Sümeyye Öztürk Ulu: 3 soru 3 cevap

3 soru 3 cevap
Giriş Tarihi: 2.03.2021 12:53 Son Güncelleme: 2.03.2021 12:53
28 Şubat’ta başörtülü kadınların yaşadıklarını, 80 derece suya atılarak haşlanan İpek böceği metaforuyla anlatmak istedim.

Çocuk kitapları yazıyorsunuz, aynı zamanda çizimleriniz de var. Hatta bir kitabınız farklı dillere çevrildi. Yazarlığa, çizime ve en nihayetinde sanata nasıl başladınız?

Benim sanat hikâyem de insanlığın sanat hikâyesi ile paralel aslında. Evin duvarlarına hayvanlar çizerek başladığım serüven annemin hazırladığı tuz seramiğinden yapılan figürlerle devam etti. Baskı tekniklerinin keşfiyle patates ve ip baskısının ardından kâğıtlar, kalemler ve boyalardan oluşan geleneksel metotlarla altın çağını yaşayıp en sonunda dijital döneme kadar erişti. Önceleri hikâyeler yazdım resimlerle. Sonra resimler çizdim sözcüklerle. Kendisi de yazar ve şair olan babam 1988 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından "Yılın Çocuk Edebiyatı Yazarı" olarak seçildiği sırada çocuk edebiyatı benim çocukluğumun tam ortasındaymış zaten. Edebiyata ve resme merakım ortaokul ve lise yıllarında da devam etti. 2004 yılında üniversiteye birincilikle girdiğim Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde eğitim görürken, Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölümü'nde yan dal yapmaya başladım. 5 yıl İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra 2009 yılında Amerika'ya yerleştim ve Chicago Hyde Park Art Center'da suluboya atölyelerine katıldım. Asıl tutkum olan resimlerle hikâye anlatmak için 2 yıl School of Art Institute of Chicago'da Çocuk Kitapları İllüstrasyonu eğitimi aldım. Bu eğitim sözcüklerime imgeler giydirmek için biçilmiş kaftandı. Bitirme projesi olarak yazıp resimlediğim "What if Penguin Forgets to Set His Alarm Clock?" (Ya Penguen Saatini Kurmayı Unutursa) ilk resimli kitabım olarak ertesi yıl Türkiye'ye döndüğümde Nar Yayınları tarafından hem Türkçe hem İngilizce olarak yayımlandı (2013). 2016 yılında Uluslararası Sharjah kitap fuarında aynı kitabım çeviri fonu ödülü kazandı ve Daralhadaek yayınları tarafından Arapça olarak yayımlandı. 2017 yılında ise Koreceye çevrildi. Küçük yaşlardan başlayıp üst yaş sınırlaması olmayan resimli kitabı neden seçtiğime gelince, kesinlikle çocuklara bir şey öğretmek için olmadığını biliyorum. Çocukları ve onların dünyayı algılama biçimlerini çok seviyorum. Hikâye anlatmayı, resmetmeyi imgelerle anlatmayı çok seviyorum. Resimli kitaplar, içinde herkes için bambaşka dünyaların yol izlerini taşıyan tek bir okunuşu olmayan atlaslar gibi benim için.

Sizi KADEM'in sergisindeki eserinizle tanıdık aslında. "İpek/Böceği ile Yusufçuk" adını verdiğiniz bir çalışmaydı bu. Bize çalışmanızın hikâyesini anlatır mısınız?

Kelimeler en sevdiğim oyuncaklar. Metaforlar üzerinden düşünmek, anlam koridorunda yeni kapıları tıklatmak, beni her zaman heyecanlandırır. İpek/böceği ile Yusufçuk'un hikâyesi de yine kelimeler üzerinden başlayıp yol alan bir hikâye. Küratörümüz Yasemin Darbaz Karaca ile 28 Şubat süreci ile başörtülü kadınının yolunu diğerlerinden ayıran şeyler üzerine, hayatların nerede, nasıl farklılaştığı, ayrıştığı hakkında konuşurken başörtünün de hammaddesi olan "ipek" aklıma geldi. Ardından 3 mm'lik ipekböceğinin 130 bin kez tekrarladığı örme işlemi sonucu milyonlarca yıldır dünyanın bilinen en sağlam iplik liflerini üretmesini, ancak ipeğin zarar görmemesi için krizalit evresindeyken 80 derece suya atılarak haşlanmasını tüm çabasına rağmen ancak kendi olma hakkı elinden alınarak eğitimine, kariyerine, yoluna devam edebilen başörtülü kadınlara benzettim. 28 Şubat'ta başörtülü kadınların yaşadıklarını, ipek böceğinin, ipek ve böceği olarak ayrıldığı, kendi olmadan ancak bir parçasıyla hikâyesine devam edebildiği metaforuyla anlatmak istedim. Video sanatı olarak hazırladığım iki bölümlü çalışmam iki farklı yüzeye yansıtılmaktadır ve ipek/böceği kısmı için kuytu alan tercih edilmiştir. Videonun belgesel formatında oluşu ile de şu güne kadar başörtülü kadınlar hakkında hep başkalarının konuşmasına bir eleştiride bulunmak istedim. Bir belgesel gibi değil hayatın içinden bir an gibi görüntülenen ikinci video Yusufçuk ile o dönemde bu kez yaşananlara seyirci kalan kişi, kurum ve belki toplumun düzen içindeki sabit duruşunu yine bir böcek üzerinden eleştirmek istedim. Burada ipek/böceği ve Yusufçuk'u seçmem de tabii ki tesadüf değil, yaşananın özellikle kadınlara karşı yapılmış bir adaletsizlik olduğunun altını kelimelerle çizmek içindir. Bu iki videodaki iki böceğin gerek sarf ettikleri efor, gerek videoda kullanılan anlatım dili gerekse yansıtıldıkları yüzeylerdeki tezatlık ile insanları kadın, erkek, başörtülü ve başörtüsüz olarak etiketleyen dönemin ayrıştırıcılığına vurgu yaptım.

Siz de 28 Şubat sürecini yaşadınız. Kendinizle, geçmişinizle, hayatınızla nasıl bağdaştırıyorsunuz bu çalışmanızı?

28 Şubat süreci sırasında lisenin son yıllarındaydım. Gerek üniversite tercihlerimiz gerekse eğitimimiz sırasında yoğun olarak bu sürecin etkilerini yaşadık. Yetişkinliğin şekillendiği en önemli yıllarda eğitim gibi temel bir hakka sahip olabilmek için kendi olma özgürlüğünden vazgeçmesi dayatılan kişiler olarak yaşadığımız şey gerçekten ağırdı. Öncelikle asıl ilgi alanım olan güzel sanatlar ile çift ana dal yapmak istediğimde diğer tüm arkadaşlarımdan daha çok kredi alarak benim ancak yan dal yapabileceğim ifade edildi. Sonra son derslerimi alırken Medya dersi hocası Sühendan Kumru İnal bana tüm sınıf önünde ne yaparsam yapayım beni bu "şekilde" geçirmeyeceğini ifade etti. Eşi olan öğretim görevlisi dersime girmediği hâlde tüm hocaların önünde "böyle okumak istiyorsam Arabistan'a gitmem gerektiğini, burada işim olmadığını" haykırdı.

Üniversiteden mezun olacağım sırada derece ile tamamladığımı bilmiyordum. Okuldan beni mezuniyet törenine katılmayacağımı teyit etmek için aradılar, herhangi bir sorun çıkmasını önlemek için derecemden bahsetmediler ve benim başörtümle mezuniyet törenine katılmam istenmedi. Ben ziyaretçi olarak son anda katılmaya karar verdim. Törende orada olmadığım zannedildiği için bölüm ve fakülte birincisi, üniversite ikincisi olarak adım anons edildi. Yaşadığım hissi hâlâ unutamıyorum. Görevlilerle yaşanan gerginlik sonrası babamın elimden tutup beni merdivene iletmesiyle kendimi bir anda sahnede bulduğumu hatırlıyorum. Sahnede tüm itirazlara rağmen plaketimi alırken üniversite hayatımın en anlamlı anını yaşıyordum. Tören sonrasında Sühendan İnal "bu şekilde katılacağına keşke hiç katılmasaydın" şeklinde bir yorumda bulundu. Bu sesler bizim iç sesimiz oldu sonra. Ne zaman okuldan belge alma- ya gitmem gerekse arkamdan biri bana "bayan bir dakika" şeklinde seslenip durduracak gibi geldi. Bu baskıdan o kadar yorulmuştum ki akademik başarıma rağmen bu şekilde devam etmek istemedim. Amerika'da yaşarken üniversite kütüphanesine girdiğimde ilkin o kadar tedirgindim ki hep içimde yanlış bir şey yapıyormuşum hissi vardı. Öğrencilerin kütüphanede özgürce namaz kılabildiğini görünce bize kanıksatıldığı için farkında olmadığımız ruhumuza işleyen bu yaradan ayrışabildim ve bu yaranın aslında ne kadar acıttığını ona dışardan bakabilince fark ettim. Geçtiğimiz yıl "Böyle daha güzelsin" sergi fikrini küratör Yasemin Darbaz Karaca benimle paylaştığında iyileşmeden üstünü kapattığımız bu travma ile karşılaşmanın hakkında konuşabiliyor olmanın, kendi sesini henüz kazanmadan sessizleştirilen kadınlardan biri olarak kendi sesinin ekosu ile belki de ilk kez karşılaşıp başkalarına da duyurabilmenin, bireysel ve toplumsal iyileşme sürecinde önemli bir adım olabileceğini düşündüm.

BİZE ULAŞIN