Fatma Türk Toksoy: Güzel huyla şekerler saçmak

Güzel huyla şekerler saçmak
Giriş Tarihi: 24.11.2020 13:56 Son Güncelleme: 24.11.2020 13:56
Mevlâna Hazretleri eserleriyle bizlere nasıl iyi bir Müslüman olunacağını anlatırken, özellikle evlatlarına gönderdiği mektuplarıyla aynı zamanda nasıl iyi bir eş, nasıl iyi bir aile olunacağının da formülünü sunar: Cümlelerle, sözlerle, bakışlarla, gözlerle şekerler saçmak…

Bir haber çalınmıştır Mevlâna'nın kulağına: "Oğlunla gelininin arası açık…" Çok üzülür ve hemen kâğıda kaleme sarılıp mektup yazar, oğluna ayrı gelinine ayrı… Gelini yani oğlu Sultan Bahaeddin Veled'in eşi onun çok sevdiği Kuyumcu Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb'un büyük kızı Fâtıma Hatun'dur.

Mevlâna Hazretleri eserleriyle bizlere nasıl iyi bir Müslüman olunacağını anlatırken, özellikle evlatlarına gönderdiği mektuplarıyla aynı zamanda nasıl iyi bir eş nasıl iyi bir aile olunacağının da formülünü sunar. Mektubuna her zaman olduğu gibi dualarla başlar merhametli baba timsali: "Allah korusun, saklasın - beklesin; hayırdan, kutluluktan ayırmasın; dinin övüncü, müderrislerin ruhu aziz oğul, bu babasının, ne gece, ne gündüz; ne ondan ayrıyken, ne buluştuğu vakit, onun hakkında hayır duayı bıraktığım sanmasın" diyerek bir girizgâh yapar ve ardından duyduğu kırgınlık haberinden dem vurarak ona tembihleyip uyarır satır aralarında.

"Bugün onu Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı, Zekeriyyâ'yı onun bakımıyla görevlendirdi" (Âli İmrân, 3/37) ayetinde bildirildiği gibi siz oğlumuzun nikâhında, eli altında olan, büyük bir sınama olarak size emanet edilen padişahımızın kızı, gönlümüzün gözümüzün belki bütün âlemin gözünün gönlünün aydınlığı "Fâtıma Hatun'u görüp gözetmeniz, hatırına riayet etmeniz için şu birkaç satırlık tavsiyede bulunuyorum. Umulur ki oğlumuz ona haksızlık etmez" buyurarak oğlunu incitmeden tembihlemeye başlar:

"Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah için, şu babanın yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun – sopumuzun yüzlerini ak etmek istersen, Fâtıma Hatun'u aziz, ama pek aziz tutasın; onu, can ve gönül tuzağıyla avlamak için her günü ilk gün, her geceyi düğün günü, gerdek gecesi bilesin! Sen onu, gönülle, can tuzağı ile avlamaya çalış, artık avlanmaya ihtiyacı kalmadığını sanma! Fâtıma Hatun eskiyecek unsurdan değildir. Hem de av olduğunu sanma! Av olmaya ihtiyacı da yoktur onun!"

Sevgiyi diri tutma formülü

Can ve gönül tuzağıyla avlamak… Her günü ilk gün, her geceyi düğün günü, gerdek gecesi bilmek… Sanırım bunu eşler özellikle beyler yaparsa bu formülle hareket ederse problemlerin çoğu halledilmiş olur. Bazı beylerin şakalarına da konu olan kedinin bacağını ayıran gerdek gecesi muhabbetini yapmıyor Mevlâna, aksine, muhabbet heyecan içerisinde birbirini tanımaya çalışan iki kişinin ilk gün yaşadığı o heyecanı, o muhabbeti hep diri tutmasını, hanımına hep ilk gün baktığı gözle bakmasını, düğün gününün o heyecanını hanıma yaşatmasını istiyor. Her gün yeni tanışırmışçasına belki bir ceylan avlar gibi tatlı, gönül çelen kelime ve cümleler sarf ederek hanımını bir ceylan gibi avlamasını tembihliyor.

Kaç kişidir eşiyle olan ilişkisini bayatlamayıp hep taze tutan, eskitmeyip, gençleştiren? Kaç yıllık evli olunursa olunsun eskimemeli eskitilmemeli, "geçti artık, yaşlandık, eskidik" dememeli, hanımların kalpleri sürprizlerle, seveceği şeylerle bıkmadan usanmadan avlanmaya çalışılmalı. Kısacası yaşlansak da evlilik hayatı yaşlandırılmamalı, saksıdaki gül gibi sulanmalı sevgiler; emek harcanıp diri tutulmaya çalışılmalı, ne çürüyecek kadar sulanmalı ne de kuruyacak kadar susuz bırakılmalı sevgiler…

Mevlâna Hazretleri oğluna telkinde bulunurken yüzyıllar öncesinden gönderme de yapıyor günümüzdeki ailenin reisi olan babalara, eşlere… Avlamak için uğraş derken bir cümle daha sarf ediyor hazret: "Av oldu sanma!" Yani "hatunu avlamakla av oldu sanma, belki elinden kaçırıverirsin, ona göre tatlı sözlerinle sürprizlerinle, davranışlarınla onu sıkı tut; yaralama, incitme, yoksa maazallah kendinden uzaklaştırırsın" mı demek istiyor, Allah bilir!

Peygamberimizin kız çocuklarına verdiği değer

Mevlâna, Hz. Peygamber'den naklettiği bir rivayet ile de hanımların babaları, aileleri açısından ne kadar değerli olduğunu belirterek bunu şöyle yazmakta mektubunda:

"Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Aliye bir gün 'Ya Ali, ciğerlerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın?' diye sormuş. Ali 'Bu soruya cevap veremem ey Allah'ın elçisi, ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışlarım, yüreğimin içine sokarım onu, bunları yapmakla beraber gene de suçlulardan kusurlulardan sayarım kendimi' der. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) 'Fâtıma benim bedenimin bir parçasıdır' buyurarak devam eder: 'Evladımız ciğerlerimizin parçalarıdır, yeryüzünde yürüyen ciğer parelerimizdir."

İşte tıpkı Hazret-i Peygamber nasıl kızı Fatıma'yı ciğerinin bir parçası olarak görüyorsa bütün babaların da onun gibi kız evlatlarını ciğerlerinin bir parçası olarak görmesi gerektiğini belirtiyor Mevlâna. Bunu yüzyıllar öncesinde oğluna yazarken gelecek nesillerdeki beylere de "oğluma söylüyorum ama sizler de unutmayın, kızlarımız bu kadar değerlidir, Peygamberimizin sünnetini dikkate alıyorsanız bu sözünü de dikkate alıp hanımlarınıza böyle hassas bir açıdan bakın" demek istiyor.

Yine tembihliyor beylere oğluna yazdığı satır aralarında: "Allah için yüzümüzü ak etmek istersen, hanımınızın hatırını aziz, ancak pek aziz tutun."

"Sağ Gözüm" diye vasıflandırıp çok değer verdiği gelini Fâtıma Hatun'a hitap ederken de nazik ve onun gönlünü okşayan cümleler sarf ediyor, oğluyla olan kırgınlığın sebebini öğrenmek ve buna çözüm bulmak için çırpınan bir baba şefkatiyle… Bir baba olarak ve yüzyıllar ötesinden de biz Müslümanlara, böyle durumlarda bir babanın, bir kayınpederin nasıl olması gerektiğini göstererek…

Kayınpeder Mevlâna'nın adaleti

Mevlâna Hazretleri "Allah Müfettihu'l-Ebvab: Allah Kapıları Açandır" cümlesiyle başlattığı mektubuna şöyle devam ediyor: "Mevlâna'dan Fâtıma Hatun'a: Canım, canına ruhum ruhuna karışmıştır, birleşmiştir; Seni inciten her şey, her olay beni de incitir" cümleleriyle gelini Fâtıma'nın üzüntüsünü üzüntü bildiğini ifade eder. Ne güzel kayınbabadır ki adaletli davranmakta, oğlunu gelinine tercih etmemekte ve gelinini suçlamamaktadır…

Mektubuna devam ederek gelinine şöyle der: "O muhlis çocuktan beklediğim, kimden incinirse bunu babasından gizlemesin, söylesin. Allah dilerse, ne kadar mümkünse o kadar, yardımda kusur etmem, bunu canıma minnet bilirim. Eğer aziz oğlum Bahaeddîn Veled, sizi incitmeye çalışırsa Allah'a tekrar tekrar yemin ederim ki onun sevgisini gönlümden çıkarır, onun selamına cevap vermem, cenazeme gelmesini istemem…"

Bu teskin edici cümleleriyle gelinini yatıştırarak ve yeri geldiğinde oğlundan üstün kılarak onun yanında olduğunu bildirir. Sonra devam eder etrafındaki kötü dedikoducu insanlara, ikiyüzlülere karşı, onların sözlerine de rağbet etmemiz gerektiğini belirtir, gelinini dolayısıyla gelinleri biz hanımları uyararak:

"Sizin hakkınızda kötü sözler söyleyen olursa bilin ki deniz, köpeğin ağzıyla pislenmez; şeker kamışı dengi, sineğin üşüşmesi, banmasıyla değerinden düşmez. Şuna iyiden iyiye inanmışım ki yüz bin kez, biz mazlumuz diye ant içseler, sizin hakkınızda duada bulunmayanları, sizi sevmeyenleri mazlum tanımam; zalim bilirim; antlarını, özürlerini kabul etmem."

Bu minval üzere devam eden mektubunu sonlarken Mevlâna Hazretleri tekrarlar mektubun başında söylediği cümleyi, gelinine yalvarırcasına, bir anne şefkatiyle: "Allah için olsun, Allah için, bu babanızdan hiç gizlemeyin; olup bitenleri bir-bir bana söyleyin de, Allah'ın inayetiyle mümkün olduğu kadar yardım edeyim."

"Şeker yurdu olan güzel huy"

Mevlâna Hazretleri sadece oğlu Bahaeddin Çelebi'ye değil diğer oğlu Alâeddin Çelebi'ye de mektup yazarak ona da iyi bir aile reisi nasıl olması gerektiğini öğretir, baba eş olmanın formüllerini verir oğlu Alâeddin'e. Yine kadınların Allah'ın bir emaneti olduğunu hatırlatır ve Alaeddin Çelebi'ye evinden ayrı yerlerde kalmasının, hevâsına uymasının kendisini pek sıktığını belirterek, "evini unutma, evindekilere, bir şeker yurdu olan o güzel huyunla şekerler saç" diyerek öğüt verir.

"Gözlerin ışığı, oğulların övüncü aziz oğul; Allah korusun, katından bir ruhla onu kuvvetlendirsin. Babandan selâm ve duadan sonra şunu bil ki, evinden dışarıda gecelemen, o arıkların gönüllerini almaman yüzünden inciniyorum; sıkıntılar içindeyim. Onlar, herhalde Tanrı emanetidir sana. Allah için olsun, Allah için, babanın gönlünü razı etmek istersen evini unutma, evindekilere, bir şeker yurdu olan o güzel huyunla şekerler saç da, onun şükrü, bana da ulaşsın."

Sevgili oğluna "Allah için olsun, Allah için, babanın gönlünü razı etmek istersen evini unutma, evindekilere, bir şeker yurdu olan o güzel huyunla şekerler saç da, onun şükrü, bana da ulaşsın" telkininde bulunan Mevlâna'nın "şekerler saç" sözü beni maziye götürdü. Yeni gelin eve girmeden önce başından şekerler saçılırdı ve onları diğer çocuklarla beraber bir yarış içinde sevinçle toplardık. Hem biz sevinirdik sadaka olurdu o şekerler, hem o şekeri saçanlar, hem de başından şeker saçılanlar mutlu olurdu…

Şekerler saçmak! Güzel huyla şekerler saçmak… Cümlelerle, sözlerle, bakışlarla, gözlerle şekerler saçmak… Sahi kaç kişi evine adım attığında şekerler saçmaktadır acaba!

HAMİŞ: Bu mektupları yazarken "Mektuplar, Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin, Mevlâna Celaleddin-i Rumi; trc. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1963" künyeli eserden faydalandım. Okumak isteyenlere tavsiyemdir.


BİZE ULAŞIN