İbrahim Altay: Bozguncular

Bozguncular
Giriş Tarihi: 14.4.2018 13:31 Son Güncelleme: 14.4.2018 13:31
Dedikoduculara, iftiracılara, yalan yanlış haberler yayarak insanları birbirine düşürmeye çalışanlara “bozguncu” demek kamusun zenginliğine ihanettir. Bu hallerin tasnifi başka başkadır. Her kelime yerli yerinde söylenmelidir.

Nereden aklına geldiyse keratanın?

Durup dururken "Kıymetli üsted! Çocuklarına 'Sakın kavgaya karışma evladım, dayak yersin' diyen annelerin hükmü nedir" şeklinde bir sual istidraç etti.

Bu harikulade suale ben dahi şaşırdım. Dikkat ederseniz, "istidraç" tabirini özellikle kullandım.

Evvela aklıma merhumun "defineye malik viraneler" mısraı geldi fekat bilahare bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesine dair teşbihin, durumu tespit için daha isabetli olacağına kanaat getirdim.

Bizim talebede hikmet ne arasın?

Ne ise! Lakırdıyı kesip suale dönelim. Hemencecik aklıma çocuklarının etliye sütlüye bulaşmamasını telkin eden bütün anneler ve hatta "Herkes kendini kurtarır, olan sana olur" diyen nineler geldi.

Bir yanım hüzünlendi, bir yanım sinirlendi. Bu halitanın da tesiriyle olsa gerek şöyle bir cevap istihraç ettim: "Bu annelerin durumu düpedüz bozgunculuktur. Bu anneler evvela kendi çocuklarına, sonra da cemiyete zararlı insanlardır."

Dikkat buyurun, "istihraç" tabirini hususi olarak seçtim.

Şaşırma sırası müridime geçmişti. Bir anlık tereddütten sonra itiraz etti: "Nasıl olur üsted?! Ana yüreği bu değil midir? İthamınız biraz ağır olmadı mı? Ne demek istediğinizi izah edin lütfen."

Bende öyle kuru gürültüye bırakılacak ayakkabı yoktur!

"Ben izah ederim etmesine de bu meseleyi anlayabilmek için ruhiyat ve kamus ilimlerine vakıf olmak lazımdır evladım" diyerek mukabele ettim.

"Aksi takdirde benim manalı sözlerim sizin o boş beyninizin içinde bülbülün ıssız kırlarda yankılanan feryadı gibi dönüp durur fakat bir zülfüyâra dokunabilemez."

"Fakiri karşınıza alıp muhabere etmeniz dahi bir keramettir şeyhim! Yine alicenaplığınızı ispat ettiniz. Can kulağıyla dinliyorum, lütfen bu günahkârı ilminizden mahrum etmeyiniz" diyerek boynunu büktü.

Tilki tabiatlı, uyanık bir talebeydi. Yüreğimdeki insan sevgisine mağlup olup izahata başladım: "Evladım aç kulağını da dinle. Sana emanet ettiğim bu sırdan da zinhar kimseye söz etme! Çocuklarını korkak yetiştiren bu anneler apaçık bozgunculardır. Bunu anlamak için bozguncu kelimesinin hakiki manasını bilmek gerekir."

"İrşad edin üsted!" dedi.

"Sözümü kesme de dinle! İlim sahibi olmak için evvela sabretmeyi bilmek lazımdır" diyerek kaldığım yerden devam ettim: "Bizde 'bozguncu' kelimesi öteden beri yanlış anlaşılmaktadır. Arapça müfsid kelimesini bazı cahiller 'bozguncu' olarak çevirmişlerdir ve bu tabir dilimize öylece yerleşmiştir. Doğrusu bu, ruhiyat nazariyelerinden ve tefsir ilminin temel kaidelerinden bihaber olan sahte âlimlerin bir uydurmasıdır."

"Müfsid, ifsad eden yani bozan demektir. Hâlbuki 'bozgun' mağlubiyet yani yenilgi manasına gelir. Şu halde bozguncu kelimesini öz Türkçeye ancak 'yenilgici' gibi bir ucube lafla tefsir etmek kabildir."

"O halde bozguncu kimdir?"

"Bozguncular, yenilgiyi peşinen kabul etmiş, her durumda mağlup olacaklarını düşünen, ferde ve cemiyete zerrece itimat etmeyen, korkak ve sünepe kişilerdir."

"Bozgunculuk ruhiyye ve akliyye ilminde adı sanı belli olan marazi bir haldir. Bir ruhi sapıklıktır. Yani bir hastalıktır. Çocukların herkesten dayak yiyeceğini düşünen annelerin durumu da böyledir."

"Dedikoduculara, iftiracılara, yalan yanlış haberler yayarak insanları birbirine düşürmeye çalışanlara 'bozguncu' demek kamusun zenginliğine ihanettir. Bu hallerin tasnifi başka başkadır. Her kelime yerli yerinde söylenmelidir."

Şüpheci gözlerle bana bakıyor ve muhtemelen zihninden "Hoca yine bizi ayaküstü kekliyor" şeklinde tuhaf düşünceler geçiriyordu hayta. Aldırmadım.

"Türkçen anlamaya kâfi gelmediyse başka lisanlardan da istifade edebilirsin! Bozgun kelimesinin Amerikancadaki muadili 'defeat' demektir. Bu haletiruhiyenin vücuda getirdiği cereyana 'defeatism', bu cereyana kapılmış olan zavallılara 'defeatist' denir."

Talebem kendisinden beklemediğim bir cesamet göstererek atıldı: "Tam anlayamadım. Birkaç misal verebilir misin üsted?"
"Elbette evladım. Bozguncuların bazı türleri vardır ki anneler bunların yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi kalır."

"Farz-ı misal; 'İsrail'le bozuşmayalım, Amerika'yla iyi geçinelim, Rusya'yı ürkütmeyelim, Avrupa'nın buyruklarını tatbik edelim, Afrin'de ne işimiz var' diye zırlayan zevatın hepsi bu hastalıktan muzdariptir."

"Biz yapamayız, biz edemeyiz, biz beceremeyiz, biz kazanamayız, bizi mahvederler diyen herkes bu hastalıkla maluldür. Bunlar her türlü terakkiye muhaliftir. Yapılması düşünülen bütün iyi işlere karşı çıkarlar. Her vesileyle ortaya fırlayıp şimdi mahvolduk, şimdi bittik deyu ağlayarak moral bozarlar."

"Bunlar cemiyet zararlılarıdır. Islah edilmeleri gerekir."

"Hatta bazıları işi o kadar azıtmışlardır ki vehimle yetinmeyip içinde yaşadıkları cemiyetin kötülüğünü isterler. Ondan nefret ederler. Yakılıp, yıkılma, yenilip, kaybetme ihtimalini hayal etmekten derin bir haz alırlar. Bozguna uğramasını, harap ve bitap düşmesini arzularlar. Bunlara mağlubiyet-perestler de denilebilir. Bu zümrenin ıslahı dahi mümkün değildir."

"Doğrusu şaşkınım üsted" dedi kerata. "Hadiseye hiç bu zaviyeden bakmamıştım."

"Senin zaviyelerin kapanmış, nasıl bakacaksın be hey ahmak" diye ünlemek geldi içimden fakat öfkeme hâkim oldum. "Üzülme evladım, o da zamanla olur" diyerek sohbeti tamamladım.

BİZE ULAŞIN