PKK’nın 2003 yılında Kandil’de gerçekleştirilen örgüt kongresinde ‘KCK’ adıyla yeni bir çatı örgütü oluşturuldu. ‘Kürdistan Topluluklar Birliği’ adı verilen oluşumun İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler adına faaliyetlerde bulunması kararlaştırıldı. Dört ülke için ayrı ayrı partiler teşkil edildi. Suriye için PYD, İran için PJAK, Irak için PÇDK’nin kurulması kararlaştırıldı. Türkiye’de ise 2002’de kendini feshederek adını ‘KADEK’ olarak değiştiren PKK, 2005’te tekrar eski adını alarak faaliyetlerine devam etti.
PYD, Suriye'deki iç savaş ile adını duyurdu. Açılımı 'Demokratik Birlik Partisi' anlamına geliyor. Suriye'nin kuzeyindeki Kürt bölgesinde etkinlik mücadelesi veriyor. Örgütün silahlı kolu YPG ise 'Halk Savunma Birliği' adıyla biliniyor. Suriye'deki iç savaşın derinleşmesi ve bu bölgede IŞİD (Irak Şam ve İslam Devleti) etkisinin artması üzerine PYD, ABD ve Batılı devletlerin yerel müttefiki olarak görülmeye başlandı. PYD'nin adının Türkiye'deki Kürtler adına silahlı faaliyetlerde bulunan PKK ile birlikte anılması tesadüf değil elbette. Zira PYD, ABD, AB ve BM'nin 'terör örgütleri listesinde' bulunan PKK tarafından kurulan bir örgüt. Bu durum Batı'da pek bilinmiyor. Veya bilinse bile bir çelişki veya bir sorun olarak değerlendirilmiyor. Belki de Batılılar için Suriye'de büyük kaos ve kargaşa yaşanırken PYD'nin hangi terör örgütüyle ilişkili olduğu çok fazla önem teşkil etmiyordur.
Ne var ki Batı'nın yerel müttefiki olarak ilişkilendiği PYD'nin ne zaman, nerede ve nasıl kurulduğu, örgütün temel özelliklerinin ne olduğu Türkiye için önemini hâlâ koruyor. PYD'nin PKK tarafından kurulması Batılılar için bir 'detay' olarak görülebilir ama PKK terörüyle başı dertte olan Türkiye'nin, PKK'nın bir yan kuruluşu olan PYD'yi dikkate alması kaçınılmaz.
PYD nasıl kuruldu?
PKK-PYD ilişkisine dair en somut bilgiyi PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi olan Osman Öcalan'dan dinleyelim. Osman Öcalan da örgütün kurucularından biri. 26 yıl boyunca PKK adına örgüt faaliyeti yürütmüş ve 18 yıl da üst düzey yöneticilik yapmış. Örgütten ayrılma tarihi 2005. Yakın zaman önce bir gazeteye verdiği röportajda Osman Öcalan, PYD'nin kuruluşuna şöyle ışık tutuyor: "PYD'yi biz Kandil'de kurduk. ABD'nin bölgeye müdahalesi ihtimaline karşı Suriye'deki Kürtler için PYD'yi; İran'daki Kürtler için ise PJAK'ı kurduk. PYD'nin ilk kongresini Ekim 2003'te, PJAK'ın ilk kongresini ise Eylül 2003'te Kandil'de yaptık. Her iki örgütün kadrolarını da yine Kandil'de biz eğittik."
Irak işgali dönüm noktası
Osman Öcalan'ın verdiği bilgi aslında bir sır değil; PKK'yı yakından izleyenler, PYD'nin 2003 yılında örgütün, Kuzey Irak sınırları içinde kalan Kandil dağlarındaki karargâhında kurulduğunu bilir. PYD, 1999 yılında Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye teslim edilen PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 2003'te verdiği bir talimat üzerine kuruldu. 2003 yılı, Ortadoğu'da önemli gelişmelerin yaşandığı kritik bir yıl. ABD'nin Irak'ı işgal etmesi üzerine bölgedeki Kürtler için de yeni fırsatlar doğdu. Irak'ta Mesud Barzani ve Celal Talabani liderliğindeki Kürtler, yarı bağımsız bir devlet kurmayı başardı. PKK ise aynı yılda yeni bir yapılanmaya gitti. Kandil'de gerçekleştirilen örgüt kongresinde 'KCK' adıyla yeni bir çatı örgütü oluşturuldu. 'Kürdistan Topluluklar Birliği' adı verilen oluşumun İran, Irak, Suriye ve Türkiye'de yaşayan Kürtler adına faaliyetlerde bulunması kararlaştırıldı. Dört ülke için ayrı ayrı partiler teşkil edildi. Suriye için PYD (Demokratik Birlik Partisi), İran için PEJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi), Irak için PÇDK'nin (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) kurulması kararlaştırıldı. Türkiye'de ise 2002'de kendini feshederek adını 'KADEK' olarak değiştiren PKK, 2005'te tekrar eski adını alarak faaliyetlerine devam etti.
Her parçaya ayrı parti
Bu her dört parti de bir üst kurum olarak KCK'ya bağlıdır. Kandil'i, müşterek karargâh olarak kullanmaktadırlar. KCK yapılanması, Öcalan'ın kurduğu ve hâlâ liderliğini yaptığı, doğrudan bir PKK organizasyonudur. PYD, PJAK ve PÇDK'yı eğiten, örgütleyen, silahlandıran, yönetici kadrolarını belirleyen, görev ve yetki tayinini yapan, taktik ve stratejik doğrultusunu tayin eden PKK yönetimidir. Yani piramidin tepesinde yine PKK kadroları bulunmaktadır. PKK, 2003 yılında 'Dört parçayı birleştirme' stratejisi çerçevesinde bu partileri ve örgütleri kurma yoluna gitti. Bu partilerin bünyesinde yer alan üyeler de dört ayrı ülkeden gelmekte. Türkiyeli, Suriyeli, İranlı ve Iraklı Kürtler, bu partilerin her birine dağılmış halde, birlikte faaliyet yürütmekte. Ama yönetici kadrolar baskın şekilde PKK kamplarında eğitilen Türkiyeli militanlardan oluşuyor. Liderleri ise aynı; Öcalan'ı 'ulusal önder' olarak görüyor ve onun kitapları temel ders kitabı olarak okutuluyor.
PKK-Şam ilişkisi eskiye uzanıyor
PYD parantezine eklenecek önemli bilgilerden biri de PKK-Suriye ilişkisi. PKK'nın karargâhı Kandil ise de örgütün asıl karargâhı uzun yıllar Suriye idi. Öcalan, 1979'dan 1999'da yakalanarak Türkiye'ye getirilene kadar Hafız Esad yönetimindeki Şam'da üslendi ve örgütünü 20 yıl boyunca Suriye denetimindeki Bekaa kampından yönetti. Dolayısıyla Suriye yönetimi ile PKK arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi bulunuyor. Uzun yıllar Suriye'de üslenmiş olmanın getirdiği fırsatı da değerlendiren PKK, Suriyeli Kürtler arasında önemli bir taraftar kitlesi buldu. Dolayısıyla PKK, iç savaş patladığında Suriye'de hiç de yabancılık çekmedi. Esed yönetimi, isyanın başından itibaren Türkiye ile komşu olduğu Kürt sınırını PKK denetimindeki PYD'ye bırakmakta hiç zorlanmadı. Tek bir kurşun patlatmadan rejimin çekildiği Kürt bölgesinde kanton bölgeler ilan eden PYD'ye hâlâ bugün bile Şam'dan para desteği sağlanmakta. Esad rejimi, bugün de Suriyeli Kürtler ile ilişkisini Şam ve Bekaa kamplarında misafir ettiği PKK üzerinden sürdürmeyi tercih ediyor.
Karargâhları müşterek
ABD ve Batılı koalisyon devletlerinin PYD'yi 'yerel müttefik' olarak görmesine en büyük tepkinin Türkiye'den gelmesi PKK ve PYD arasındaki bu simbiyotik ilişkiyle alakalı. Ankara, PYD'yi PKK'dan ayrı bir örgüt olarak görüp değerlendirmediği için ABD ve Batı'yla çelişebiliyor. Batı'nın PKK ile, dolayısıyla onun Suriye'deki kolu olan PYD ile 'müttefik' olarak ilişkilenmesinden Ankara'nın rahatsızlık duyması pek de nedensiz değil; zira PKK, Türkiye'ye karşı silahlı mücadele veren ve son 30 yılda 40 binden fazla asker-polis ve sivilin ölümüne sebep olan bir örgüt. Ankara'ya göre PYD, PKK'nın doğrudan uzantısı ve Türkiye'ye karşı kullanılabilecek bir yapılanma. Türkiye'ye karşı saldırı kararları bu partilerin müşterek karargâhlarında alınıyor. Batı'nın bunu anlamamasının sebebi sanırım PKK'nın kurduğu KCK yapılanmasını pek çözememesi. KCK, PYD'yi de içine alan bir çatı örgütü. Kürtlerin yaşadığı dört ayrı ülkede faaliyet yürütüyor. Ve en önemlisi de KCK'yı doğrudan PKK'nın kurması ve halen yönetiyor olması.
ABD-PYD ilişkisinden Ankara rahatsız
Bu konuda enteresan bir örnek söz konusu. PKK'nın kurucusu ve aynı zamanda KCK'nın en tepesindeki isim olan Cemil Bayık, geçtiğimiz günlerde İngiliz Daily Telegraph'a ilginç bir demeç verdi. Bayık, ABD ile dolaylı yollardan görüştüklerini açıkladı. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby ise bu iddiayı yalanladı. Dışişleri Sözcüsü, "Ne doğrudan, ne dolaylı şekilde PKK ile görüşmediklerini" duyurdu. Burada taraflardan birinin gizli bir görüşmeyi ifşa ettiği, diğer tarafın yani ABD'nin ise bu ifşaatı yalanlama yoluna gittiği değerlendirmesi yapılabilir. Fakat burada gözden kaçan daha önemli bir nokta var: Resmi olarak KCK'nın bir alt kuruluşu olan PYD ile görüşmek, aynı zamanda KCK ile görüşmek anlamına gelir. Ki ABD de PYD ile görüştüğünü resmi olarak da defalarca açıkladı. Bayık'ın iddiası bu anlamda doğrulanıyor. PYD'nin organik olarak bağlı bulunduğu KCK'nın başkanı sıfatıyla Bayık, ABD-PYD görüşmesini KCK/PKK görüşmesi olarak yorumlayabiliyor.
PKK'nın legal uzantısı HDP
PKK-PYD ilişkisinin özelliklerinin aynısını PKK-HDP ilişkisinde de görebiliriz. HDP, malum Türkiye'de yasal bir parti. Kendi yöneticilerini kendisi seçiyor ve seçimlere giriyor. Fakat aslında HDP de KCK'nın bir bileşeni. Ama legal alandaki bir bileşeni. KCK yapılanmasının illegal bileşenleri olduğu gibi legal bileşenleri de mevcut. HDP'nin kuruluşu, izleyeceği strateji ve seçim ittifakı aslında Kandil'deki KCK yöneticileri tarafından tayin ediliyor. Hatta HDP, Öcalan'ın talimatı üzerine kuruldu. Seçimlerdeki başarısıyla yeni bir aktör olarak Türk siyasetine adım atan HDP, seçimlerden sonra atacağı her adımı Kandil'den gelen talimatlara göre belirliyor. Mesela koalisyon görüşmeleri için HDP yönetiminin tutumundan daha çok Kandil'in görüşü merak edildi. Kandil, AK Parti ile koalisyon istemediği için de bu mümkün olmadı. HDP adına önemli açıklamalar Diyarbakır'dan daha çok Kandil'den yapılıyor. HDP'li yöneticilerin de bu sıkı bağımlılıktan kısa sürede kurtulmaları mümkün değil. Çünkü iki yapı arasındaki bağımlılık çok derin. HDP de KCK'nın kurduğu, yönettiği ve hâkim olduğu bir yapı. HDP yönetimini belirleyen de KCK'nın Kandil'deki Türkiye masası. Bu masaya Kandil'deki deneyimli PKK kurucuları bakıyor. Tek yetki bu isimlerde. Seçilecek milletvekilleri, yöneticiler, bu yetkililer tarafından belirleniyor. Partinin çalışmasında yer alan üyelerin hepsi Kandil'deki Türkiye masasına bakan şeflerin tayini ile belirleniyor. Bu karışık ilişki, beraberinde HDP'nin PKK yöneticilerinin talimatlarının dışında hareket edememesini getiriyor. Buna somut örnek olarak da 7 Haziran sonrası HDP ve Kandil'deki örgüt şefleri arasında yaşanan polemikler gösterilebilir. HDP'nin üst düzey yöneticisi Sırrı Süreyya Önder'in 7 Haziran tarihli açıklaması şöyle: "Bizim aldığımız oyda bize emanet edilen oylar olduğu gerçeğini çok iyi biliyoruz ve bunu hiç aklımızdan çıkarmayacağız." Önder'i politik açıdan sıkıntılı bulan Kandil'deki örgüt şefi Mustafa Karasu, bu açıklamaya 8 Haziran'da şöyle tepki gösteriyor: "Emanet oylar falan yoktur." 9 Haziran'da HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da, "Seçimi emanet oylarla geçmedik, HDP, ilkeleriyle oy almıştır" düzeltmesi yaptı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat bu basit örnek bile asıl patronun Kandil olduğunu göstermeye yetiyor.
HDP teröre arka çıkıyor
Ankara'nın en büyük problemi ise HDP'nin kendi ayakları üzerinde durmaması ve bir terör örgütünün uzantısı olmayı sürdürmesi. Tüm faaliyetleri serbest bırakılmasına rağmen HDP, her fırsatta KCK'yı arkalamakta ve ona destek çıkmakta. Bu da Türk-Kürt ilişkilerinde ciddi sıkıntılar yaratmakta.
Ankara, PKK-HDP ilişkisinin niteliğini bildiğinden HDP yerine örgüt ve örgütün lideriyle doğrudan temas kurmayı tercih etti. HDP'yi de bu sayede etkileme şansı bulan Ankara, bu temaslar kesilince sorun yaşamaya başladı. KCK'nın Ankara'dan beklentilerinin artması, bu beklentilerin karşılanmaması üzerine de Türkiye'ye karşı yeniden terör eylemlerine başvurması, Ankara'nın HDP ile ilişkilerinin gerilmesine yol açtı. Terörle savaş halinde olan Ankara, deyim yerindeyse HDP'ye nasıl yaklaşacağını da pek kestiremiyor. Teröre arka çıkan, yardım ve yataklık eden, kentlerde terörün yayılmasını sağlayan HDP'ye karşı Ankara çaresizlik duyuyor. HDP'ye yönelik sert demeçler yükselmesine karşın sert yaptırımlara gidilmiyor. Bunun nedeni de Batı'nın ve kamuoyunun tepkisinden kaçınılması.
PKK-PYD ilişkisinde olduğu gibi PKK-HDP ilişkisinde de doğrudan organik bir bağ ve hiyerarşi söz konusu. PKK ile barış görüşmelerine oturan Ankara'nın umudu sivil siyasetin güç kazanmasıydı. Sivil siyaset güçlendikçe silahlı siyasetin alanı daralacak ve anlamını yitirerek ortadan kalkacaktı. Maalesef öyle olmadı; barış sürecini PKK şehirlere silah ve bomba yığmak için 'fırsat' olarak kullandı. HDP ise barış görüşmeleri yürüten siyasi bir parti olmanın getirdiği avantajla farklı düşünen Kürtleri sokak şiddetiyle sindirme yoluna gitti. HDP'li belediyeler, iş makinelerini PKK'nın mayın tuzaklamasında kullandırtacak kadar ileri gitti. Geçen haftalarda Siirt'te sekiz askerin hayatını kaybettiği mayın patlamasının arka planında PKK ve HDP'li belediyelerin işbirliği ortaya çıktı. Kamuoyunda büyük infial yaratan bu ve benzeri örnekler toplumda PKK ve HDP'ye tahammülü en az seviyeye düşürmüş durumda. Buna Güneydoğu'dan gelen asker cenazelerini de eklediğimizde Ankara'nın PKK terörüyle ilişkili parti, örgüt ve gruplara neden kuşkuyla baktığını ve PYD'yi 'müttefik' gören Batı'ya neden tepki gösterdiğini daha iyi anlarız.