Nihal Şahin Utku: İslam’ın ilk asrında kadın

İslam’ın ilk asrında kadın
Giriş Tarihi: 6.8.2014 10:16 Son Güncelleme: 28.11.2014 13:53
Nihal Şahin Utku SAYI:04Ağustos 2014
Peygamber etrafında odaklanan yeni toplumsal yapılanmada, kadın nasıl bir rol üstlenmiş? İslam geleneğinde kadın için ‘tasarlanan’ mahrem alan korunaklı bir alan mı, yoksa bir dışlanma aracı mıdır? Toplumda kadının yeri… Tarih boyunca zihinlerin netleşmediği, netameli bir konu… Dinlerin, kültürlerin ve siyasi yapıların en tartışmalı mevzuu... Emevilerden Abbasilere, Osmanlı'dan modern zamanlara, dar kalıplara hapsedilen çetrefilli bir gündem. Son din İslam'ın bakışı ise, farklı dini yorumların gölgesinde adeta okunamıyor. Oysa, İslam'ın kadına bakışını anlamanın en iyi yolu, selefilerle modernistlerin, sufilerle gelenekçilerin farklı pratiklerinden sıyrılıp kaynaklara dönmekle mümkün.

Temsil ettikleri her konumun, erkekler tarafından bahşedilmiş bir 'ihsan' gibi algılandığı kadın konusuna İslami referansların nasıl yaklaştığına, birtakım sorular eşliğinde bakalım; ilk dönem İslam toplumunda kadın hayatın neresinde duruyor? Peygamber etrafında odaklanan yeni toplumsal yapılanmada, kadın nasıl bir rol üstlenmiş? Peygamber eşlerinin hayatı, mümin kadınlar için bir model teşkil eder mi? Peygamber döneminde kadın lehinde bir toplumsal düzenlemeden söz edilebilir mi? İslam geleneğinde kadın için 'tasarlanan' mahrem alan korunaklı bir alan mı, yoksa bir dışlanma aracı mıdır?

Hz. Peygamber'in devraldığı toplumsal yapıda kadının konumunu göstermesi bakımından Hz. Ömer'in "Biz cahiliye döneminde kadınları insan yerine koymazdık" sözü dikkate değerdir. Çok geçmeden Peygamber ile başlayan toplumsal değişimin ilk izleri, kadınların şu sözlerinde açığa çıkar: "Resulullah bize bizden daha hoşgörülü ve merhametliydi."

Cahiliye döneminin kadını geri plana iten anlayışı kadınlara öyle sinmişti ki, adeta Allah indinde kadınlar olarak değerlerinin olmadığını düşünüyorlardı. "Ya Resulullah, erkekleri zikrediyorsun, ancak kadınlardan bahsetmiyorsun" endişesi ile varlıklarını onaylatma ihtiyacı hissettiler. Kadınların konumlarını anlamaya yönelik sancılarının dışa vurumu olan bu serzenişin ardından Kur'an'da, sık sık "Müslüman erkeklerle, müslüman kadınlar …" diye başlayan ayetler yer almaya başladı. Kadınlar da ayetlerin sebeb-i nüzulü içine girdiler. Nitekim Arap dilinin etimolojik ve gramer yapısı gereği ayetlerde genellikle eril siga kullanılsa da, Kur'an'ın bütün ilahi seslenişinde kadın ve erkeğe ortaklaşa hitap edildiği görülür. Artık kadın, mücerred bir cinsiyet konusu olmaktan çıkmıştır.

Hz. Peygamber'in nübüvvet hayatının Medine evresi, değişimi bir bütün olarak gören ve cinsiyet yerine insanı merkeze alan bir eğitim anlayışına sahiptir. Kabile merkezli toplumda bireyi ön plana çıkaran bu yeni anlayışta, kadınlar da Allah Resulü'nün doğrudan muhatabıdırlar. Tıpkı erkekler gibi inanma, ibadet etme, akit yapma, topluma hizmet etme hak ve özgürlüğüne sahiptirler. Hz. Peygamber nazil olan her ayeti, hem erkeklere, hem kadınlara okumaktadır.

Hiç şüphesiz Hz. Peygamber döneminde toplumsal hayatın odak noktası, Mescid-i Nebevi'dir. Mescid'den uzak olmak, Medine'nin vahiy etrafında şekillenen gündeminden de uzak olmak demektir. Bu anlamda kadınlar, mescidde olmayı önemsemişler; hatta mescidin erkek egemen yapısına karşı çıkarak, "Mecliste erkeklerden bize sıra gelmiyor. Onlar hep toplantılarınıza geliyor, ilim ve dini konuları öğreniyorlar. Bizim için de bir gün tahsis edin, gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim" teklifiyle Hz. Peygamber'in kendilerine özel bir gün tahsis etmesini sağlamışlardır.

Nazil olan sureleri doğrudan Hz. Peygamber'den dinleyen, mescidde ya da Peygamber hanesinde her konuyu onunla konuşabilen, Cuma namazına katılarak hutbeleri dinleme imkânı bulan, hatta bazı uzun sureleri Hz. Peygamber'den dinleyerek ezberleme cehdi gösteren kadınların da katkısıyla, Medine 'münevvere' olmayı başarmıştır.
#Sayfa#
Kendisini ziyarete gelen kadınlara hal-hatır sorarak iltifat eden, hatta bazen cübbesini yere sererek onları üzerine oturtan, hasta hanımları ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerini sunan, Mescid-i Nebevi'nin bir kapısını rahat girip çıkmaları için kadınlara tahsis eden Hz. Peygamber'in başlattığı değişim öylesine etkin olmuştur ki, Abdullah b. Ömer'in ifadesiyle mümin erkekler vahye konu olmaktan korkarak eşleri ile nasıl konuşacaklarını şaşırmışlardır. Allah Resulü, kadınlara mescidin ve dinin gündeminde öylesine önemli bir yer açmıştır ki, bazı konuları kaçırma ihtimallerine karşı, erkekleri öğrendikleri konuları eşleri ile paylaşmakla mükellef tutmuştur.
Kadınların kendi aralarından temsilci olarak seçtikleri Ümm-ü Amir'in Peygamber'e gelerek bazı isteklerini veciz bir şekilde anlatması üzerine, Allah Resulü "Dini konusunda problemlerini bundan daha güzel ortaya koyan bir kadın gördünüz mü?" sözleriyle kendilerini ifade etmelerinden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.

Allah Resulü'nün verdiği bu güzel enerji ile kadınlar sabah namazında dahi arkada saf oluşturarak cemaate katılmışlar; bazen de mescitte hutbe dinlerken, Peygamber'in özel selamına muhatap olmuşlardır.

Peygamber'in eşi Hz. Aişe, toplumsal değişimin kadın ayağının çok önemli bir öncüsüdür. Ve o bir ilim ehlidir. Allah Resulü'nün ifadesiyle 'dinin yarısı'dır. Sahabenin "fıkhı ondan daha iyi bilen kimse görmedik" yorumlarına konu olan, ilk üç halife döneminde adeta müstakil bir 'fetva makamı' haline gelen, Medine dışından yığınla insanın soru sormak için yollara düştüğü, gelemeyenlerin ise yazılı sorularla müracaat ettiği Hz. Aişe, Peygamber'in vefatının ardından 47 yıl boyunca müminlere rehberlik yapmıştır. Bu anlamda Aişe, yalnızca dinin yarısı değil, aynı zamanda toplumun da yarısıdır.

Kısa zaman içinde Aişe, Ümmü Seleme, Ümmü Varaka gibi namazda kadınlara imamlık yapacak donanımlı hanımların yetişmesi, çok önemli bir eğitim reformudur.

Hz. Peygamber'in kızların eğitimini ve güzel terbiye edilmelerini teşviki, kadınların meslek edinmesini tavsiyesi, sanattan ticarete, deri işlemeciliğinden dokumacılığa, şairlikten okuma yazma öğretmeye, ilaç yapımından hasta bakıcılığına kadar uzanan değişik yelpazede aktif kadın varlığı, dikkate değerdir. Hz. Hafsa'ya da okuma yazma öğretmiş olan ilk muhacirlerden Şifa Hatun'un Hz. Ömer döneminde danışmanlık ve çarşı-pazarı denetleme görevi yapması manidardır.

Görünen o ki, İslam'ın ilk asrında kadınlar tıpkı mümin erkekler gibi Kur'an'ı öğrenme, anlama ve öğretme anlamında hayatın tam da ortasında yer almışlardır. Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Ümmü Varaka gibi Kur'an hafızları çıkmıştır kadınların içinden. Kendisini hadis rivayetine adayan önemli sayıda kadın varlığı mevcuttur. Prensiplerin vahyin akışı ile şekillendiği, gündemin ayetlerle belirlendiği bu dönemde kadınların yüklendikleri toplumsal roller, çığır açıcı niteliktedir.

Hz. Ömer'in meclisinde, onu dinleyen, hatta uyaran kadınların varlığı, cahiliye döneminde söz hakkı olmayan kadınların, Peygamber döneminde nasıl özgüvene kavuştukları, haklarını nasıl aradıkları ve dini konularda ne denli donandıklarının en iyi delilidir. Ebubekir döneminde toplanan Mushaf-ı Şerif'in Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman yerine Hz. Hafsa'ya intikal etmesi, oryantalistlerin hâlâ anlayamadıkları bir konudur.
Hz. Aişe'nin, Hz. Hafsa'nın, Ümmü Seleme'nin katiplere yazdırdıkları, kendilerine ait mushaflarının olması, pasif bir okuyucu olmadıklarını, kafa yoran, etüt eden, şerhlerle bilgilerini zenginleştiren bir öğrenme çabası içinde olduklarını gösterir. İslam âlimlerinden İbn Hacer'in 60 kadar kadın hadisçiden ders okuyup hadis naklettiğini söylemesi, keza Zehebi'nin 100 civarında kadın hadisçiden ders aldığını dile getirmesi, bu birikimin sonraki asırlara da aktarıldığını gösterir. Nitekim müteakip asırlarda 'Müsnide', 'şeyha', 'seyyide' gibi sıfatlarla anılan, hadise vakıf, toplum nezdinde itibarlı kadınların varlığı ile karşılaşmaktayız.
#Sayfa#
Örneklerde de görüldüğü üzere, Peygamber nezdinde İslam, toplumda kadın-erkek ilişkilerini ve kadının konumunu kökten değiştirmiş; insanlığın kadın lehine önemli kazanımlar elde etmesinin önünü açmıştır. İslam, başlangıçta 'kadın hakkı' kavramını gündeme getirmiş olmakla birlikte, zaman içinde kadın erkek ilişkisini cinsiyet düzleminden çıkarıp, 'kul' eksenine taşımıştır. Her iki cins arasındaki farklılıkları kabulden yola çıkarak, kadın ve erkeğin ilişkisini bir sözleşmeye bağlamış; keskin roller koymak yerine ölçüler getirmiştir.

İlk dönem İslam toplumunda imtiyazlı bir konuma yükselen kadının sonraki dönemlerde toplumdan tecrit edilişinin siyasi, coğrafi, dini ve kültürel sebepler dışında, dini yorumlardan kaynaklandığını belirtmek gerekir.

Emeviler döneminde, batıda Atlas Okyanusu, doğuda Çin kıyıları ve Afganistan; kuzeyde kısmen küçük Asya, batıda ise İspanya'ya kadar uzanan bir coğrafyanın sahibi olan Müslümanlar, karşılaştıkları farklı anlayış ve kültürlerden yeni modeller üretmişlerdir. Bu değişimden kadın da nasibini almış; ganimetlerle gelen refahın etkisiyle kadınlar evlerinde tahsis edilen konforlu mekânlara çekilmişlerdir. Ciddi cariye akışı ile kadınların içeri ve dışarı ihtiyaçlarının yükü cariyelere devredilmiştir. Hür kadınlar için kısa mesafeler dışında sokakta dolaşmak bir ayıplanma vesilesi addedilmiş; artık camiye gitmelerine de hoş bakılmamıştır. Bu değişim, cariye ve yönetici sınıfa mensup kadınların konumunu etkilemezken, sıradan kadınlar için önemli bir geleneğin başlangıcı olmuştur. Yönetimin Kur'an ve sünnete uygunluk esasına değil de devletin çıkarlarına göre düzenlendiği bu iktidar döneminde, cahiliye dönemi alışkanlıklarına yeniden dönüş yaşanmış; liderlerin zaafiyetiyle cariyeler ve şarkıcılar üzerinden kadın bir eğlence aracı yapılmıştır. İffetli kadınlar için 'içeri' korunaklı ilan edilirken, 'dışarı' aşağı seviyeden kadınların mekanı olmuştur. Konaklarda, avlularda ve hamam sefalarında kadınlar için mazbut eğlenceler icad edilmiş; sokağın kadının mazbutiyetine halel getiren yanına vurgu yapılmıştır. Sokak, ekseriyetle cariyeler ya da çalışmak zorunda olan kadınlara teslim edilmiştir. Kadının alanı, hak ve sınırları, erkeğin ya da siyasi otoritelerin insafına havale edilmiştir.

Hiç şüphesiz bu tespitler, bütün İslam coğrafyası için eşit derecede genelleştirilemese de, ilk dönem İslam toplumunun kadın lehine açtığı yolu daraltmış; kadını dinin verdiği zengin kazanımlardan mahrum etmiştir.

Kadının İslam'daki yerine dair söylenecek son söz, İslam'ın kadının önünü açtığı ve hayatın merkezine taşıdığıdır. Hasılı, kadının alanını daraltıp onu kalıplara hapseden din değil, gelenektir.
BİZE ULAŞIN