziyaretçilere güle güle diyor. Sakari Douglas Camp, heykellerine manidar bir şekilde 'All the World is Now Richer' ismini vererek, uğradıkları zulmün anısına kölelere katedralde yer açmış. Bazıları geçici, bazıları kalıcı çağdaş sanat örnekleri St. Paul için yeni değil. 2005'ten beri çağdaş sanatçıların bir anlamda -kutsal- işlerine yer verilen bu yerleştirmeler mekânla o kadar uyumlu ki şaşırıyorsunuz. Ne yalan söylemeli, aklımıza düşen dinî mimaride çağdaş sanat örnekleri acaba bizde nasıl karşılık bulurdu düşüncesi bir anda yerini gülmeye bırakıyor. Bir of çekip, St. Paul'den ayrılıyorum.
#Sayfa#
Salt'tan Salt'a

Salt Galata- Salt Beyoğlu

Salt her iki mekânında da Lübnanlı bir sanatçıyı Rabih Mroue'yu ağırlıyor. Lübnan'ın tarihsel anlatılarını kendi geçmişi ile paslaştıran, iki geçmişle de yakından tanışma fırsatı yakaladığınız işlerini bu yazıyı okuyanlar gidip göremeyecek çünkü ne yazık ki 13 Temmuz bitiş tarihi. Gitmesek de görmesek de sergileri için artık üzülmüyoruz, çünkü teknoloji sayesinde istediğiniz sanatçının peşine düşmek mümkün. Ama işleri deneyimlemek ya da deneyimlememek meselesinde tarafımız belli.


Salt Galata'da sizi 'Old House' adlı videosu karşılıyor. Yıkılan ve yeniden ayağa kalkan ev görüntüsü peş peşe tekrarlanıyor. Unutma ve hatırlama edimlerimize gönderme yapılan görüntülerde belki de tam hatırlayacakken elimizden kayan, sarkacın bir o yana bir bu yana salınmasına benzer hallerimizin acıklılığı söz konusu. Alt metinde, her defasında yeniden kurduğumuz anlatılarımızla başa dönmenin mümkün olmadığı, ama tüm bu geliş gidişlerin ölümle son bulacağı ve işte o zaman ölümün her şeyi baştan keşfetmeyi sağlayacağına inancını beyan etmiş sanatçı.

Sanatçının ölüm karşısındaki tavrı neredeyse her bir işinde varlığını hissettiriyor. Ailesinden ve ülkesinden verdiği kayıplar üzerinden ölüm teması farklı şekillerde işlenmiş. Ama travmatik olan ölüm değil yaşananlar. Bu ayrım çok önemli ve sanatçı bunun altını çok güzel çizmekte.

'Grandfather, Father, Son' işi aile hakkında enteresan bilgiler sunuyor. Büyükbaba bir şeyh, oğlunun da kendinden sonra görevini sürdürmesini ister. Ama oğul yani dede bir gün komünist manifestoyla karşılaşır ve… Sonrası gayet tanıdık ve bildik.

Karanlık bir odaya giriyorsunuz, yerde deniz simülasyonu yaratılmış. Görüntüye zamanla yüzüstü bir insan görüntüsü giriyor ve çıkıyor. Ne oluyor derken işin ismi çağrışımlarını getiriyor beraberinde. İsim 'The Mediterranean Sea'. Anlıyorsunuz ki bölgedeki iç savaşlar yüzünden kayıp 17 binden fazla insan karanlık sularda bir görünüp bir kaybolmakta.

Salt Beyoğlu'na geçtiğimizde özellikle 'The Pixelated Revolution' projesinin birer parçası olan işler dikkat çekici. Kendisine silahını doğrultmuş katiliyle göz göze gelenlerin bir anlamda kendi gözlerinden ölüm anlarını çektikleri cep telefonu görüntüleri kelimenin tam anlamıyla çarpıyor. O anı yakalamak adına silahın size doğrultulduğu gerçeğine elinizdeki cep telefonu siper oluyor ve sanal dünyanın yanıltıcılığı sizi bir kez daha tuzağına düşürüyor. Aman siz de sakın tuzağa düşmeyin, bir çatıdan silahını doğrultmuş kişi ne yapıyor diye koridorda emin adımlarla ilerlerken katilinizle göz göze gelebilirsiniz. Sonrası bildik diyeceğim ama asıl sonrasında en bilinmedik bir hikâyenin başlangıcı ile karşı karşıya kalacağız. Gene geri dönelim sanatçıya: "…Ölümün her şeyi yeni baştan keşfetmemi sağlayacağını varsayıyorum…"

İki kat iki tat

Pera Müzesi


PeraMüzesi'nde iki sergi bir arada, altlı üstlü birbirlerine komşuluk ediyor. Üst katta 'Andy Warhol- Herkes İçin Pop Sanat', alt katında 'Stephen Chambers- Büyük Ülke ve Diğer Hikâyeler'. Önce üst kattan başlayalım: Warhol ismi belki de sanat dünyasının, kulağa çalındığında zihinlere en fazla şeyin üşüştüğü sanatçılarından. Pop sanat, seri üretim, Factory, metalaştırma, pazarlama, herkesin 15 dakikalığına meşhur olacağı bir dünya ve daha neler… Hani bazı isimleri çok duyduğunuzdan, hakkında çok şey bildiğinizi sanırsınız fakat çok az şey biliyorsunuzdur, işte öyle bir isim. Sanatçı, zamanın ruhunu yüceltir, peki, nedir zamanın ruhu? Amerikan popüler kültürü. Sanata erişimin ise bir kola şişesine sahip olmak kadar kolay olmasını isterdi. Aslında sanat yapmak değil sanat kapsamına giren her ne varsa onun altını oymak, sıradanlaştırmak, yerleşik kalıplarla oynamaktı niyeti. Ve her şeyin reklamın gücüyle sanat olarak pazarlanabileceği ve sanatın asıl bu olduğu fikrini yerleştirdi sağ olsun.

Peki biz niye bu kadar yer verdik kendisine? Alt kat komşusunun hatırına. Pera bunu bilerek yapmış mıdır bilemem ama bir alt kata geçtiğinizde karşılaştığınız sergi, kızgın kumlardan serin sulara misali bir etki yaratıyor üzerinizde. Yağlı boya ve baskının geri dönüşüyle incelikle işlenmiş, sabırla üretilmiş, şiirsel bir yaratıcılığa sahip, eski ustalara saygı duruşundaki eserler sizin tüm Warhol'a ikna oldu olacak halinizi bir kenara atıp karşılaştığınız işlerin sanatçısına yönelmenize sebep oluyor.

Kraliyet Sanat Akademisi üyesi olan Stephen Chambers bazı işlerini bu sergi için özel olarak üretmiş. En etkileyici eseri ise odanın bir duvarını kaplayan 'Büyük Ülke'si. 78 parçadan oluşan 4'e 15 boyutlarında bir eser. Çini mürekkebiyle elle çizimlerin dijital baskısı alınarak bir sentez yapılmış. Çerçevenin dünyanın sonu olduğunu söyleyen sanatçı, çerçevesiz, her bir birimin farklı kombinasyonlar yaratabileceği bulmaca formatında uçsuz bucaksız bir dünya yaratmış. Bu dünyanın sakinleri bir oraya bir buraya seyahat halindeki göçmenler. Bavullar, farklı yönleri gösteren işaret parmakları, yapım halinde kulübelerle eserin parçalı yapısı hikâyede de devam ettirilmiş. Son söz söylenmez, çünkü insanın geniş evrendeki hikâyesi devam etmektedir, bu yüzden zamansızdır, bu yüzden deşifre edilemez.

Flaman Atasözleri, Blake resimleri, Bela Belayı Bulur dizisi ile Venedik Baskıları ve de tek resimlerinin her birinde karşımıza çıkan arka planların da ön plan kadar ehemmiyet kazanması, farklı perspektif anlayışı, kontrast kullanımını sevmesi, parıltılı renkleri, süsleme unsurları, farklı biçimlerdeki zemin örgüleri ve fantastik hikayeleri ile Erken Rönesans devrine selam durmakta. En sevdiğim ise konuşma balonları oldu. Sanatçı bu konuşma balonlarını izleyicisinin doldurmasını istemekte, ona yol göstermekte, eserlerinin bu şekilde tamamına ereceğini bizlere duyurmakta.
BİZE ULAŞIN