Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun
Sokak sesleri
O yıllarda, trafikte otomobil sayısı azdı. Özel otolar ise bazı semtlerde biraz fazla görülürse de, Feriköy'de yok derecesindeydi. Baruthane Caddesi'nden seyrek olarak taksi geçer, bizim sokağa girdiği pek görülmezdi. O yılların sokaklarında, sokak satıcılarının sesleriyle sessizlik perdesi delinirdi. Örnekler: "Eskiler alayiim, kalaaaaayciiii, Silivri yoğurdu gaymaaaah." 1940'lı yılların sonuna kadar, sokağa haftada iki üç ayrı Roman hanım bakla falı bakmak için girer ve müşteri ararken kapıları da çalarlardı. Herhalde Celal Bayar ve Adnan Menderes'ten korktukları için değil de, İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç yoksunluk ve yoksulluk dönemi sona ermeye başladığından, bakla falcıları kapıları çalmaz oldular.
Çobanoğlu Sokağı ve etnisite
Rus asıllı bir madam ve eşi Kırımlı Ahmet Bey, Maarif müfettişi Nuri İmece Bey, eşi, dört kızı ve bir oğlu, bizim ev (Azeri), Muhasebeci Saim Tüzün Bey, iki kızı ve eşi, Mösyö Istrati (Rum), İtalyan eşi, büyük oğlu ve gelini, küçük oğlu hukuk öğrencisi Hrisantos ve evlerinde pansiyoner olarak kalan, biraderle bana eski günleri anlatan şiirler okuyan Trabzonlu Yelkencizadelerden Sahure Birben Hanım, sonraki evde Lütfiye Hanım'ın kızı Sedide, oğlu Sadeddin, daha sonraki evde Erzurumlu Binbaşı Fevzi Çakmar Bey ve kalabalık ailesi… Karşı sıramızda Ermeni bir aile, yanında deniz binbaşılığından emekli Cevdet Bey, sonra gelen evde, Çerkes ve Kastamonu karışımı aile, sonra Malatyalı Hüseyin Parlar oğlu Tıbbiyeli Hulusi ağabey, Hüseyin Bey'in eşi Seher Hanım… Bu isimleri, sokağımızda o yıllar Rum, Ermeni, İtalyan, Malatyalı, Azeri, eski İstanbullu, Rus, Kırımlı, Bilecikli komşularla nasıl huzur içinde yaşardık, anlatabilmek için verdim. Şimdi de sokak hayatı var İstanbul'da ama çok defa kapı komşuları bile birbirinin adından soyadından habersiz olabiliyorlar. Sokakların çoğunda artık iftar saati TV'den öğrenildiğinden, ben ve kardeşim gibi Feriköy Camii minaresini daracık bir gedikten izleyerek "Kandiller yandıııı" diye bağıran çocuklar yok. Çocuklar el ele tutuşup "Ro ro makaro, eskileri yamaro, kesköse kesköse hapşuu" teranelerine veya "Kız seni almaya geldim, halini sormağa geldim" nağmelerine hiç ilgi duymuyorlar. Her çocuk kendi kendine vakit geçiriyor. Ben, o günleri anarak, sokaklarda mızıka çalıyorum. Vurulmaktan korkum yok. Çünkü Attila İlhan, çocuğun vurulacağını söylüyor şiirinde. Benim gibi biri için tehlike yok.
Sokakla ilgili çağrışımlar ve deyimler
Birçok dilde ve dilimizde sokak 'geçici veya kalıcı olarak aile ortamından dışarıda olma'yı çağrıştırır. Çok sıklıkla dışarıda gezen bir hanıma, 200 yıl öncesinde Enderunlu Vasıf'tan öğrendiğimize göre 'sokak süpürgesi' denirdi. Enderunlu Vasıf, 18'inci yüzyıl sonunda Fatih'te ikamet eden bir annenin kızını şöyle azarladığını anlatır, "Sokak süpürgesi olma kadın, kadıncık ol."
Kendi iradesi ile veya feleğin sillesiyle sokağa düşmüş çocuklar için de, sokak çocuğu deyimi kullanılırdı ve halen de kullanılıyor. 'Sokakta kalmak' evsiz kalmak demektir. Evde beslenmeyen kedi ve köpeklere 'sokak hayvanları' denir. Fakat sokak güvercini, sokak kumrusu deyimleri mevcut değildir. Bunların, evde beslenmeleri daha nadir vukuattandır çünkü. Bir Azeri atasözü "Küçe iti ev korumaz" diyor. Yani sokak köpeği, bir evin bekçiliğini yapmaz, korumaz. Bu atasözündeki 'küçe' kelimesi sokak demektir. Farsça sokak manasına gelen 'kûçe', Azeri Türkçesinde "küçe" olmuştur. Kûçe, kûy kelimesinin (semt) sonuna, kemençedeki 'çe' küçültme eki getirilerek türemiştir. Çünkü 19'uncu yüzyılın ilk yarısına kadar, 'yârin sokağına' gidilmez ancak kûyuna gidilirdi; semtlerin adı verilir, sokakların adı verilmez, tarifle yetinilirdi, (bakkal yanı, mescit veya hamam yanı). Münir Nurettin Bey'in o çok güzel bestesinin güftesi, rivayete göre, II. Mahmud'undur. "Varalım kûy-i dilârâya gönül hû diyerek" diyor. Ey kû-yi dilârâ neredesin? Sultan Mahmud döneminde 'kûy' yani semt adını bilmek yeterliydi. Şimdi çok sayıda cadde ve kûçe var. Navigasyon cihazım da yok. Sokakta kaldık... İyi mi? Ben böyle düşünürken yanıma iki eski bestekâr hayali yanaştı. Biri Markar Efendi, diğeri Tamburi Mustafa Çavuş idi. Tamburi Mustafa Çavuş, "Semt adları yeterlidir. Benim 'Küçüksu'da gördüm seni' şarkımı dinleyin" dedi. Bu şarkıyı dinlemiştim. Markar Efendi de, "Küçüksu'da senin ey yar, sarılmış boynuna ağyar" mısralarıyla başlayan bir kıskançlık şarkısı bestelemişti. "Efendi görüyorsunuz ki biz sokak adlarını bilmeden de sizler gibi yaşamışızdır" dedi. Bu şarkıyı henüz bulup dinleyemedim. Fakat navigasyon cihazı masrafından kurtuldum. Tamburi Mustafa Çavuş ve Markar Efendi sağ olsun diyemiyorum, huzur içinde yatsınlar.