Futbolu severim, edebiyatı da ama edebiyat, futbolu her zaman sevmez. Borges'in futbol hakkındaki görüşlerini yazmıştım. "İngilizlerin icat ettiği en kötü şey" diyordu futbol için. Ülkemizin edebiyatçıları da kayıtsız kalmamış tabii ki bu toplu sosyal trans haline. Refik Halit Karay'dan Vâlâ Nurettin'e, Ahmet Muhip Dıranas'tan Orhan Kemal'e, Yaşar Kemal'den Nazım Hikmet'e… Kimi futbolu çok sevmiş, kimi bir eğlence olarak bakmış. Aralarında sahaya çıkıp oynayanları da var, tribünden taraftarı olduğu takımı boğazı yırtılırcasına destekleyenleri de. Ama büyük çoğunluğu bu oyunu anlamak için kafa yormuş. Bir tanesi hariç! Bilerek ve isteyerek bizatihi futboldan ve futbola dair her şeyden uzak duran bu isim; Necip Fazıl Kısakürek…
Gençliğinde kürek çeken ve ata binen Necip Fazıl, futbola karşı bilinçli bir kayıtsızlık içindedir. Boğaziçi'nde oturduğu evin sokağında top oynayan çocukların ağzından çıkan; "ofsayt, faul, gol" kelimelerinden sadece "gol"ün ne demek olduğunu bilir mesela. Onu da futbolun en adi kelimesi ilan eder. Futbol ona eğri ya da doğru; makul ya da saçma gelmez. Çok büyük bir toplumsal mesele olarak görür futbolu ama çemberin dışında tutar kendini her zaman. Dörtnala koşan atların onda yarattığı heyecanla hiçbir futbol müsabakası kıyaslanamaz.
Ona göre memleketin dört bir yanında patlayan futbol gürültülerinin içinde akla ve mantığa makul bir gerçeklik pırıltısı aramak, dibine dinamit konarak patlatılan bir binanın yıkıntıları arasında kapı numaralarını aramaya benzer. Samanlıkta iğne aramak bile bundan daha gerçekçi bir hakikat arayışıdır. Çünkü yanması gereken insan, bir izci gibi çalıyı çırpıya sürterek emek ve çile ile ateşe ulaşmalıyken; futbol denen bu lakaytlık onu benzin dökülmüş gibi aleve verir. Ve bir anda ortalığı dumanlar kaplar. Tüm bu duman da insanın dünyadaki asıl amacını görmesini engeller.
Kafası meşin insanlarla meşin topu ayırmalı
Futbolun insana "ne yaptığının" da farkındadır Necip Fazıl Kısakürek. Onun bakış açısına göre futbol peşinde koşarak zihnini idam eden insan, idam sehpasını da bir futbol topuna vurur gibi devirir. Öğrencilerin, dünyanın en önemli profesörlerinin dersine göstermeyecekleri ilgiyi, bir futbol maçı izlemeye verdiklerini görünce sinir, kahır ekseninde gidip gelir. Ömründe bir defa stada girmiştir Necip Fazıl, onda da amacı maç izlemek değil arkadaşını görmektir. Necip Fazıl için kafası meşin insanlarla, meşin topu birbirinden ayırmak gerekir. Futbolu sevmemesine rağmen futbol hakkında tespit yapmaktan da geri durmaz. Onun ilgilenmediği aslında futbolun teknik meseleleridir. Toplumdaki etkilerini ise her zaman gözlemler, sosyolojik bir vaka olarak üzerine düşünülmesi gerektiğine inanır.
Futbola dair önemli tespitleri vardır Necip Fazıl'ın. Halk tarafından çılgınlar gibi alaka gören, ekonomiden dengeyi bozacak kadar büyük bir pay alan futbolun, yıllar geçse de yeterli gelişmeyi gösterememiş olmasını iki şeye bağlar: Anlayışsızlık ve zevksizlik. Günümüzün de en çok tartışılan konularından biri olan "futbolculara ödenen para" meselesi için de az ama öz bir fikri vardır yıllar öncesinden: Rezalet! Şu cümleleri ise milyonlarca para akıtılan ama bir türlü başarılı olamayan futbol kulüplerinin giriş kapısına yazılacak türdendir: "Haliç'in neresinden bir bardak su alırsanız alın, tahlili hep aynı çıkar."
Futbolu sevmezdi oğlu kaleci oldu
Futbol meselesine birçok entelektüel gibi mesafeli duran Necip Fazıl, her ne kadar kendi çocukları için "milli sporları" tercih ettiğini söylese de oğlu Osman'ın profesyonel bir kaleci olması hoş bir tesadüf oldu. Pek çok kişi tarafından bilinmeyen bu detay ve sayfada gördüğünüz (büyük ihtimalle ilk defa) fotoğraf, aslında tüm bu yazının çıkış noktasıydı.
Edebiyatçılar ve futbol zaten pek ilgi gösterilmeyen bir alanken, edebiyatçıların oğullarının futbol oynayıp oynamamasıyla kim neden ilgilenir bilinmez ama en azından ben ve benim gibi birkaç kişi için heyecan verici bir bilgiydi bu. Necip Fazıl gibi önemli bir figürün, futbol hakkındaki düşünceleri de malumken, oğlunun profesyonel futbolcu olması, az bilinmesiyle de değerli bir bilgiydi çünkü.
1960'lı yıllarda Sakarya'da yaşayan Osman Kısakürek, bir yandan Adapazarı Ticaret Lisesi'nde okurken bir yandan da hem okul hem de Sakaryaspor'un genç takımında futbol oynuyordu. Uzun boyu ve ideal fiziği ile futbol için biçilmiş kaftan olan Osman da edebiyat dünyasının önemli isimleri Handke, Nabokov ve Camus gibi kaleciydi. (Edebiyatçıların kalecilik merakı da ayrı bir yazı konusu) Başarılı bir kaleci olan Osman Kısakürek birkaç yıl sonra Sakaryaspor A Takımı'na yükseldi ve 2. Lig'de forma giydi. Necip Fazıl Kısakürek ise kaleci oğlunu ziyaret ettiği günlerden birinde şu satırları kaleme alarak bu yazının da özetini çıkarmış oldu:
"Var'ın altında yokluk
yokun altında varlık"