Üzüntüye yer aç!
Biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Beled Suresi/4
Çocukluktan gençliğe doğru adım attığımız yılların en dikkat çekici yanlarından biri sonradan "kişisel gelişim kitapları" olarak adlandırılacak yeni bir edebi türün ortaya çıkışıydı. Daha önce benzerleri yazılmış olsa bile defalarca basılmaya ve insanların gündeminde üst sıralarda yer bulmaya başlamaları ile bu kitaplar adeta bir furya şeklinde karşımıza çıktılar. Söz söyleme sanatı, iş başarma sanatı, insanları etkilemenin 10 yolu, zengin olmaya giden 20 yol derken işin ucu kadınları/erkekleri etkilemenin bilmem kaç yoluna kadar uzandı.
Milyonlarca insan tarafından adeta yalanıp yutulan bu edebi türün en belirgin özelliği muhataplarını kolay yoldan bir şeyler başarmanın ipuçları ile donatıyor olmasıydı. Bu kitapları okuyup kariyerinde epey mesafe alan yahut kadınları/erkekleri kendilerine meftun eden çok sayıda insan olmuştur diye düşünüyorum ancak iş bu kadarla kalmadı. Söz konusu bilgiler küreselleşme ile birlikte zihinlerimize zerk edilen haz tutkusu ve egoizm ile birleşince ölümcül bir kombinasyon ortaya çıkardırlar: Haz peşinde koşan, üzülmeyen, merhameti çoğu zaman çarpık ve sınırlı, en önemlisi de vicdan azabı çekmeyen bir insan tipi.
Söz konusu bu insan tipinin en baskın yanı üzüntüden kaçabilmesi oldu. Kolay olmadığı düşünülse de bunun için çeşitli bilimsel/felsefi hatta kadim bilgiler seferber edilmiş durumda. Bazen Uzakdoğu'ya ait bir düşünce biçiminin, bazen modern psikolojinin bazen de kökenleri tasavvufa uzanan bazı fikirlerin bu yolda hiç çekinmeden araçsallaştırıldığı görülüyor. Amaç üzüntüden kaçmayı başarabilmek... Bunun için kullanılan her araç makbul, yürünen her yol ise mubah!
Her üzüntü bir fırsattır anlayabilene…
Peki, üzüntü gerçekten bu kadar lüzumsuz bir şey mi? Burada üzüntünün ne olduğu sorusuna bir cevap vermemiz gerekiyor. Yeis denen ve kişiyi ümitsizliğe düşüren her türlü üzüntü aslında bizim kadim bilgimiz içinde de yerilmiş ve kişilerin bu manadaki üzüntüden uzak durmaları salık verilmiştir. Ancak bu konuda başarılı olabilmenin ön şartı olarak nefsin terbiye edilmesi, imanın güçlendirilmesi ve hayırlı amellere yönelme gibi eylemler tavsiye edilmiştir. Zira insanın üzüntüye göğüs gerebilecek güçte ve donanımda olduğuna inanılmıştır.
Oysa bugün karşı karşıya olduğumuz şey üzüntüye göğüs germek değil ondan kaçmaktır. İnsandan beklenen, üzüntü verici olaylarla karşılaştığında onların arkasındaki hikmete odaklanması, eksiklerini görmeye çalışması ve üzüntünün kalbine verdiği rikkat vasıtasıyla hem etrafındakilerle hem de yaratıcısıyla ilişkisini sahicileştirebilmesidir. Bu yönüyle aslında her üzüntünün belli fırsatları da bünyesinde barındırması kaçınılmazdır. Herkesin heybesinin büyüklüğünce faydalanabileceği fırsatlardır bunlar.
Bencil olmak daha zor değil mi?
Üzüntüden kaçmanın bambaşka bir dinamiği vardır. Yüzleşilmeyen, hatırlanmak istenmeyen, üzeri örtülen ve gaflet örtüsünün altına saklanmaya çalışılan üzüntüler insanı katılaştırır. Çünkü acıyan yerlerini iyileştiremeyen, bununla ilgili hiçbir donanımı olmayan insan oraları dağlamayı seçer. "Bugün nerede yemek yesem, kahvemi nerede yudumlasam, nereleri gezsem de şu üzüntüye girecek bir kapı, bir aralık bırakmasam" diye bir oraya bir buraya dolanır. Gafleti adeta çağırır. "Gel ve acılarımı unuttur" der.
Böylesi bir insan pek az tefekkür etmek zorundadır. Çünkü tefekkür tehlikeli bir vadidir. Üzüntülerin, dertlerin kol gezdiği bu vadiye inmek kendini hesaba çekmek, yanlışlarını görmek, diğer insanların ihtiyaçları ile bir rabıta kurmak demektir. Bunun yerine popüler edebiyattaki yahut sosyal medyadaki üzüntüden kaçma gurularını takip etmeye karar verirseniz işiniz nispeten kolaylaşacaktır. Hepsi birbirine benzer şeyler söyleyen bu insanların ortaklaştıkları önermeler ise şunlardır:
1. Siz çok, aşırı, haddinden fazla kıymetlisiniz. O kadar ki hiç kimse sizin kadar değerli değil.
2. Bir tanecik hayatınız var ve onu da başkalarına hizmet ederek, başkalarını memnun ederek geçirmemelisiniz. Varsa yoksa sizin memnuniyetiniz, sizin keyfiniz, sizin arzularınız, sizin mutluluğunuz, sizin çıkarlarınız öncelikli olmalıdır.
3. Hayatınız hızla geçmekte ve siz ondan mümkün olan en fazla keyfi almalısınız. Bu yolda karşınıza çıkan bütün engelleri bir bir devirmeli, zevkinize doğru koşmalısınız.
4. Ölümü sadece hayatın kısalığını ve zevklerinize ne kadar geç kaldığınızı anlamak üzere hatırlamalı, aksi durumda aklınıza bile getirmemelisiniz.
5. Bir şeyi istediğinizde onu mutlaka almalı, almamanın sizde yaratacağı tahribata asla ve asla izin vermemelisiniz.
6. Alabildiğince keyifli, eğlenceli şeyler yapmalı, hayatınızı keyifli bir maceraya dönüştürmelisiniz.
7. Suçu hep başkalarında aramalı, kendinize asla toz kondurmamalısınız.
8. Yolda çarptıklarınız, devirdikleriniz, yıktıklarınız için vicdan azabı falan duymaya kalkacaksanız da bu oyunu hiç oynamamalısınız çünkü vicdan azabı gibi bir duyguyla bir çuval inciri berbat edebilirsiniz.
9. Yine de bir yerlerden olumsuz duygular sökün edecek, yüreğiniz ara ara ağırlaşacak, nefesiniz daralacaktır. O zamanlarda da kulaklarınızı tıkayıp, sesli sesli şarkı söyleyip durumun geçmesini bekleyeceksiniz.
Bencil olmak bu kadar zor olmamalıydı hâlbuki. Geçici dünya hayatı yerine kalıcı olana yatırım yapmak, iyi insan olmaya çalışmak, hatalarımızın sorumluluğunu üstlenmek, incittiklerimizden özür dilemek, helal ve temiz olana gitmeye çabalamak, rıza peşinde koşmak zor olduğuna göre yukarıda sayılanların kolay olması gerekmez miydi? Aksine 7/24 çaba gerektiren çetin bir mücadeleye benziyor bu keyifli yaşam tutkusu. Ne nasipsizlik…